30 Aralık 2011 Cuma

Eğitim



Bu bahçe de bir ülkenin geleceği var. Zilin çalmasıyla geleceğin tüm çiçekleri bahçeye dağılıverdi. Ülkemizin gelecekleri cıvıl cıvıl koşuşurken, bu çiçeklere gerekli yatırımı yapıyormuyuz?
Ülkemizi emanet aldığımız çiçeklerimize, yeterli eğitimi verebiliyormuyuz?

En az kırk kişilik küçük sınıflar da okumaya mecbur ettiğimiz, okul giderlerini aidat adı altında ödettirdiğimiz, performansı farklı öğrencileri birsınıfta toplayıp zayıflar sırasına atarak psikolojisini düşünmediğimiz, müzik, resim vb yetenek derslerin bile tek bir öğretmenin verdiği, rehberlik eğitimin verilmediği ve bu çiçekleri yetiştirmeye çalışırken, kendilerini geliştirmeye çalışan öğretmenlerimiz.

Peki özel okullar da ki çiçeklerimiz tabiki çok farklı; sınıflarımız geniş ve 18- 20 kişilik, performansı düşük öğrenciler için özel ders veya etütlerin düzenlenmesi, öğrencilerin sorunlarına çözüm arayan rehberlik hizmetleri, yetenek derslerini branş öğretmenlerin vermesi, öğretmenlerin maddi yeterliliği ve sürekli gelişim eğitimlerine tabii tutulmaları.

Ödenen ücretler karşılığında verilen eğitim ve öğrenim hizmetleri için normal diyebiliriz. Fakat iki eğitim sistemi arasında dağlar kadar fark var. Geleceğimize eşit olanakları sunmuyoruz. Olanıksızlıklar  içinde parlak bir gelecek vaat eden nice çiçeklerimiz var fakat yeterli ışığı ve suyu bulamadığı için gelişemiyor.

En azından, eğitim sisteminde temel kriterler oluşturulmalı ve devlet okulları da bu kriterlere getirilerek aradaki uçurum kapatılmalıdır. Eğitim herkesin eşit olarak alması gereken sosyal haktır, eğitim kurumları kazanç sağlayan ticaret haneler olmamalıdır.
Devlet, eğitim konusun da milli politika oluşturmalıdır.


Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi ‘eğitim, sevmekle başlar’, papatyalar, güller, çiğdemler, laleler hepsi bizim çiçeklerimiz.

Çiçeklerimizin hepsini bir araya getirerek güzel bir buket yapmakta öğretmenlerimize düşmektedir.

Kendine güvenen, araştırmacı, düşüncelerini açıkça ifade eden, dürüst, çalışkan, geçmişini bilen, geleceğe umutla bakan, millet, vatan sevgisini taşıyan nesiller yetiştirebildiğimiz müddetçe varız..

TürkanKebeci
turkankebeci@gmail.com



23 Aralık 2011 Cuma

Soykırım

Evet, Fransa meclisi Ermeni tasarısını kabul etti. Fransa 2006’dan beri bu tasarı için birtakım faaliyetler de bulunuyordu, fakat bizler bu faaliyetleri diğerleri gibi önemsemedik. Tasarı mecliste kabul edilince sekiz maddelik yaptırım kararları alındı. Bu yaptırımlar, tasarının meclise gelme konusu konuşulmaya başlandığında devreye girmeliydi. Bizler o sıralarda, hükümeti, muhalefeti, aydınları, medya  ve  halk bir ağızdan Dersim olaylarını ve başbakanımızın dilediği özürü konuşuyorduk. Şimdi özür sırası Ermenilere mi geldi.

Fransa’ya senin Cezayirlilere  yaptığın soykırım değilmi ile ilk çıkışımızı yaptık. Bu diplomise de geçersizdir, sen de yaptın bende yaptım anlamına gelir. Ülke içinde ani çıkışlar prim yapar fakat diplomoside bu tutumlar geri adım attırır. Bu çıkışlarla Fransanın geri adım atacağını beklemeyelim. Tasarı Fransa senatosunda kabul edilecek ve bizler diğer sıfır politikamız da olduğu gibi herşeyi kabulleneceğiz.
Cumhurbaşkanımızın   telefonuna cevap verilmemesi başka bir terbiyesizlik, telefon etmek,hiç bir şey değiştirmeyeceği için  gereksizdi.
Tarihimizle yüzleşiriz açıklamasını ise bir vatandaş olarak beni üzmekte, bizim tarihle yüzleşecek bir durumumuz yoktur.

2005 de Talat paşa komitesi Lozan şehrinde yaptıkları eylemleri, bildirileri hatırlayalım. Değişik görüşlere sahip tüm aydınlar bir araya gelerek uluslar arası hukuka ve diplomosi kurallarına uygun olarak tepkileri, etkili bir şekilde dile getirilmişti.

Şimdi neler yapmalıyız; Lozanda olduğu gibi tüm partilerin üst düzey yöneticileri, aydınlar, sivil toplum örgütleri bir araya gelerek, tasarının kabul edildiği Fransa meclisinin önünde açıklama ve bildirileri yapmalıdır. Alınan sekiz maddelik yaptırımlar arttırılmalıdır.
Uluslararası diplomasiye uygun olarak, Ermenista’nın Karabağ’da yaptığı Hocalı katliamın propogandası yapılmalı.
Bu olaylar dan sonra Amerika’da Ermeni soykırımı gündeme gelecektir. Bunun için şimdi den, bizim ve Rusya arşivlerini inceleyen bilim adamlarımızın araştırmaları yayınlanmalı ve Ermenistan arşivlerini açtırmak için baskı yapılmalıdır.

Evet,vatan savunması soykırımsa, biz soykırım yaptık. Antepte, Erzurum da, Maraşta, Urfada…
Biz buna, sizin anlamını bilmediğiniz Kurtuluş savaşı, İstiklal savaşı diyoruz…
Ne yazıkki yeterince soykırım yapamamışız......


Türkan Kebeci
turkankebeci@gmail.com




28 Kasım 2011 Pazartesi

Özür


İnsanın içinden artık yeter demek geliyor. Coğrafyamızda bu kadar sorun varken, savaş tamtamları çalarken, bizim uğraştıklarımıza bir bakın. Dersim olayları, olayı küçümsediğim anlaşılmasın, olay elbette büyük. Siyasetçilerden tutun bilim adamlarına kadar herkes bu konu üzerine konuşuyor, tartışıyor, kavga ediyor, gündem bir haftadır bu konuyla meşgul. Geçmişi geri getirmenin yolu yok, her devlet bekası için bu tarz uygulamalara başvurmuştur.

Yavuz Sultan Selim başta olmak üzere tarihte adına özür dileyecek olaylarımız vardır. Diğer devletlerinde var.  Amerikalılar Kızılderililer, Vietnam, Irak, Afganistan halkından özür dilemeli, Fransızların, Cezayirlilerden, İngilizlerin yıllarca sömürdüğü,  sömürgelerinden, Rusların,  zorbalıkla  göçe  zorladığı 80.000- 100.000 civarı Kafkas Türklerin den, küresel sermayenin çıkarları için ölüme, açlığa sürüklediği insanlıktan özür dilemelidir. Buna benzer birçok örnek var elbette.

Fakat bulunduğumuz coğrafya kaynıyor;
İran’ın devlet kanalı,  Press  Tv’nin yayınına göre, Suriye Scuud füzeleri Türkiye’ye yönlendirildiğini. İngiliz Daily gazetesi, Libya ve Suriye muhalifleri ile görüştüğünü maddi ve manevi desteğin verildiğini, ayrıca bu muhalifler Türkiye sınırında görüştüğü yazılmakta.
Rus savaş gemisi, Suriye sınırında, Arap birliğin yaptırımları, İran’ın herhangi bir müdahale de, Kürecik de ki füze kalkanını hedef alacağı açıklaması.
Hükümetin yaptırımları var, muhalefetin bu konuda herhangi bir çalışmasını veya mücadelesini görmeyi bırakın, ne yapıyorsun diyen yok.  Akademisyenler sadece coğrafyanın kargaşa sürükleneceğinden bahsediyor.  Tarafımız dan  bir müdahale olursa, İran,  Rusya ve Çine karşı, nasıl bir politika izlenecek, onların saldırılarına karşı koyabilecek miyiz? 

Kırım savaşında,  İngiliz ve Fransızlar sözde Osmanlıya destek verir görünüp, Rusya ile birlik olmasını unutmayalım. Müdahale için görünürde destek verenler aynı oyunu tekrar oynayabilirler. Yeni Osmanlı canlandırma adı altında, ülkemiz bir hayalin peşinden sürüklenmesin.  Bu müdahale için, torunlarımızı özür dilemek durumunda bırakmayalım.
Bende İngiltere, Fransa, Yunanistan, İtalya ve Ermenistan’dan özür bekliyorum. Nedenini elbette biliyorsunuz.

Türkan Kebeci
turkankebeci@gmail.com

21 Kasım 2011 Pazartesi

Hayır

          
       Bu gün basın da göze çarpan birkaç başlık;
·         Irak, dört Türk hava yolu şirketinin uçuşlarını durdurdu. Bu kararın alınmasının nedeni, iki ülke arasın da üç yıl önce başlayan borçların tahsis edilememesin den kaynaklanmaktadır.  Bu olayın nedenleri gazeteler de detaylı olarak verilmektedir. Bu güne kadar destek verdiğimiz komşumuzun tavrı ortada. Bunun sebebi son günlerde uyguladığımız, Ortadoğu politikamızdan kaynaklanıyor olabilir mi?
·        Suriye’den Türk hacı konvoyuna saldırı. Birkaç gün önce de konsolosluğumuza saldırıp, bayrağımızı ve Atatürk posterlerini yırtmışlardı. Bu olaylar bilerek hazırlanmakta dır. Amaç Türkiye nin,  Suriye' ye müdahale etmesi. Bu konuda Amerika ve İngiltere yeteri kadar gaz vermektedir. Bu ülkelerin amaçları ortada, ateşi maşa ile tutacaklar. Bu olayları düzenlemek İngiliz servisi ve CIA için hiç de zor değil.
Arap baharı adı altın da destek verdiğimiz Mısır, Libya da ki muhalif güçler de, belirli bir süre sonra Irak yönetimi gibi bir takım yaptırımları önce bize uygulamaya kalkarlarsa hiç şaşırmak gerekir.  Namlunun ucuna sürülen maalesef Türkiye.
Suriye’nin son günler deki tahrik olaylarına kapılmamak gerekli. Bu olaylar hassas konulara değinilerek, halkın tepkisini çekmek için yapılan, planlı faaliyetlerdir. Müdahaleyi meşrulaştırmak için halkın desteğine ihtiyaç var. Başka bir ülkenin içişleri yüzünden, milletimizi belirsizliğe sürüklemek yersizdir. Tarih de tüm savaşlar küçük bir kıvılcımdan, büyük katliamlara dönüşmüştür. Coğrafyanın yeni düşmanı biz olmayalım.
Millet olarak sükunetimizi korumalı, bizi savaşa sürükleyecek her müdahaleye karşı hayır demeliyiz.

Türkan Kebeci
turkankebeci@gmail.com 

17 Kasım 2011 Perşembe

Savaş



Savaş tamtamları çalıyor. Son günle de özellikle İngiliz gazetelerinde bu konuya yönelik çok fazla açıklama yayınlanıyor.
*  Uluslar arası Atom Enerji Kurumu* İran’ın atom bombası üretimi için gizli çalışmalarda bulunuyor* açıklaması ve  İngiliz istihbaratı, İran’ın üç ay içersinde atom bombası yapabileceği açıklaması üzerine İsmi gizli tutulan İngiliz istihbaratçı,  Daily Mail gazetesine,  İsrail’in,  İran’ı vurma planlarından bahsediyor.  Hava bombardımanı için üç rota çizilmiş; 1. Türkiye hava sahası 2. Suriye Irak hava sahası 3. Suudi Arabistan- Irak hava sahası
*İngiliz Guardian gazetesine,  Simon Tisdalı ise; Çoğunluğu Sünni nüfusun ülkede ki rejimden usanmış, Suriyeli Sünnilere, Türkiye model oluşturuyor. Esad’ın devrilmesi ardından laiklerin, Müslümanların ve farklı mezheplerin bir arada yaşayabilecekleri Türkiye alternatif bir model açıklaması yapılıyor

Bu açıklamalara bakıldığında, Orta doğuda çizilecek yeni harita için, belirlenen oyuncular rollerini oynamaya başlamışlar bile. Suriye için, Türkiye öne çıkarılmakta aslında Rusya- Çin ittifakına karşı kullanılıyoruz. Demokrasi kartı bitti şimdi laiklik kartını oynuyorlar. Suriye de şeriat ile yönetildiğini söylememiz mümkün değil.
Suriye’nin genel yapısını görmek için kaynaklarda ki bilgilere müracaat edersek;
Resmi adı: Suriye Arap Cumhuriyeti
İdari yönetim biçimi: Çok partili başkanlık tipi cumhuriyet, 13 Mart 1973’te kabul edilen anayasa ile yönetiliyor, sosyalist halk demokrasisi
Dini: Sadece açıklama yapılıyor, %74 Sünni Müslüman, Alevi, Şii ve diğer mezhepler %16, Hıristiyan %10, Dürzi %3
Etnik yapı: %88 Arap, % 6 Kürt, %2.8 Ermeni, %1 Türk, %1 Rum, Süryani, Keldaniler, Çerkez, Yahudi                                     

Görüldüğü gibi, Suriye birçok etnik yapıyı bünyesinde barındırıyor, bu yapıların bir arada yaşamama gibi durumları söz konusu değil. Dini yönetim yok ki, laiklik gelsin.  Bu kadar dini grup, bir arada yaşıyorsa,  laik bir yönetimin olduğunun göstergesi  değil midir.
 Demokrasi söylemlerini dile getiren İngiltere’ye bir bakarsak; yönetim şekli: Anayasal monarşi, sembolik dense de bir kraliçe var. Parlemanto  iki kısımdan oluşmakta; Avam kamarası, seçilmişlerden, Lordlar kamarası veraset ya da atama yoluyla oluşuyor. Kimse çıkıp demokrasi ve laikliği getirmekten lütfen bahsetmesin.

İran’ı vurma politikası için üç hava sahası belirlenmiş. İsrail ile aramızda ki problemler den dolayı, Türkiye’nin hava sahasını kullanmaları mümkün görünmüyor. Suriye- Irak hava sahası mümkün değil.  Geriye Suudi Arabistan- Irak hava sahası kalıyor. Suudi Arabistan, İran için bu teklifi düne kadar kabul etmeme olasılığı vardı. Suudi elçisinin, İranlı ajanlar tarafından suikast düzenleneceği iddiası, Suudi  Arabistan ile İran’ın arasını açtı. O zaman bu hava sahasının kullanım için hazır hale getirilmiştir.

Esad giderse ne olur. Hem dini, hem de etnik yapısı karışık olan Suriye’nin parçalanması, etnik ya da dini savaşların başlaması demektir. Rusya’nın Suriye deki üssünü kaybetmesi ile Orta Doğuda ki varlığının bitmesidir. Hizbullah’a maddi ve manevi desteğin kesilmesi ile İsrail’in Lübnan’ı işgali kolaylaşacaktır.
Bu coğrafya da İran, İsrail ile Suriye, Türkiye ile hizaya getirilmeye çalışılıyor. İki ülkeye de desteği veren Amerika olduğuna göre bizim İsrail ile olan gerginliğimiz sadece göstermeliğe dayalı. Amerika bu gün,           ne bizden nede İsrail den vazgeçebilir. Bu gerginlik ile Orta doğu halkı tarafından desteklenen Türkiye’nin alacağı tepkiler perdeleniyor.  

Her şey enerji kaynakları için mubah olan, sadece kendi halkını düşünen acımasız bir yayılma politikası.
Türkiye nereye sürükleniyor…

Türkan Kebeci
turkankebeci@gmail.com

14 Kasım 2011 Pazartesi

Demokrasi


Arap birliği Suriye’nin üyeliğini askıya alması, Amerika ve batı dünyasının yaptırımları, Türkiye’nin verdiği nota ve Suriyeli muhaliflerin Türkiye de temsilcilik açmalarına izin verilmesi.
Bunlar niçin yapılıyor, görünürde demokrasi getirmek için. Arap birliğinde yer alan Suudi Arabistan demokrasi ile yönetildiğini unutmayalım.

Yunanistan ve İtalya da seçilmişlerin yerine atanmışlar geldi. İşte buda demokrasi. İtalya ve Yunanistan halkını anlamak mümkün değil,  madem seçtiklerinizin gitmeleri sizi sokağa dökecek kadar sevindirecekti, neden seçimlerde üst üste bu kişileri seçtiniz. Madem demokrasi ile yönetiliyorsunuz, atanmışlar yani seçmediğiniz kişiler tarafından yönetilmeye rıza göstermeyin hemen erken seçim isteyin. Belki de Amerika’nın Araplara getirdiği bahar sizleri de etkilemiş olabilir. Hadi Araplar demokrasi istiyor, sizde demokrasinin en ilerisi var zaten. 

Libya ve Mısır’a bahar gelecek derken , etnik karışıklık durulmuyor. Suriye ye gelen demokraside etnik, dini karışıklık olacaktır. Rusya silah satışına devam ediyor. İran ise, farklı bir boyut.  

Bizler her önümüze gelene meydan okuyoruz. En son İsrail’e okuduğumuz meydan,  netice sıfır. Rumlar Akdeniz’ faaliyetlerine devam ediyor, hani savaş ilanıydı bu. Artık bizi kimse ciddiye almıyor, meydan okuyoruz fakat kendimiz dinliyoruz.
Sırtımızı sıvazlamaları bizi gaza getiriyor bu gazla bizde meydan okumaya devam ediyoruz. Bu coğrafya da yalnız bırakıp, çekilecekler bir köşeye seyredecekler komşu kavgalarını. Biz Arap yarım adasının yeni düşmanı olmayalım da.

İngiltereyi kraliçenin yönettiğini unutmayalım. Oraya da demokrasiyi  biz götürelim.

Türkan Kebeci
turkankebeci@gmail.com

10 Kasım 2011 Perşembe

10 Kasım


Bu gün, atamız aramızdan ayrılalı yetmiş üç yıl oldu.  O zamandan bu zamana çok şeyler değişti elbette. Fakat değişmeyen tek şey bu milletin ona olan sevgisi. Bu sevgiyi azaltmak için her yol denendi. Onu sevmeyenlerin yapıştırdığı yaftalar,  kendini Atatürkçülüğün arkasına saklayarak istediklerini yaptırmaya çalışanların dikta yaklaşımları bile bu sevgiyi azaltamadı.
Nedir Atatürk’ü sevmek;
*Halkına inanmaktır, halk içi çalışmaktır.
*Hiçbir ülkenin baskısı altına girmeden, bağımlı olmadan yaşamak ve yönetmektir bu ülkeyi.     Bağımsızlık benim karakterim diyebilmektir.
*Bilimin ışığında gelecek nesiller için çalışmaktır.
*İnanmaktır
*Hukuku her şeyin üstünde tutmaktır, kimseyi ötekileştirmeden her düşünceye eşit yaklaşmaktır.
*Geleceği görebilmektir.
*Vatan söz konusu olunca gerisi teferruat diyebilmektir.
*Bu topraklarda yaşayan halkı bir araya getirerek millet bilincini vermektir.
*Savaşı mecbur kalmadıkça katliam olarak görmektir, barış adamı olabilmektir.

Hiçbir zorlayıcı baskı olmadan,bu millet Cumhuriyet bayramını büyük bir coşkuyla kutlayabiliyorsa, büyük bir coşkuyla da Mustafa Kemalini sevmeye devam edecektir.

Türkan Kebeci
turkankebeci@gmail.com

4 Kasım 2011 Cuma

İyi Bayramlar

Sevinçlerin, mutlulukların, özlemlerin, umutların, hoşgörünün, paylaşmanın, sevgilerin yoğun yaşandığı günlerdir. Bayramlar nice umutları barındırır, bağrında.

Bizler her geçen bayramların ardından, nerede eski bayramlar diye hayıflanırız, bir şeylerin özlemi içersine gireriz. Değişen ne ki, bu özlemleri yoğun yaşarız. Aslında değişen hiç bir şey yok, değişen sadece kendimiz. Büyüdükçe içimizdeki çocukta büyüdü, istekleri, beklentileri değişti.  Biz çocukken yanımızda olan insanlar yok artık, değişen birde bu. Bayramlarda onları göremiyoruz, gözlerimiz onları arar oldu.

İstediğimiz ayakkabının alınmasını beklemek, şekerlikten beğendiğimiz şekeri alma sevinci yok artık. Ayakkabıyı, şekerin alınmasını bekleyen değil bunları alan bizzat biz olduk, biz sadece beklemenin sevincini ve mutluluğunu kaybettik.
Çocukluğumun bayramlarını, şekerlerini özlüyorum. Şekerlikten istediğim şekerleri seçerdim, fındıklı ve susamlısına bayılırdım. Babamın Üsküdar da ki şekerci arkadaşına gitmeyi dört gözle beklerdim.
Şekercide verilen şekerlerin hiç birini almayınca, bu kadar şeker ve çikolatayı çok seven bana,  babamın bakışını hala hatırlarım. Çünkü istediğim şekerden vermemişti.  Ben fındıklı ve susamlıdan istiyordum.

Şekerci den istediğim şekerleri seçmenin mutluluğunu sevincini hala yaşıyorum.
On dokuz yıldır bu sevinç hiç eksilmedi içimden, sadece konum değişti. Çocukluğumun şekerlerini üreten firmadayım. Milyonlarca çocuğa ulaşıyor ürettiklerim.  Kim bilir belki onlarda benim gibi, şekerlikten bu çeşidi seçerken, yaşadığım sevinci yaşıyorlardır. Her banda dökülen şekeri, ilk günün sevincini, mutluluğunu yaşayarak açarım, tıpkı altı yaşında ki çocuğun hayallerinde ki gibi.
 Şeker toplayan çocuğun yaşadığı, mutluluk, sevinç tadında bir bayram dilerim.
İyi bayramlar.











Çocukluğumun şekerleri.

Türkan Kebeci
turkankebeci@gmail.com

31 Ekim 2011 Pazartesi

Hayat


Hayatın sunumları vardır insana, istemediğiniz ya da elde etmeyi düşünmediğiniz şeyler bir bakarsınız altın tepsi de önünüze gelmiştir. Gelenleri görünce siz bile şaşarsınız, nasıl olduğuna. Ben ne yaptım da bunlar benim ayağıma geldi, düşünseniz de bulamazsınız. O zaman yapılacak tek bir şey var, sunulanın tadını çıkarmak.

Bazen de, hayattan bir şeyler istersiniz, olması için çabalarsınız, emek veririsiniz bu sefer altın tepside sunulmasını bırakın beklemeyi, arpa boyu yol alamadığınızı görürsünüz ve yine sorarsınız kendinize neden, ne yaptım da olmuyor, çalıştım, emek verdim, peki neden soruları, patlamaya hazır volkan gibi, beyninizde çarpışacak.
Olmayacaksa olmaz, o zaman yapılacak tek bir şey var, her şeyi oluruna bırakmak.  Ne kadar isteseniz de olmuyor işte, ya rotanızı değiştireceksiniz ya da isteklerinizden vazgeçeceksiniz.

Birileri boşa kürek çektiğinizi, hayallerinizden vazgeçmeniz gerektiğini söyleyip duracaklar. Vazgeçmeyin hayallerinizden, bu gün olmazsa yarın olur elbet.
Yarın da olmadıysa, aldırmayın siz, o artık sizin bir parçanız olmuştur. Hayat çizginizin son noktasına kadar sizinle birlikte,  olacak umuduyla yaşarsınız.

Bu gün sesini duymayı beklemediğim arkadaşım gibi, hayat ummadık sürprizlerle dolu. Yeter ki yaşamdan kopmayın, kendiniz için bencilce yaşamayın, birilerin hayatını değiştirin, birilerine yön çizin, ya da birilerin elinden tutup kaldırın ki sizin için iyi ki varsın desinler.
Bütün olumsuzluklara rağmen, vazgeçmeyeceğim, gün gelecek hayallerim benim peşimden koşacak, bana yetişmek için uğraşacak,  yakalayabilirse ne mutlu ona. Yakalayamasa da, arkamdan geldiğini biliyorum, bu bile yeter bana.
Hayat insana sunulan en büyük hazine, yaşamış olmanız önemli değil, nasıl yaşadığınız, kimlerle yaşadığınız önemli olan. Hayalleriniz erişilmez olmalı, sizin kutup yıldızınızdır. Bazen el uzatıp tutabilecek kadar yakındır, bazen de çok uzaklarda bir noktadır.
 Yeter ki hayallerinizin peşinden koşacak cesaretiniz olsun…
turkankebeci@gmail.com

28 Ekim 2011 Cuma

Yaşamak

Yaşamak, her şeye rağmen hayata tutunmak.  Bazen hayattan beklentilerinizdir sizi bağlayan, bazen ise sevdiklerinizle geçirdiğiniz bir andır. Aslında nefes alabilmektir,  hayata tutunmak.

Nefes anlık bir olay gibi görünse de, hayatla tek bağımızdır. Almadığınız an hayatla tüm bağlar kopmuştur.  Nefes aldıkça, hayatla ilk bağı kurmaya başlarız, bizler bunu düşünmeyiz, her zaman farklı beklentiler içine girerek, hayatımızı manasız bir hale getirmek için var gücümüzle uğraşırız. Başkasında gördüğümüz,  bizde olmayan herhangi bir şey bile bizi huzursuz etmeye yeter de artar  bile. Ya da mevki beklentileri, ya da aldı desinler diye fuzuli harcanan paralar, bu örnekleri, istediğiniz kadar arttırabilirsiniz. Kişilerin beklentilerine göre, hayatın anlamsız olma nedenleri değişir.

Bu olumsuzluklar içinde yaşarken, elinizde olmayan bir felaketle karşılaştığınızda, ne yapacağınızı bilmezsiniz. Bocalamaya başlarsınız, sadece nefes alabilmeyi istersiniz, gözünüz hiç bir şeyi görmez, nefes almak, sadece derin bir nefes..
Hırslarınızı, isteklerinizi unutmuşsunuzdur bile,  para bile aklınıza gelmez, o anda biri çıksa dünyaları sana vereceğim dese, istemezsiniz.Tek istediğiniz nefes alabilmek ve bir daha sevdiklerinizi görebilmektir.  

Bir elin size uzanmasını beklersiniz, birilerin sesinizi duymasını. Bu el sizin nefesinizdir. El uzatmak düşene, el uzatmak ağlayana, el uzatmak, acıyı paylaşmak için, dertlere ortak olmak için. Halkımızın bu yardım severliğini, duyarlılığı hiçbir halkta yoktur.
Evet, tüm bu sözler,  Van depreminde yaşadığımız acılarımızı dile geliş şekli. Bazen öyle sözlerle karşılaşıyoruz ki, yaşadığımız acılar duyduğumuz sözlerin yanında hiç kalıyor. Bu sözlerden bazıları; Tüm yapılanlar karşısında yine yardım ettik, sen düştüğün zaman bende sana yardım ederim gibi, gibi.
Gönül yaralayıcı sözler, bilmeden ayrımı teşvik eden sözler bunlar. Bir düşünelim yardım ettiğimiz kim, biziz yani kendimize, kardeşimize yardım ettik.
Sen düşersen ne demek, sende kendine, kardeşine yardım ediyorsun demektir. Seni beni yok bu işin, bizi var. Bu topraklarda biz olduk, biz olacağız el ele hep birlikte, güzel günler göreceğiz.
Etnik ayrılık yarasını, çıkarları için kaşıyanlara inat, her kaşıdıkların da, daha fazla kenetlenip yaramızı yine birlikte saracağız. Bu coğrafyada doğusunu bilmem, batısını bilmem sadece doğudan batıya uzanan tek bir Anadolu’yu bilirim. 
Dalları her tarafa uzanan koca çınardır.  Gölgesi hepimize yeter.

Türkan Kebeci
turkankebeci@gmail.com

24 Ekim 2011 Pazartesi

17 AĞUSTOS


Bir haftadır,  acı olayları üst üste yaşıyoruz.  26 şehidimizin acısını yüreğimizde yaşarken, dün Van’dan aldığımız acı haber, acımıza acı kattı. Deprem kuşağındayız, bunu kabul ediyoruz fakat acımız bu kadar büyük olmamalı. Bu yaşanan acı olayı bölge halkımıza bağlamak, bu doğrultuda yapılan açıklamalar, yazılar, paylaşımlar yine bize zarar verecektir. Bizler,  bir grubun yaptığı yanlışların faturasını tüm halkımıza kesemeyiz. Bunun için tüm gücümüzle, her zorluğa göğüs gererek millet olgusunun, halk olgusunun ne demek olduğunu, nasıl kenetlendiğimizi göstermeliyiz.

Toplum olarak bu acıyı 17 Ağustos 1999 yılında, Gölcük, Yalova depremiyle yaşadık. O günlerde, ‘hak ettiler, Allah cezalarını verdi’ gibi söylemleri duymak, olan acımızı daha da arttırmıştı. 57 Hükümet içinde, uğursuzlar denmişti. Yıl 2011 yine çok acı bir deprem yaşadık,  şimdi bir çok başarıya imza atan hükümetimiz içinde aynı sözü kullanmak ne kadar doğru.

Bizler peygamberimizin ahlakı ile övünürüz, peygamber olduğu halde kimseyi yargılamamış iken, bizlerin yargılama hakkı hiç yoktur. Hüküm sadece bizi yaradan Allah’a aittir. Yaradılan her şeyin,  bir yaratılma sebebi vardır. Sebebini ise bizler bilemeyiz. Bizim şer olarak gördüğümüz her şeyde muhakkak bir hayır vardır.
Bu ülke, ne zorlukların üstesinden geldi, bu acı günleri de hep birlikte el ele vererek atlatmasını bilecektir. Yönetenler, ayırım yapmadan adaletle yönetsin yeter ki.
Diktatörlerin bile hukuka ihtiyacı vardır. Adaletin, hukukun hüküm sürdüğü, kardeşliğin, hoşgörünün olduğu yarınlara..
Türkan Kebeci
turkankebeci@gmail.com

20 Ekim 2011 Perşembe

Oyun İçinde Oyun



Dün acı olayların ardından, doğan güneş, sanki inadına yükseliyor, yeter acılarınızı kalbinize gömün ve genç fidanlarımız için birlikte el ele inadına yaşayın diyor.
Terörü lanetlemek, buna tüm halkım evet diyor, fakat etle tırnak olan bizleri ayırmak için yapılan eylemlere, bizleri ötekileştiren tutum ve davranışlara, öfkemizi yenik düşüren tüm söylemlere hayır diyoruz. Bu faaliyetler sadece halk olarak, direncimizi kırmak bizleri ayırmak için yapılan eylemlerdir.
Gelelim dünkü acı olaya; yapılan açıklamalara göre saldırı çok iyi planlanmış ve pkk’nın işi olmadığı söyleniyor. Devlet yetkilileri de,  yardım ve yataklık edenler sözünün üstünde özellikle durmaktadır. Evet, niyetler yavaş, yavaş belli oluyor. Halk bu kadar dolmuş ve her şeyi göze almışken acaba, yapılmak istenen planlar kolayca yaptırılmaya mı çalışılacak.
*Dış basında, özellikle İngiltere bu saldırının arkasın da Suriye ve İran’ın olduğunu söylemekte.  Suriye konusunda BM aldığı karar belli ve destek veren Rusya ve Çin var. Sadece Türkiye bu konuda yaptırımlar uygulamaktan  bahsetti. Dış basında ancak bunu Türkiye’nin halledebileceği yaygarası koparıldı. Acaba askerimizi Kuzey Irak’a geçirip, daha sonra Suriye’ye yönlendirilmek istendiği için, planlanmış olabilir mi?
*Irak işgali konusun da tecrübe kazanan Amerika, İran’a müdahale konusunda maşa kullanması gerekli, Türkiye’yi bu konuda biçilmiş kaptan olarak görüyor olabilir.
*Anayasa değişikliğin  görüşüleceği, bir günde, bu saldırının olması düşündürücü. Anayasa değişikliğin olmasını isteyen Amerika, Avrupa ve Bdp, o zaman neden pkk böyle bir eyleme girişti.
*Kuzey Irak kimin denetiminde Barzani ve bu bölge de güvenliği sağlayan Amerika ve bizim stratejik ortağımız. Kuzey Iraktan çıkacak olan Amerika, koruma devir teslimi için Türk askerini şimdiden bölgeye çekmeye çalışıyor da olabilir.
*Yada İsrail’in bıraktığı üst düzey Hamas üyelerine,  sürgün yeri olan Türkiye’nin uçak göndererek kabul etmesini sindiremeyen, sözde aramız açık olan İsrail’in bize bir göz dağımı.

Ne olursa olsun pkk boyut değiştiriyor, en büyük hedefleri bölge halkını arkalarına alarak, halkı sokağa dökerek, bir bahar havası estirilmek istenmektedir. Belki de kck eylemlerine misilleme yapılmışta olabilir. Kim olursa olsun ya da hangi ülke olursa olsun, pkk kartını tekrar kullanmaya başladılar. İstihbarat teşkilatımızın zayıflığı ortada, bu kadar ağır silahlarla ve kalabalık bir eylemi haber almamaları mümkün değil. Yapılmak istenenler için, zeminin oluşması gerekli, bunun içinde sesiz kalınmış olabilir. Bizler, sahne arkasını göremiyoruz, sahnenin önünde oynanan oyunu seyrederek, sahne arkasındaki, yönetmeni tahmin etmeye çalışıyoruz. Bu eyleme bir çok gücün destek verdiği aşikar.
İnadına aynı havayı teneffüs etmeye devam edeceğiz.
Türkan Kebeci
turkankebeci@gmail.com

19 Ekim 2011 Çarşamba

Gidenlerin Ardından


Evet,  halk olarak, yaşadığımız olaylar, bizi ister istemez hiddetli düşünmeye ve konuşmaya itiyor. Fakat bu sözler ve hakaretler hiçbir zaman çözüm yolu olmayacaktır. Bizim hiddetli davranışımız sadece, aramızda ki uçurumu açmaya yarayacaktır.  Bizler birliği ve beraberlik duygularımızı geliştirmek için uğraş vermeliyiz. Bizler farklılıklarımızı aynı topraklarda yaşayarak, aynı havayı soluyan, aynı kaderi paylaşan etle tırnağız. Dünyada aynı şeyleri paylaşıp farklı olan bir millet var mı? Belki de hazmedilmeyen de budur.
Bu coğrafya, yıllarca savaşları yaşayan, konumundan, dolayı herkesin sahip olmak istediği bir diyar. Kafanızı bir kaldırın şöyle bir bakın etrafınıza; kuzeyde, hırçın Karadeniz’in etrafında dizilen Ukrayna, Rusya, Bulgaristan, doğu da, Azerbaycan ve Türkiye Cumhuriyetlerini, güneyde,  İran, Irak, Suriye ve Akdeniz’in, gerdanını süsleyen inci Kıbrıs’ı, batı da Avrupa kıtasını görürsünüz. Bunları görmek için sadece başınızı kaldırıp bakmanız yeterlidir.  Her yere sahip olduğunuzu anlarsınız. Böyle bir konuma sahip  ülkeye,  herkes sahip olmak isteyecektir. Hele birde bu diyarın etrafı enerji kaynakları ile doluysa,  emperyalist canavarların  iştahını yıllarca kabartmış ve kabartacaktır.
Şehitlerimiz için çok üzüldük, bu üzüntümüzün tarifi elbette mümkün değil, fakat ateş düştüğü yeri yakar. Aynı ateş bu ülkenin evladı olan Mehmet’in karşısında ki diğer Mehmet’in evine de düştü. O da bu topraklarda doğdu, bu havayı soludu. O zaman aynı toprağın iki fidanı nasıl karşı karşıya getirildi. Biz bu senaryoyu daha önce yaşadık; 70’li yıllar gençlerimizi sağ,  sol, alevi ve suni diye karşı karşıya getirip, geleceğimiz olan gençlerin birbirilerini öldürmelerini seyrettik.  Yine sahnede gençlerimiz, senaryo aynı, halkı birbirine düşürüp aramıza nifak tohumlarını ekmek.  Bu coğrafya halkı yıllarca aşiretlerin, şıhların,  ağaların egemenliği altında kaldı. Onların dedikleri doğrultusunda hareket edebildiler. Töre uğruna, namus uğruna ezildiler. Dizilerde seyrettiğimiz ağa filmlerinde ki gibi değil her şey. Bize sadece zengin ağaların yaşamları gösterildi.
Yukarda ki yazı 19 Ağustos ta yazıldı, bu gün 19 Ekim sadece üzerinden iki ay geçti ve bugün Hakkari Çukurca’da 26 şehidimiz var, dünde 5 polisimiz şehit oldu. İki günde 31 şehit,  bu durum dünyanın başka bir ülkesinde olsa yer yerinden oynar. Hükümet iki ay öncede terör zirvesi yapmıştı, şimdide yapıyor. Cumhurbaşkanımız ‘bu saldırının intikamı büyük olacak’ diyor, evet bu sözler içimizin yandığının göstergesidir, devletin zirvesi halkı sakinleştirecek sözler kullanmalıdır. Bu olay karşısında halkımız gösteri ve eylemler için toplanmaya başlamış durumda, kin, öfke ve intikam bizleri düşmanlığa sürükler, bizler her zamanki gibi metanetimizi koruyarak, Türkü, Kürdü, Lazı, Çerkezi, Alevi, Sünni vb etnik ayırımları dile getirenlere inat birlikte el ele kader birliğimizi koruyarak, birbirimizi ötekileştirmeden yaşamaya devam edeceğiz. Biz bu toprakların evlatlarıyız.
Evet, canımız yanıyor, şunu unutmamak gerek Mehmet’i vuran yine bu toprağın Mehmet’i, bunlar psikolojik, halkı yıldırma, halkımızı karşı karşıya getirme çabaları. Asıl sorun, bu gençlerimiz  örgütün ağına nasıl düşürülüyor, kendilerine neler vaat ediliyor, bu yöredeki halkımızın beklentileri doğrultusunda çözüm yolları bulunduğu takdirde hiçbir ailenin ocağına ateş düşmeyecektir. Devlet dağa çıkan, kendine baş kaldıran çocuklarımızı, topluma kazandırmanın yollarını bulmalıdır. Bu sadece güç gösterisidir.
Sadece şunu sormak istiyorum, bu olaylar kimin işine yarıyor, ya da yapılacaklar için, bir zemin mi oluşturuluyor. Yaşayıp göreceğiz, yeter ki sükunetimizi koruyalım, tahriklere kapılmayalım…
Dönüşü olmayan bir yoldayız.
Türkan Kebeci
turkankebeci@gmail.com

13 Ekim 2011 Perşembe

Dünya Düzeni II


Gelelim,  alev topu Ortadoğu’ya,  her zaman patlamaya hazır bir coğrafya, bilgim, beni yanıltmıyorsa,  Dünya petrol rezervlerin % 60’ına sahip, dünyanın diğer coğrafyaların da ki petrol rezervleri, bu coğrafyadaki rezervlerin altında. Son yıllar da, Kutuplar da, Akdeniz ‘de, Karadeniz’de harıl, harıl petrol aramalarına hız verildi. Ortadoğu’nun ve Afrika’nın zengin petrol yatakları güç olmak isteyen ülkeler için çok kıymetli.
 Ekonomistler, Çini geleceğin gücü olarak görmekteler. Çin bu ilerlemesini devam ettirebilmesi için enerji kaynaklarına yani petrole ve Türk cumhuriyetlerinde ki kaynaklara ihtiyacı var.  Ayrıca, bu bölge onun için çok iyi bir pazar.
Gelelim Rusya’ya;  Rusya da ekonomisini güçlendirmekte, Putin in son yıllardaki tutarlı politikaları sayesinde, Rusya eski günlerine dönüyor. Türkiye cumhuriyetleri, Rusya’dan ayrılmış olsalar da, ondan habersiz hareket etmemekteler. Rusya, bu bölge deki enerji kaynaklarını, bana göre,  hala rahatlıkla kullanabilir. Ortadoğu ya bu kadar yakın olması, onun için büyük bir avantaj. Petrol kaynaklarına sahip olmak demek gücünü arttırmak demektir.
O zaman mesele buralara kimler hakim olacak. Amerika bu bölgelere, neyi bahane ederek müdahale edebilir. Tabi ki karşısın da, düşman olarak yaratacağı bir güç olmak zorunda.  Bu güç kim olabilir?
Rusya’nın bu göreve soyunması demek,  İran, Çin, Pakistan’ı ve Türkiye cumhuriyetlerini karşısına alması demektir. Bu ülkeleri karşısına alıp Amerika ya rakip olamaz. Çin içinde, aynı durum söz konusudur. Tek başına buna cesaret edemez,  ya Amerika ile ya da Rusya ile hareket etmek durumundadır. Rusya ile kurduğu, Şhanghay birliğini devam ettirdiğine göre, Rusya ile birlikte hareket etmesi mantıklı geliyor.
Suriye ye yaptırım konusunda, iki ülkenin anlaşarak veto hakkını kullanması bunun bir göstergesidir. İran’a müdahaleye izin vermeyeceklerdir. Amerika’nın bu bölgeye yerleşmesi demek, Rusya ve Çin enerji kaynaklarını, istedikleri gibi kullanamamaları ve bağımlı olmaları demektir.  Ayrıca füze kalkanları bahanesiyle, Montrö anlaşmasını delerek, Karadeniz’e yerleşme niyetin de olan Amerika, bu bölgenin tüm kontrolünü eline alacaktır.  Bu, Çin ve Rusya’nın dünya gücü olmasına engel olacaktır.
Amerika,  malum en büyük destekçisi, İngiltere ile birlikte, Ortadoğu politikalarına yön vermek için Türkiye’yi yanlarına alarak, emellerine ulaşma planlarını yapmaktadır. Hocalarım, Amerika’nın karşısında,  güç olarak, Türkiye olacak deseler de ben buna kanaat getiremiyorum. Dünya bilir ki, Türkler kontrol edilmeyen bir güçtür.  Bu güçten de her zaman çekinirler. Osmanlı korkusunu hala yaşadıklarından,  tekrar başlarına musallat edilmesini istemezler.
Avrupa ise bu konuda nasıl bir politika izleyecek, şu anda Amerika’yı kızdırmadan, ekonomik krizlerle boğuşarak yollarına devam etmeye çalışıyorlar. Türkiye’nin yükselişi onları rahatsız ediyor.
Bu yükseliş Amerika’nın yörüngesinde devam ettiği için sıkıntı yaratmıyor. Asıl sıkıntı, Rusya ve Çin açısından problem olacak gibi. Suriye ye yapacağımız yaptırım karşısında buna nasıl bir tavır takınacaklar. Uluslar arası hukuku, ihlal etmek bizi zor durumda bırakacaktır.  Stratejik ortağımız bizi geçmişte çok konularda,  hüsrana uğrattı. Devletlerin güvenirliği olmaz, çıkar ve menfaatlerinin korunması önemlidir.
Bütün mesele,  Coğrafya ya hakim olmaktır. Güçlü olan, gücünü devam ettirecek, ya da  yeni güçler gelecektir. Aslın da, Amerika, Rusya, Çin pastadan büyük payı alma yarışındalar. Bu,  ya anlaşarak coğrafyayı paylaşacaklar ya da, taraflardan biri hakim olacak. Rusya ve Çin birlikte hakim olursa , bu sefer,  bu iki gücün mücadelesi boyunca coğrafya,  yeni emperyalist güçlerle mücadele edecek yani, bu emperyalist güçlerin, yeni demokrasileri ile yaşayacak demektir.
Kısacası iki karşı güç oluşuyor, Türkiye bu güçlerin yanında mı olmalı, ya da güçleri birbirine bağlayan denge unsurumu.
Bu soruya anti tez olarak; devletler bekaları için çıkarlarını ve menfaatlerini korumak zorundadır. Bu coğrafyanın beklentilerini, umutlarını, hayallerini bilen Türkiye’dir. Bölgede bir zamanlar başlatan sıfır sorun politikası devam ettirilip, ortak birlik oluşturulup, bu birliğin liderliğini üstlenmelidir. Türkiye’nin bunu yapabilecek gücü fazlasıyla var. Bu liderliğe soyunurken, yeni, eski Osmanlı kavramını kullanmadan, sömürmeden, sömürülmeden, Ortadoğu birliğini kurulabilir. Bu istenmediği için, bu bölgelerde ki etnik yapıyı kaşıyarak, huzursuzluk yaratılmaktadır.
 Amerika, Rusya, Çin, amaçları bu kaynakları, kendileri için insafsızca sömürmek niyetindeler. Ne demokrasi, ne halklar nede ölenler umurlarında.
Mısıra gelen demokraside görüldüğü gibi, din çatışmaları başladı. Bu bir Müslüman birliği değil, coğrafyanın birliği olmalıdır. Müslüman, Hiristiyan, Şafi, Sunni, Musevi vb din ayrımları olmadan. Aynı toprakta yaşayan Müslümanı , Hiristiyanı, Musevisi, aynı kültürü paylaşıyor. Mesela Suriye de yaşayan Şiler ve Suniler aynı kültürün halkı, burada birleştirici unsur kültür ve coğrafyadır,  yani geçmiş ve gelecektir. Korkum  din savaşların yaşanması.
Bu coğrafyada ki çocukların, diğer coğrafyada ki çocuklar gibi barut kokusu olmadan, huzur içinde ailesiyle birlikte yaşamaya hakları var.
Halkların bekası için, coğrafya da birliği oluşturacak, bir lidere ihtiyaç var.
Türkan Kebeci
turkankebeci@gmail.com

10 Ekim 2011 Pazartesi

Dünya Düzeni I


Dünya, soğuk savaş sonrası,  tek güçle yönetildi, gidişat göstermekteki, tek güç yönetimi artık iflas etmekte. Dünya düzenine,  baktığımızda, muhakkak çatışan iki farklı güç olmuştur ne zaman güçler tek kaldığında, işte o zaman hükmeden güç zayıflamaya başlayacaktır. İnsanoğlunun doğası da böyledir, karşımızda mücadele etmek zorunda olan birileri varsa, mücadelemiz kazanmaya yöneliktir. Eğer rakip olarak, birilerini görmüyorsak, kendimizin güçlü olduğunu düşündüğümüzde, kendimizi geliştirme adına çaba sarf etmek bir yana, yavaş, yavaş ataletin içine gireriz. Yaşamak için birilerini kendimize rakip almalıyız, ya da kendimizin rakibi yine kendimiz olmalıyız. Yani bir rakip bulmalıyız.
Avrupa’da Krallıklar, yapmak istedikleri icraatların da, Vatikan’ı engel gördüğünden, mücadeleler bu yönde olmuş, Rönesanslar ve Reformlar yapılmıştır. Osmanlı imparatorluğu ne zaman Avrupa’yı karşısında güç olarak görmeyip, kendisinin yenilmeyeceği düşüncesine kapıldığı an,  gerilemeye başlamıştır. İmparatorlukların yakılmasında bir sürü nedenler var, çöküşlerin nedenlerini,  tek buna bağlamak yanlış olur, bu sadece etkenlerden biridir. Amerika ile Rusya arasındaki soğuk savaşta bunun bir göstergesidir. İki tarafta,  karşı tarafı, kendine rakip gördüğünden, tüm gelişmelerini karşı tarafın stratejilerine göre geliştirmişlerdir. Soğuk savaş sonrasında Amerika’nın karşısında,  kendine rakip olacak herhangi bir güç kalmayınca, dünyaya hükmetme politikalarında yanlışlara sürüklenmiştir.
Amerika karşısına bir rakip yaratmak zorundadır. Bu işe de ilk önce,  siyasal İslam düşmanlığı ile başladı. Bu düşman sayesinde,  İslam coğrafyasına müdahale etme hakkını kendisinde görmüştür. Fakat, hükmetmek istediği diğer coğrafyalar için,  düşmanlar bulmalıdır. Irak müdahalesinin nedeni, hepimizin bildiği gibi nükleer silahların olmasıydı. Müdahale nedenini buna dayandırmıştı. Sonradan özür diledi, yokmuş yanılmışız dedi. Yıkılan bir medeniyeti,  bu özür geri getirmez. Bir milletin geçmişini sildiler, Bağdat kütüphanesi, geçmişin ve geleceğin tüm izleri oradaydı. Geçmişi olmayan bir milletin geleceği olmaz.  Bu durum ister istemez,  Dünya da, tepkilere neden oldu.  Amerika  övündüğü, Wilson ilkelerine ters düşüyordu. 
Gücünü devam ettirmek zorunda, bunun için yeni coğrafyalara müdahale etmeli. Tek başına yapamayacağı için,  kendisine yeni bir düşman yaratmalı ki müdahaleleri meşruluk kazansın.
Türkan Kebeci
turkankebeci@gmail.com



5 Ekim 2011 Çarşamba

İstanbul Boğazı


Bu gün, İstanbul da çok güzel bir hava var. Güneş bütün haşmetiyle gökyüzün de yükselse de, gözünüzü kamaştıran ışığı, yavaş,  yavaş içinizi ısıtıyor. Sonbahar güneşinde ki hüzün, bundan olsa gerek.
Çevre yolunda, bu şekilde işe giderken, Gaziosmanpaşa sapağında bir anda, güneşin ışıklarının azaldığını, hissetmemle gözlerimi açışım bir oldu. Etraf da sis bulutları oluşmaya başlamıştı. Zavallı güneş, sise rağmen ışığını bana ulaştıracağım diye çabalıyordu. Ben bunları düşünürken, sis deryasının içine girmiştik bile, başımı her çevirdiğim yerden, süzülüp geçen beyaz bulutlara, hayranlıkla bakıyordum. Tabi bir güzelliği yaşarken diğer güzelliği kaybediyorsunuz, güneş ışınları artık hissedilmiyordu.  Fakat bu bulutların içinden çıkmak için müthiş mücadele veriyordu. Sanki bütün güçlüklere rağmen ben varım diyen haykırışını, zayıflayan ışıklarıyla dile getiriyordu.
Okmeydanı sapağına kadar beyaz tünelin içinde ilerledik. İçimi dolduran huzuruyla, güneş gücünü tekrar göstermeye başladı. Bir anda aklıma işe gitmemek, Beşiktaş’a sahile inmek geldi, güzel bir bardak çay ve bir sigara sonra serin ve sıcak İstanbul sabahında avare gibi dolanmak, sonbaharın tadını çıkarmak. Olabilirdi aslın da, neden olmasın. Bir anda benim hayatımda benim için çok önemli olan kişinin fabrika da olmadığını hatırladım, doğru ya, bugün günlerden Çarşambaydı. Onun duyduğu güveni zedelemek istemem. Büyük bir istekle fabrika ya gidiyorum.
Aslında bu yazıyı politik düşünce ile bölmek istemesem de, düşünmeden edemiyorum. Biz politikayla uğraşmasak ta o bizimle uğraşıyor. Birleşmiş Milletlerin, Suriye ye uluslar arası yaptırımların uygulanması hakkında ki tasarıyı, Rusya ve Çin veto etti. Libya için onay veren Rusya, Suriye için veto ediyor. Rusya, Çin’le birlikte hareket etmeleri, ilerde İran’a yapılacağı söylenen müdahalenin o kadar kolay olmayacağının bir göstergesidir.  Altı ay öncesine kadar kol kola girdiğimiz, Asi nehrinin kardeşliği, sınırları kaldırma vb söylemlere dayandırılan dostluk ne çabuk yıkıldı ki, Suriye ye düşman kesildik. Sınırda gözdağı operasyonu yapıyoruz.  Libya ya müdahaleyi neden onayladılar. Bence yenidünya düzeni rotasını şaşırmış, tek güç dünyayı dengesinden çıkarıyor.
Malatya ya yerleştirilecek kalkan konusunda nasıl bir tepki verecekler. İran’ın kalkan konusunu kabul etmeyeceği kesin. Rusya, bu konu da tabi ki endişeli.ABD savaş gemileri, kalkanların yerleştirilmesiyle, Akdeniz bölgesine demir atacaklar. Bu ne demek , ABD kendisi ve İsrail için tehlike gördüğü anda Karadeniz’e çıkma hakkını kazanması demektir. Yani geçen sefer insani yardım adı altında çıkamadığı Karadeniz’e istediği anda çıkması demektir. Montrö anlaşmasını delmektir.

Dünya iki başlı düzene gidiyor, peki biz bu iki başlı düzenin neresinde duracağız. Denge unsuru mu olacağız, ya da taraf mı? Tabi taraf olmayan bertaraf olur sözünü unutmayalım.
Bu güzel ,İstanbul gününde, hiçbir emperyalist gücün, gemilerini bırakın, takalarını bile görmek istemiyorum, boğazı süsleyen gerdanımda al beyaz bayraktan başka.

Türkan Kebeci
turkankebeci@gmail.com

4 Ekim 2011 Salı

Bu Topraklar

Son bir hafta içersinde,  ABD ve İngiltere bakanları Türkiye hakkında peş peşe demeçler verdiler. Gelin bu açıklamalara kısaca değinelim.
ABD savunma bakanı Panetta;  Türkiye ye CIA başkanı iken gelmiş, bakan olunca İsrail ve Filistin ziyaretinden sonra, Türkiye ziyaretti sonrasında verdiği demecinde ‘ İsrail yalnızlaşıyor, bölge güvenliği için İsrail’in, Mısır ve Türkiye ile ilişkileri düzeltmek için her şeyi yapması gerektiğini düşündüğünü beyan ediyor’
İngiltere dış işleri bakanı William Hague, Observer  gazetesine verdiği demeçte; Türkiye bölge de büyüyen bir unsur ve Avrupa birliğinin üyesi olarak görmek istiyorum. Fransa ile  1945’den beri ilk defa Libya operasyonu sayesinde  yakın olduklarını dile getirdi.
ABD ticaret odası başkanı  Tom Donohue Dış ilişkileri  kurulu( DEİK), Türk Amerikan iş konseyi(TAİK) tarafından düzenlenen  toplantıda ki konuşmasında şu açıklamalar da bulunmakta.  Amerika ekonomisinin planlarının, Amerikan ürünleri ve hizmetleri için pazarlar, ekonomik ve zengin enerji tedariki temin etmeye, turizm sektörünü  desteklemeye odaklandığını ve bu alanlarda Türkiye nin gelişme kaydettiğini belirtiyor. Katlanarak büyüyen  Çin ile Euro bölgesinin yüzleştiği krizine değindi. Yaşanabilir Euro bölgesi ve AB’nin, Türkiye’nin ekonomik refahı ve büyümesi için elzem olduğunu vurguluyor. İkili ticaret 15 milyar dolar civarında.
 Savunma bakanı Panette, İsaril in yalnızlaştığını söylüyor, bu açıklamanın doğruluğuna inanmak mümkün değil. Akdeniz’ de İsrail i destekleyip, Rum kesimine yüz veren, petrol aramayı yapan Amerikan şirketleri olduğuna göre açıklamanın pek önemi kalmıyor. Filistin’in BM başvurusu sonucunda,  kabulü için dış temaslar da bulunan, gerektiğinde rest çekme noktasına gelen Türkiye,  KKTC tanınması için malesef aynı çabayı göstermiyor. O zaman KKTC üzerin den Akdeniz politikası şekillendirilmeye çalışılmaktadır. İsrailin tutumu, aslında Amerika tarafından desteklendiğinin bir göstergesidir. Bu sayede Amerika,  Akdeniz üzerindeki üstünlüğünü sağlamlaştırmaktadır.  
Türkiye’nin,  Suriye ile ilişkileri bozulması sonucunda, Suriye bizimle olan ticari ilişkilerini kesti. Bu yılın ocak- temmuz döneminde ki ihracat hacmimiz 1 milyar 432 bin dolardı.
Peki,  biz ne yapıyoruz. İsrail ile ticari ilişkilerimizi kesmek bir tarafa, ticaret hacmimizi artırıyor,   Akdeniz’de savaşın eşiğine gelindiği imajını veriyoruz.
İngiltere dışişleri bakanı Willium Hague, bizi Avrupa birliğinde görmek istiyormuş. Şu anda dağılmaya yüz tutan bir Avrupa birliği var. Aslın da İngiltere euroyu kabul etmemekle  birliğin çatlamasına neden olmuştur. Amerika ve İngiltere arasındaki anlaşma ile  İrlandanın euro dan çıkmasına  ve kendi para birimini basması için anlaşmaya varılmıştır. İtalya da euro dan ayrılmayı düşünürken, İngiltere Türkiye’yi Avrupa birliğinde görmek istiyor. Çünkü yaşlanan Avrupa kıtasına Türkiye’yi dahil ederek toparlanmanın yolları aranmaktadır. Birlikte olan Fransa ile İngiltere 1945 den beri Libya sayesinde yakınlaştığını açıkça dile getirmektedir. Bu durum İngiltere,  Amerika politikalarını uygulayan fakat birliğin amaçları ve çıkarları doğrultusunda hareket etmediğinin göstergesidir. Aralarında güvenin oluşmadığı bir birlikte, biz onlara nasıl güvenelim.

ABD ticaret odasının başkanı Donohue’de,  aslında niyetini açıkça dile getirmektedir. Amerika ürünleri ve hizmetleri için pazarlama ve zengin enerji tedarikine ihtiyacı olduğunu, bunları elde edebilmek için ticaretimizin geliştirilmesini istiyor. Tabi ticaretin geliştirilmesinde ki amaç, petrol kaynaklarına, Orta Asya ve Afrika’nın,  zengin enerji kaynaklarına,  küresel sermaye için iyi bir pazar olan bu bölgelere bizim aracılığımızla sahip olmak istemektedir.
Bütün bu açıklamalar göstermekte ki, bu coğrafya bizim yönetimimize bırakılmayacak kadar değerli. Yapılacak tek bir şey, bu coğrafyadaki ülkelerle ortak birliğin kurulmasına öncülük ederek,  liderliği üstlenmemiz gerekir. Tabi bu liderlik birilerin diretmeleri sonucunda değil, bu coğrafyanın bekası için olmalıdır. Biz her dönemde yeni devletler kurarak yaşamımızı devam ettiren bir milletiz. Etnik ayrılıklara fırsat vermeden birlikte yaşamalıyız.
Bu coğrafya, diğer kıtaların yaşaması için varlığını sürdürmek zorundadır.  
Bu birikim Anadolu topraklarında fazlasıyla var.
Türkan Kebeci

24 Eylül 2011 Cumartesi

HAZAN

İstanbul, hayatımın en önemli şehri ve bu gün İstanbul çok güzel. İki gündür kapalı ve yağışlı bir havadan sonra,  güneşi görmek. Hazan mevsimi bir başka güzeldir bu şehirde. Yağmurlu ve güneşli bir günü aynı anda yaşarsın. Taksim'de kalabalıkta kaybolup, boğaz da sıcak bir çayda sükuneti bulursun. Dolmabahçe sarayın önünden yavaş yavaş geçerken, çınar yaprakların yere süzülerek düşüşünü seyrederim, önce  çocukluğumu, sonra tarihimi yaşarım. 

Bu güzellikler arasında, tersliklerle başlayan bir günde, herşeyin  üst üste gelmesi. Evden çıkarken kıl payı kaçırdığım minibus, sigaramı unutuşum, ayakabımın topuğunun kırılması ve ayakkabı tamircisi aramam ve derse yetişme telaşı içinde koşuştururken, yeşil ışıkta tam karşıdan karşıya geçmeye adım attığımda, trafik canavarıyla  burun buruna gelişim. Derler ya insanın hayatı, pamuk ipliğine bağlıdır. Bu gün, bunu çok iyi öğrendim, kıl payı kurtuldum. Son günüm de olabilirdi. Olmadı, pamuk ipliğim sağlammış. Kopmasına  daha zaman var demek ki.

İçimi ısıtan güneşin varlığını daha iyi hissettim. Yaradanın gücü, varlığımı, varolmamı sağladı. Yaradanın her ortamda varlığını hissetmek yaşamak, asıl mutluluk bu olsa gerek. Yaradanı yaşamak, yaşardım. Bu gün bir kere daha farkına vardım.

Hazanı yaşamak İstanbul’da , yaşayacağım. İçimi ısıtan güneşin sıcaklığını ve bir gün önceden yağan yağmurun serinliğini hissederek, hazanın güzelliği bu olsa. Hem umut, hem de hüzün bir arada, iki zıt duygunun yaşandığı Eylül İstanbul’da.
İnançlara, medeniyetlere beşiklik eden, farklı dünyaların yaşandığı bu şehirde, eylülü yaşamak.
Bu  gün beni çok bekleyecektin, bütün keşmekeşliğine, çirkin yüzüne, trafiğine, kalabalığına rağmen senden vazgeçemem.

İnadına yaşamak, nefes almak, tüm olumsuzluklara rağmen, hayata gülümsemek.
İnanıyorum günüm, istediğim gibi güzel bitecek

Çünkü doğum günümü kutlamak istiyorum.

Türkan Kebeci

5 Eylül 2011 Pazartesi

CADI KAZANI

                                                              
Ş u anda bulunduğumuz ortamın cadı kazanından hiçbir farkı yok. Komşularımızla başladığımız sıfır sorun politikasının yerinde yeller esiyor. Önce Libya’dan başlayalım isterseniz;
Libya ile aramıza kara kedi girdi. Aslında başbakan ilk demecinde doğru söyledi, ‘ne işi var Nato’nun Libya’da’  bu sözlerinde yerden göğe kadar haklıydı, Nato’nun amacı demokrasi getirmekti , biz bunu algılayamadık, bu coğrafyadan Osmanlı çıktıktan sonra her dönemde demokrasi getirilmek için uğraşıldı 1922’li yıllarda da bölge de demokrasi söylemleri ile birlikte ülkelerin kendilerini yönetecekleri fikri, özgürlük nutuklarıyla Faysal diktatörlüğünü  getirdiler. Şimdi gene demokrasi söylemleri ,  o kadar sihirli bir sözcük ki ülkeleri paramparça etmeye yetiyor. Evet, demokrasi için öne atılan ve  1789 devrimi ile övünen  fakat bana göre insanları susturmak için biraz daha fazla insan haklarının tanındığı fakat krallığın yerine farklı zümrenin geçtiği bir ihtilalin sahibi olan, Fransa  demokrasinin karşılığını aldı % 35 Libya petrolleri. İşte demokrasi bu.. Başbakanımız geri atım atarak muhaliflere destek oldu hem maddi hem de manevi,  kendimizi bu ateşin içine atıyorsak bizde Fransa gibi demokrasi olarak karşılığını almalıyız.
Suriye; sınırları kaldırmayı düşlerken, bu bayramda bayramlaşma yasağını getiren biziz. Bu durum kimin işine yarıyor tabi ki İsrail in. İsrail’e karşı olan Suriye,  Hamas ve Hizbullahı destekliyor,  o zaman Suriye tehlikesinin ortadan kalkması gerekli, bunu için demokrasi getirilmeli, Suriye’nin kuzeyi  kürt bölgesi ve biz bu konuda sıkıntı yaşıyoruz. İçimizdeki kürt sorununu çözmeden,  Suriye ile ilişkilerimizi bozduk  batının istediği demokrasi uğruna,  gelen demokrasi sonucunda petrol kaynaklarını kimin alacağı belli, madem demokrasinin ceremesini çeken bizsek ve yıllarca demokrasiyi yerleştirmek için uğraşıyorsak mütavazi olmanın anlamı yok.
Kala kala elimizde İran kaldı, fakat füze kalkanı ile tehdit ediliyor.  İran’ın Avrupa’yı vurma tehlikesi karşısında füze kalkanı ülkemize kurulacak, İran İsrail için bir tehdit ise bu kalkan Avrupayı korumak için değil, İsraili korumak için topraklarımıza kurulacak. İran ile de ilişkilerimiz bozulacak, doğalgaz ve petrol kaynaklarına demokrasi uğruna el konacak ve İsrail’e sorunsuz bir Ortadoğu bırakılacak.
Şimdi sormadan edemiyorum Suudi Arabistan demokrasi ile yönetiliyordu değil mi?
Kuzey Kıbrıs Rum kesimi Akdeniz de doğalgaz arayacak, Rum kesimini kim destekliyor, tabiki İsrail, dış işleri yaptırımlar uygulayacak, peki şimdi ne olacak, doğalgaz arama işinden İsrailin desteğini alan Rum kesimi vazgeçmeyecek, çünkü Amerika İsrail in arkasında yer alacak ve  biz geri adım atacağız.
Filistin 20 eylülde BM’lere müracat edecek; tabi İsraili ilk tanıyan bizdik, Filistin ide ilk tanıyan biz olacağız. Amerika şimdiden başvuruyu engellemeye çalışıyor. Evet oyu sonucunda İsrail’ le kriz ne boyutlara varacak, Ortadoğu da terörün hız kazanması bizi nasıl etkileyecek, PKK lıları eğiten İsrail ve Amerika kürt kartını kullanarak ülke içinde pkk saldırıları hız kazanacak.
Gelelim İsrail’e askeri, diplomasi alanında yaptırımlar uygulanıyor, fakat ticaret hacmimizde düşme yok. Orta doğuda olan tüm değişikler İsrail’in işine yarıyor o zaman biz kriz yaşamıyoruz ya da onlara ültimatom da vermiyoruz, biz sadece kendimizi kandırıyoruz,  istenilen doğrultuda davranıyoruz. Clinton’la çak yapıyoruz, sorunlarla boğuşuyoruz. Çak niçin yapılır işiniz istediğiniz gibi giderse yaparsınız.  Bizim için gitmediği kesin…
Aslında komşularımızla sıfır sorun politikası açıklandığında işte bu coğrafya’nın huzur bulacağı an ve Türkiye’nin bölgede güçleneceği bir dönemin geldiğini düşündüm, bu açıklamalardan dolayı başbakanımıza hayranlık duymadım dersem yalan olur. Çünkü bizim için yeni pazarlar, ekonominin güçlenmesi  demek ve siyasi açıdan bölgede lider olmak demekti. Öyle hayal kurdum ki bu oluşum ile Türkiye cumhuriyetleri ile daha güçlü ilişkilerin kurulması  sonucunda,  üreten, satan ve daha ucuz enerji kullanım hakkını elde etmek demekti. Hafızam beni yanıltmıyorsa  1945’li yıllar iki dünya savaşına girmeyen Amerika o yıllarda dünya üretiminin % 35 sağlayarak güçlü ekonomilerinin temellerini attılar. Yaşlı Avrupa kıtası Pazar olarak bitti ve yaşanan krizler bunu açıkça göstermekte, bunun için etrafa demokrasi kılıcı ile saldırarak pastayı paylaşıyorlar. Güçlü Türkiye’yi bu bölgede istemezler, başbakanda bunun farkına vardı ve demokrasi söylemlerine bizde başladık.
Adnan Menderes hükümetinin Rusya ile yakınlaşması ve anlaşmaların yapılması Demokrat partinin sonunu getirdi, ihtilal ve idamlar demokrasi tarihimize kara leke olarak yazıldı.
1964 Türkiye nin Kıbrıs çıkarmasını engellemek istenir ve  İsmet paşa geri adım atmayınca şu meşhur sözü söyler ‘Yeni dünya düzeni kurulur ve Türkiye de o düzende yerini alır’ evet yerini aldı İnönü hükümeti devrildi.
Başbakanımızda sıfır politikasını terk etmek zorunda bırakıldı, çünkü destekleyen güçlerin ne yapacaklarını çok iyi biliyordu. 20 eylül ve evet oyu sonucunda neler olacak birlikte yaşayarak göreceğiz
Hiçbir zaman huzur bulmayacak bir coğrafyanın ortasındayız, güçlü bir lidere, güçlü bir orduya ve birlik olmaya ihtiyacımızın olduğu bir dönemdeyiz…

Türkan Kebeci
turkankebeci@gmail.com

19 Ağustos 2011 Cuma

Biz Halkız

Evet,  halk olarak, yaşadığımız olaylar, bizi ister istemez hiddetli düşünmeye ve konuşmaya itiyor. Fakat bu sözler ve hakaretler hiçbir zaman çözüm yolu olmayacaktır. Bizim hiddetli davranışımız sadece, aramızda ki uçurumu açmaya yarayacaktır.  Bizler birliği ve beraberlik duygularımızı geliştirmek için uğraş vermeliyiz. Bizler farklılıklarımızı aynı topraklarda yaşayarak, aynı havayı soluyan, aynı kaderi paylaşan etle tırnağız. Dünyada aynı şeyleri paylaşıp farklı olan bir millet var mı? Belki de hazmedilmeyen de budur.
Bu coğrafya,  yıllarca savaşları yaşayan, konumundan   dolayı herkesin sahip olmak istediği bir diyar. Kafanızı bir kaldırın şöyle bir bakın etrafınıza; kuzeyde, hırçın Karadeniz’in etrafında dizilen Ukrayna, Rusya, Bulgaristan, doğu da, Azerbaycan ve türki cumhuriyetlerini, güneyde,  İran, Irak, Suriye ve Akdeniz’in, gerdanını süsleyen inci Kıbrıs’ı, batı da Avrupa kıtasını görürsünüz. Bunları görmek için sadece başınızı kaldırıp bakmanız yeterlidir.  Her yere sahip olduğunuzu anlarsınız. Böyle bir konuma sahip  ülkeye,  herkes sahip olmak isteyecektir. Hele birde bu diyarın etrafı enerji kaynakları ile doluysa,  emperyalist canavarların  iştahını yıllarca kabartmış ve kabartacaktır.
Şehitlerimiz için çok üzüldük, bu üzüntümüzün tarifi elbette mümkün değil, fakat ateş düştüğü yeri yakar. Aynı ateş bu ülkenin evladı olan Mehmet’in karşısında ki diğer Mehmet’in evine de düştü. O da bu topraklarda doğdu, bu havayı soludu. O zaman aynı toprağın iki fidanı nasıl karşı karşıya getirildi. Biz bu senaryoyu daha önce yaşadık; 70’li yıllar gençlerimizi sağ,  sol, alevi ve suni diye karşı karşıya getirip, geleceğimiz olan gençlerin birbirilerini öldürmelerini seyrettik.  Yine sahnede gençlerimiz, senaryo aynı, halkı birbirine düşürüp aramıza nifak tohumlarını ekmek.  Bu coğrafya halkı yıllarca aşiretlerin, şıhların,  ağaların egemenliği altında kaldı. Onların dedikleri doğrultusunda hareket edebildiler. Töre uğruna, namus uğruna ezildiler. Dizilerde seyrettiğimiz ağa filmlerinde ki gibi değil her şey. Bize sadece zengin ağaların yaşamları gösterildi.
 Hiçbir iktidar, oy korkusuna buralarda toprak reformunu gerçekleştiremedi. 80  li yıllar dan sonra farklı amaçlar için oluşturulan  pkk adı verilen oluşumun baskısını yaşamaya başladı. 90 yıllar da bu baskılara,ordu ve emniyet güçlerin baskısı geldi.  Devlet olarak, buradaki halkımıza,  sizler neler istiyorsunuz, sıkıntılarınız nedir demedik. Baskılara terk ettik. Geçmişten gelen yanlışlarımızı düzeltmeye koyulduk.  Devletin açılım atağı doğru,  fakat uygulamada yanlış yönlendirildi. İçinde ne olacağını bilmediğimiz açılım, sadece örgütü aklamak için kurulan ve ayaklarına gönderilen mahkemeye dönüştü, toplumun tepkisine neden oldu, bunlar özellikle yapılmış gibiydi.  Böylelikle halkımızın arasına ilk ateş atılmış oldu. Seçim öncesi,  seçime girmesine izin verilen milletvekillerin seçim sonrası milletvekilliğin kabul edilmemesi, sivil itaatsizlik adı altında yapılan oturma eylemleri, devletin memuruna atılan tokat ve son damla özerklik ilan edilmesi. Devletin  tüm bu eylemlere sessiz kalmasını anlamak mümkün değil. Bu sessizlik karşı tarafı cesaretlendirdi. Her bir adımı daha cüretkar attılar. Fakat hükümet, daha özgür bir anayasadan bahsederken, illerde seçim yapıp bu seçimi milli mücadele deki seçime benzettiler. Vergi vermeme konusunda inatlaşmaları, yol kesip kimlik kontrolleri ve bunların üstüne son iki hafta da verilen 36’tı şehit,  tüm halkın sinirlerini yeterince gerdi. Toplumdan hükümete sesler yükselmeye başladı. Burada neden sorusunu sormamız gerekli, daha özgür anayasa hazırlanırken, bdp’yi meclise getirmek için yollar aranırken, neden bu kadar tepki toplayacak eylemleri yaptılar. İstenilen bumuydu acaba, peki işler bu noktaya gelene kadar hükümet bu olaylara neden sessiz kaldı.  Zamanında yaptırımlar uygulansaydı yine olaylar bu noktalara gelebilir miydi? Bu cüretti nerden aldılar. Ya da yapılmak istenilen bumuydu?
Halkın tepkisini bastırmak için düzenlenen hava harekatı ne kadar doğru, kullandığımız ortak istihbaratın  pkk ya ulaştırılmış olması, ya da yapılacak harekatın haberlerini basından duyurulması sonucunda, uçaklarımızın kandili boşuna bombalama ihtimali yüksek değil mi? Bu harekatla toplumun tepkisi bastırılmış olacak.
8 yıldır pkk’ya karşı fiili harekat yapılmamış iken, bölgemizde bu kadar kargaşanın olduğu bir dönemde, hava harekatıyla bir taşla iki kuş vurulmak istenmiş olabilir.
Böylelikle gerilen toplumun tepkilerini bastırmak, bu eylemlerin kaynağını Suriye ye bağlayarak, Türkiye’nin müdahale eylemine meşrutiyet kazandırmak. Biz sınırımızın dışında kandili bombalayalım, onlarda sınırlarımız içinde ki karakolları bombalasınlar, artı ve eksi kutuplar gibi hedefler zıt yönlere hareket ediyor, bu hedefler aynı yöne niye hareket etmiyor.
Asıl sorun, bu gençlerimiz  örgütün ağına nasıl düşürülüyor, kendilerine neler vaat ediliyor, bu yöredeki halkımızın beklentileri doğrultusunda çözüm yolları bulunduğu takdirde hiçbir ailenin ocağına ateş düşmeyecektir.
Diyarbakır, güzel anılarımın geçtiği yer. İstanbul’dan gittiğimizde bana yabancı olan bir kültürün içinde bulmuştum kendimi. Giyim, konuşma, değer yargıları farklı olan bir yer. Sokaklar da patlıcan közlemek için yakılan ateşleri, ilk tandır ekmeğinin tadını, dam üstünde yatmayı, sokak düğünlerini, uçsuz bucaksız pamuk tarlarında pamuk toplayan cefakar kadınları, sıcak Diyarbakır akşamlarını..
 Nasıl alışacağım derken birde baktım ki en iyi dostlukları kurdum bir yer oldu.  Diyarbakır lisesi ve buradaki arkadaşlarım. 
Ayrıca bana coğrafya dersini sevdiren, çok sert yapısının altında yumuşak bir kalbi olan, herkesin kendisinden korktuğu fakat kendisinden hiç korkmadığım, eğitim ordusunun bir neferi olan, Mardin canavarı hocama da Allah’tan rahmet diliyorum..
 Gitmediğimiz yerler ve oralarda yaşayan halkımız hakkında ön yargılı olmamalıyız, bu toprağın her köşesinde yaşayan herkes benden, sizden biri,  sadece farkımız hayatın bizlere sunduğu olanaklar doğrultusundadır farklılıklarımız.
Bizler Anadolu halkıyız.
Türkan Kebeci

13 Ağustos 2011 Cumartesi

Biz Anadoluyuz




Orhan Veli’nin gözlerini kapatıp İstanbul’u dinlediği gibi, bende gözlerimi kapatıp kendimi dinlemeye koyuldum. Gürültülü bir ortamda, göz kapaklarımı ağır, ağır kapatıp, loş karanlığın içine kendimi bırakıverdim. Beynime hep güzel şeyler kurması için komutlar göndermeye başladım. O düşünmeye geçmeden önce ben ona hükmetmek istedim. Ben ne kadar istersem de,  yine benden önce davranmıştı. Bu durum’dan  benim kadar çevremdeki çok insanda şikayetçiydi. Şikayetçi olmamız nafile herkes gibi oda bildiğini okudu  ve  beni  bir sürü can sıkıcı olayların içine çekiverdi.
Çevremiz de birçok acımasız, çirkin olaylar olmakta, her gün en az birkaç tanesine görsel ve yazılı basında,  denk gelmeyenimiz yoktur.  Son haftalar da basında olanları hatırlayalım;
Kadınlarımızın uğradığı şiddetler hat safa daydı, dövülüp otobüs duraklarına bırakılanlar, ayrıldığı için çocukların önünde bıçaklananlar, 11-14 yaşlarında kendileri çocukken çocuk sahibi olanlar, sevgisine karşılık verilmediği için kesilenler, başka erkeklere para karşılığında satıldığı için intihar edenler , ya da para için babaları yaşlarındaki erkeklerle evlendirilenler, bunlar sadece basına yansıyıp ta haberdar olduklarımız dan  birkaçı sadece. Ya olmadıklarımız onlar kim bilir neler yaşamaktalar. Bilmek mümkün değil elbette. Bu acıları çekenler,  bizim kadınlarımız. Nazımın değdi gibi; sofrada öküzden sonra yeri  olan kadınlarımız. Bunun cevabını aramak tabi ki sosyologların işi elbette , yine de neden sorusunu kendime sorma dan edemem.
Kadın bizim toplumuzda kıymetliydi, anamız, bacımız yarimizdi. Uğruna mahpuslar yatardık, namusumuzdu.  Ne oldu da bu hale geldiler. Loş karanlıkta beynim fıldır,  fıldır,  bu soruya cevap aramaya başladı. Bizlere has olan değer yargılarımız; büyüklerimizi sayardık, küçüklerimizi sever ve korurduk,  misafirimize  hürmet ederdik, akrabamızdan daha yakın olan komşularımızın hakkına hukukuna saygı gösterirdik, namusuna, emanetine göz diktirmezdik. Sokakta kadınlarımıza saygı gösterirdik. En kabadayı geçinenler bile kadının karşısında susardı. Şimdi ise toplumda kadın bir şey söylemeden erkekler kadınlarla ağız kavgası etmeye başlıyorlar. Büyüklerimizi  saydığımızı söyleyebilmeyi isterdim.  Anne ve babalarımızla kavga ediyoruz işimize gelmezse moruklar lakabını yakıştırıyoruz. Bakamadığımız için bir sürü huzur evleri açtık bizim yerimize baksınlar diye, bayramlar da eş dost gelir diye günler öncesinden hazırlık yapardık, şimdi ise bayramlarda kimseyle uğraşmamak için kaçıyoruz, artık bayram demek tatil demek.  Aldığımız herhangi bir eşyayı, herkes görsün diye uluorta çıkarmazdık, şimdi arkadaşlarımızın gözlerine sokuyoruz. Toplum değişmişti, bu değişimden tabi ki kadınlarımızda nasibini aldı,  hem ev hem de işte çalışmaya başladılar. Eşitlik bu bireylere farklı olarak öğretildi. Oysa eşitlik erkeklerin görev yükünü azaltmak olmamalıydı.
Değişim olmadan,  toplumların ilerlemesi düşünülemez. Bu değişimde küreselleşmenin etkisi elbette var. Küreselleşme kültürel emperyalizmin  kendisidir. Toplumların bu değişimlere, karşı koyması mümkün değildir. Fakat her toplum farklı kültür yapısına sahip olduğundan,  her değişim her toplumda farklı sonuçlar vereceğinden, devletler bu değişimler için sosyologlarını görevlendirip çözümler üretmeli, değişim sürecinde toplumlarını,  çok hasar almadan, bu değişimlere hazırlamalıdır. 
Hazmedilerek yaşanan değişimler de,  kültürel  dejenerasyon daha az olacaktır. Bunun için devlet ve sivil kuruluşlar birlikte çalışarak toplumun eğitimiyle ilgili çalışmalar hazırlamalıdır.
Görev dağılımları, erkek ve kadının rolleri iyi belirlenmelidir. Çünkü çocukların yetişmesinde, karakterin oluşmasında,  bu roller etkilidir. Kadına yönelik şiddette,  devlet bu olayların sebeplerini,  araştırmalı ve gerekli önlemler almalıdır. Bu tip olaylarda cezai işlemlerin ağırlaştırılması caydırıcı bir önlem olabilir. Ayrıca cezanın zamanında tecellisi çok önemlidir. Sığınma evleri açmak çözüm olarak gösterilmektedir.  Çözümsüzlüğü ört pas etmek için alınan geçici önlemlerdir. Sığınma evleri açmakla övünen siyasetçiler için bu utanç kaynağı olmalıdır. Şiddeti gören kadın, evinden,  barkından , koparılan kadın, bilmediği yerlere yerleştirilen yine kadın. Peki bu uygulama cezamı, ödül mü? Eğer şiddeti gören kadınsa, evden uzaklaştırılan sığınma evlerine yerleştirilen de erkekler olmalıdır. Şiddet problemiyle karşılaşan kadınlar için en küçük yerleşim yerlerinden şehirlere kadar her yerde müracat edebileceği birimler olmalı, maddi ve manevi  tüm koruma önlemleri alınmalıdır.
Kadınına değer veren devletlerde,  bireylerin değer vermemesi düşünülemez. Toplum kadın ve erkeklerin omuzlarında birlikte yükselir, omuzun biri çöktükten sonra toplumun ayakta kalmasını beklemek hayalden öteye gitmez.  Unutmayın geleceği , biz kadınlar yetiştirdiğimiz için,  hem ülkenin hem de erkeklerin geleceği bizim ellerimizde. Sağlıklı,  başarılı bir geleceğe sahip olmayı isteyen toplumlar,  kadınlarına gereken değeri vermek zorundadırlar. Bizler bu ülkeyi birlikte kurtardık, birlikte kurduk ve birlikte yükselteceğiz.  Çünkü biz  Anadolu’yuz…
Bu olaylar zihnimde döndükçe, göz kapaklarımı kaparken oluşan loş karanlık, zifiri karanlığa dönüvermişti. Sanki kör kuyulara düşmüştüm, kendimi bu zifiri karanlıktan bir an önce kurtarmak istedim, karanlıkta boğuluyordum. Gözlerimi açarken içime bir huzur çöküverdi.  Evet , biz Anadolu’yuz, medeniyetlerin beşiği isek, geleceğimizi de daha güzel yapacak güce sahibiz, biz Anadolu kadınıyız.

Türkan Kebeci
turkankebeci@gmail.com

11 Ağustos 2011 Perşembe

Biz olmak



Gitmek her şeyi arkamda bırakarak gidebilmek isterdim, bilmediğim diyarlara yelken açmak. Rüzgar nerden eserse yelken kendiliğinden  dönsün otarafa,  kuru bir dal gibi sürükleneyim rüzgarın önünde. Hiç sorgu sual etmeden sessizce yörüngesine gireyim. Rüzgarım, poyraz, lodos olmasın , yapraklarım yitirmiştir güzel yeşil rengini ve tazeliğini,  dayanamam  onun  bu şiddetine,  kırılıveririm. Onun için rüzgarım   meltem olsun,  ılık ılık essin ve yavaş yavaş  götürsün gideceğim yere.  Giderken  en çok sevdiğim türküleri  söylesin kulağıma, ülkemin bir ucunda yakılan türkülerini diğer ucundan duyabileyim. Sesimi duysun tüm halkım eşlik etsin rüzgarla bana. Bir ağızdan söyleyelim kardeşlik türkülerini, birlikte halayları, zılgıtları çekelim. Nazımın dediği gibi bir ağaç gibi hür ve özgür bir orman gibi kardeşce sine yaşayalım diye düşünürken,  İzmir’in kavakları türküsünün namesi kulağıma gelmeye başladı. Meltem benden önce başlamıştı söylemeye, evet gidilecek yer belli olmuştu. Koyulduk İzmir’in yollarına. ‘İzmir’in kavakları dökülür yaprakları, bize de derler  Çakıcı yıkarız konakları, yar fidan boylum’ ilk kurşunun atıldığı yer, ilk milli mücadele kıvılcımının başladığı güzelim İzmir’in sesi  tüm ülkeye nasılda yayılmıştı. İngiltere’nin  verdiği gazla güzel  İzmiri ve  Batı Anadolu’yu işgal eden Yunanlıların,  denize dökülüşü ile, özgürlüğün, bağımsızlığın öncüsü ve zaferin son noktası oluvermişti. Amasya da doğan güneş, Erzurum’a, Sivas’a yayılmıştı.  Ben bunları düşünürken meltem Urfa’nın etrafı dumanlı dağlar türküsünü mırıldanmaya başlamıştı bile. Güzelim Antep, Urfa, Maraş   halkım nasılda karşı koymuşlardı ,Fransızların zulmüne.  Ayrımız gayrımız yoktu Türkü, Kürdü, Zaza, Alevi, Suni, ayrımını  bilmezdik kardeşce  yaşayıp, omuz omuza savunduk . Fransızların emellerine ulaşamadığı güzelim toprakları.
‘Kalenin dibinde taş ben olaydım, gelene geçene yoldaş olaydım, bacısı güzele gardaş olaydım’  meltem den önce benim dilime dolanmıştı bu türkü, götür beni o diyarlara. Gidelim çayhanalara, meyhanalara,  akrabalarımızın olduğu diyarlara. Bu coğrafyayı Osmanlıdan koparmak için atılan nifak tohumlarının sonucunda İngilizlerin işgal ettikleri Suriye,  Libya, Mısır’da zulme ve emperyalizme karşı direniş ateşini yakmak için Mustafa Kemal Paşa az uğraşmamıştı, Osmanlı Devletine karşı özgürlük isteyenler parçalara bölünüvermişlerdi. 
İnsanoğlu ne kadar gitmek istese de geride bıraktıklarını düşünmeden de edemez. Onun için gitmeler sadece kaçıştır. Tekrar yaşadığı yerlere ve zamana geri gelmek ister, her şeyin bir bitiş zamanı vardır. İnsanın ömrü hep bahar yada hep kış olmaz elbette, bazen baharla birlikte kışı da yaşarız. Bazen dostlarımız bizi yada biz dostlarımızı bırakıp gideriz. Zamanı gelmişse ayrılığın gitmek en güzeli. Bizimde zamanımız gelmişti, meltem  vedalaştı  benimle, farklı diyarlara gitmek için.
 Hayatımdaki,  arkadaşlarım, dostlarım, işim, benimle çalışanlar, eşyalarım, kitaplarım ve sevdiklerim bana bir şey katabilmeli, sevgilerim, kavgalarımdan bir şeyler öğrenebilmeliyim ve öğretebilmeliyim birilerine, faydam olmalı, olmadıktan sonra ne anlamı var insan olmanın, ben olmanın. Evet ,  işte yine aynı yerdeyim  bu gitmeler ne kattı bana;  Anadolu’da kardeşce yaşamayı , zulme birlikte karşı koymayı, paylaşmayı, kısacası ben değil biz olmayı öğrendim.  Ben öğrendim de ülkemde bunu göremiyorum. Özerklik adı altında 45 ilde millet seçimi yapılıyor, sesimiz çıkmıyor. Neymiş milli mücadelede ki gibi. Olacak iş değil, aklın alması mümkün değil.  Suriye yi parçalamaya çalışan emperyal  güçlerle bir olup, akrabalarımıza ültimatom veriyoruz. Altı ay önce biz Asi nehrinin kardeşliği ile akrabalarımız ile aramızda ki sınırı kaldırmadık mı, ticaretimizi geliştirmek için anlaşmalar yapmadık mı? Ne oldu altı ay içinde ne değişti. Mazlumun yanında yer alan bizler şimdi güçlünün yanında mı yer alacağız. 20 yy da parçaladıkları yetmedi mi?
Bir zamanlar Yunanlılara verilen gazı şimdi bize veriyorlar, dış basın Türkiye’ yi yere göğe sığdıramıyor. Bu gazla Suriye kardeşlerimize ultimatom veriyoruz. Suriye’yi  parçalamak için  Amerika tarafından kurdurulan Adalet ve kalkınma harekatının Suriyeli liderini ve Amerikalı yetkilileri beş gün İstanbul da konuk edip, üst düzey yetkililerle  bizde toplantıya ev sahipliği ettik . Daha fazla parçalara bölüp,  yönetilmesi  kolay olsun diye emperyalist güçlerle bir oluyoruz.  Ortadoğu topraklarında ikinci bir İsrailin kurulmasına  ve korunmasına mı  bekçilik edeceğiz.  Irak’ı parçalamak için kullanamadıkları askerlerimizi şimdi kullanacaklar. Nasıl olsa ordu istenilen kıvama getirildi.
 İsrailin kurulması için Osmanlıya para teklif eden İngilizler padişah Abdülhamit’ten aldıkları cevabı unutamamışlar ki, torunlarına ikinci bir İsrail’i kurdurup bekçilik yaptıracaklar. Geçmişini değerlendiremeyen milletler için tarih tekerrür eder.
Tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer kürkçü dükkanıymış,  benimde gitmelerim sadece kaçıştan başka bir şey değil. Kalmak en güzeli, olup biteni görmek için.
 Bu topraklar da biz olarak kalmak,  kardeşce.
Türkan Kebeci
turkankebeci@gmail.com


26 Temmuz 2011 Salı

Beklemeler

                                                           BEKLEMELER..
Gene Acıbadem, burada görmeden birini sevdim,  görmeden onun için mektup yazdım. Çok seveceğime söz verdim. Sözümü tutmak mı,  kendimce tutuyorum. Peki  siz , benim  gibi görmeden birini sevdiniz mi? Ben,  görmeden sevdim. Haktan gelenin sevilmemesi mümkün mü? Değil elbette, bende haktan gelenin güzelliğine inandığım için çok sevdim. Yine burada onun için yazdım, bu ikinci yazışım, bu sefer gördüğümü bekliyorum. Bir zamanlar nasıl olacağını beklerken, hayal kurardım, nasıl olacak acaba. Kıvrım, kıvrım saçlı, beyaz pamuk tenli, zeytine benzeyen siyah,  iki çift güzel gözü sevdim. Bu güzelliği tamamlayan tatlı dilini sevdim, seni çok özledim derken, sıkıca sarılışını sevdim. Bir zamanlar görmeden severken, şimdi gördüğümü bekliyorum. Gelmesini  beklemek,  beklemek…
Hayatın en zor yönü beklemek, neyi beklersiniz; hastayı beklemek, ölümü beklemek, gidenin geri gelmesini beklemek, sevdiğinin aramasını beklemek, sevildiğini bilmeyeni beklemek. İnsanın hayattaki imtihanı  beklerken sabretmek olsa gerek. Beklerken derinden çekilen bir of ile rahatlamak isteriz. Geleceksin bana şimdi, o kıvırcık saçların kesilmiş şekilde, olsun gözlerinde ki bakışın bana yeter.
Birde gördüğümü çok sevdim, korka,  korka. Kaybetmekten korktum. Allah’ımın bana verdiği en güzel hediyeyi kaybetmekten.  Karşınız da oturan biri gözünüzün içine bakarak, duygusuz bir ses tonuyla ‘‘kaybetmeye hazır olun’’ diyor. O an,  doruğu göğe erişen dağlardan kopan kayalar gibi parçalar kopardım,  depremleri , gelgitleri  yaşadım, fırtınalar estirdim gönlümde. Biçtikleri kırk sekiz saati beklemeye başladım sessizce.  Beklemek, beklemek…
 Yine bekleyiş, bazen diyorum ne varsa bir anda;  iyiyi, kötüyü, acıyı,  sevinici yaşayayım bitsin, beklemeyeyim. İmkansız istediğimin  farkındayım , hayatta ki  imtihanım beklemek benim.  Ömrümün en uzun saatlerini bekledim korkuyla.  Beklemeler beni ona tutkuyla bağladı.
Bir de , beklemeden hayatıma  sesiz, sedasızca giren biri var. Hiç düşünmedim onu sevmeyi çünkü bir anda giriverdi hayatıma, ne olduğunu anlamadım bile. Bana sadece kabullenmek ve sevmek kaldı. Beklenmedik anda gelen tanrı  misafirimdi  benim. Beklemediğim için hazırlık yapmamıştım,  diğer aşklarımdan kalan sevgimle yetindi. Şikayetini duymadım mavi gözlümün, beni sevmek yeterdi ona.
Benim üç aşkım, üçü bir yer delerim.
Ozan Mazlum çimenin dediği gibi;
Bir seher vaktinde düştüm sevdana, bırakma kapıda al beni  beni
İkrarsız olana ikrarım vermem, sevgisiz kapıdan içeri girmem
Gider isem bir daha dönmem, gelmiş iken sev beni  beni
Bekleyerek ya da beklemeden gelen tüm sevgilere kapılarınız açık olsun…
Türkan Kebeci