2 Ocak 2016 Cumartesi

VİCDAN


VİCDAN
'Verilen en kötü karar kararsızlıktan evladır' denir. Ta ki en son verdiğim karara kadar, bu söz benim içinde geçerliydi. Kader tercihler doğrultusunda yaptığımız seçimler olsa da bazı istisnai durumlarda yapılan seçimlerin, yapılmamasının hayırlı olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum. Geriye dönebilme imkanım olsaydı canımdan çok sevdiğim insanın bu hale gelmesine neden olacak kararı o gece almazdım. Geceler, yalnızlığımızla baş başa kaldığımız, içe döndüğümüz sonsuz karanlık, hesaplaşmaların olduğu, acizliği ve yalnızlığı yaşadığımız,  savaş anıdır. Ya galip çıkarız ya da yeniliriz benliğimize. Korkulara neden, benliğimizin  olmadık yerinden,  olmadık  düşmanların  karşımıza çıkacağını bilmemizdir.  Bende o gece,  benliğimin yarattığı,  dolabın içinden, yatağın altından çıkan,  aynadan bakıp pis pis sırıtan düşmanlarla  bir bir mücadele ettim. Onlar,  yapma dedikçe benliğimin yapma kararını galip çıkarabilmek için saatlerce peşlerinden kovaladım.Öyle ki yorgunluktan ter revan içinde kalmıştım, su almak için kalktığımda, hastane odasının camında beliren gölgem 'yapma pişman olursun' diye yalvarıyordu. Nafile ben sevdiğim o insanı mutlu edebilmek için bunu yapmaya,  ne pahasına olursa olsun karar vermiştim. Gecenin en derin yerinde nedenini bilmeden hıçkırarak, çığlıklar içinde  uyanmasına gönlüm parçalanıyordu.  Bu kararı almazsam kayıplarıma bir yenisi eklenecekti. Bu düşünceler içinde bilim akademisin de sona geldiğim projeyi kendi özel amacıma göre düzenlemeye karar verdim.

Tanışalı yirmi yılı aşkın bir süre olmuştu. Bu süre zarfında ne kırıldığımı nede kırdığımı anımsamıyorum. En fazla dargınlığımız bir saati geçmezdi. İşte sevgi ve saygı içinde geçen bir ömrün son altı yılında, oğlumun aramıza katılmasıyla tarifi mümkün olmayan mutlulukla ayyuka çıktı. Mutluluğumuza nazar değecek diye endişelendiğim çok anlar olurdu. Eşimin oğlumuzu kucağına aldığında,
yanağından süzülen göz yaşlarına çaktırmadan ortak oldum. Zor, uykusuz gecelerin ardından yorgunluktan bitap düştüğümüzde,  her birimiz bir kanepeye kendimizi rüzgarda savrulan yaprak gibi bırakırdık. En küçük bir seste tilki gibi kulaklarımızı diker aynı anda oğlumuzun odasına koşardık. Hiç bir zaman odaya ilk giren olamadım. Annelik iç güdüsü olsa ne arada giderdi anlamazdım, çoğu zaman görünmez olduğuna inanırdım. Çok sık ateşi çıktığından biz soluğu hemen hastanede alırdık. Ateşini düşürmek için sabaha kadar hastane de tedirgin bekleyişlerimiz, mamasını yedirmek için yaptığımız şarlatanlıklar, habersiz aynı mağazadan beyaz tulumu aldığımız da ki şaşkınlığımız karşısında yaşanılan sevincimiz gibi daha sayamayacağım bir çok mutlu olaylarla günlerimiz gelip geçiyordu. Göz açıp kapayana kadar geçen altı yıl. Bizim ufaklık kocaman adam olmuş  okula başlamıştı. 2013'ün Nisanında düzenlenen okuma bayramına işimin yoğunluğundan dolayı katılamayacağımı söylediğimde ufaklığın manalı bakışı toplantı boyunca içimden çıkmadı, bir an önce en yakın oyuncakçıya gittim. Bir aydır istediği kumandalı arabayı hediye paketi yaptırdım, mağazadan çıkmak üzereydim ki çalan telefonda eşimin ismini görünce 'eve erken gelmişler' diye düşünürken eşimin 'Şişli hastanesindeyiz ne olur hemen gel' sesi ile' hastaneye koştum. Eşimi ameliyathanenin kapısında iki büklüm elleri kafasının arasında boş beşik gibi sallanırken buldum.

- Ne oldu,
Bir yandan sallanıyor bir yandan da, hıçkırarak cevap vermeye çalışıyordu.
- Arkadaşına koşarken, sokağın başından bir anda araba çıktı.
-Tamam canım, o güçlü çocuk.
'Ya bir şey olursa' sözünü tamamlayamadan kollarımda bayıldı kaldı. Doktor ağır bir travma geçirdiğinden en az bir hafta uyutulacağını uyandıktan sonra kesin bir bilgi verebileceklerini söylediler. 'Ayaz Ayaz ' diyerek uyandığında tek yapabildiğim elini sıkıca tutabilmek oldu. Yapılan tetkikler sonucunda doktorlar o anı hatırlamadığını, hatırlama olasılığı konusunda ise bir bilgi veremiyorlardı. Her ihtimale karşı üç hafta hastanede gözetimde tutulmasına karar verildi. Gündüzleri kayınvalidem geceleri ben refakatçi olarak kalıyorduk. Çok yakınlarımızı oğlumuz hakkında bir şeyden bahsedilmemesi konusunda tembihledik, onların dışında ki ziyaretçileri de kabul etmiyorduk. Eşime de Ayazın baba annesinde kaldığını söyledim. Konuşmak isteyeceğini bildiğim  için buna da bir çare bulmuştum. Cd ve kamera kayıtlarındaki konuşmaları kaydettim. Konuşma isteğini  çoğu zaman 'sesini duymasın üzülür' sözleri ile geçiştirmeye çalışıyordum.  Hatta iyileşmesi için telefonu az kullanmamız gerektiğini  doktordan duyması işimizi kolaylaştırmıştı.  Sorabileceği soruların cevabını kaydetmiştim. Çok ısrar edince annem 'şimdi odada oynuyor kızım sesleneyim sesini duy diye' kayıtta ki sesini eşime dinletiyordu. 
Evet bu bir aldatma içimiz kan ağlayarak oynadığımız bir oyundu, benim içinde oynaması kolay olmayan bir oyun. Verdiğim kararı uygulamak için bir ay yeterli bir süre idi. İnsan robot projesi bitmek üzereydi. Ayaz'ın tıpa tıp aynısı işte. Bilmesi mümkün değil sadece bir güne ihtiyaç.. Eve geldiğinde Ayazı evde bulmasını istiyordum. Doktoru arayarak çıkış işlemlerini bir gün geciktirmesini rica ettim. 
Buluşma anı geldi çattı. Çok heyecanlıydım kalbim durdu duracak. Ya hatırlarsa, Ayazı görmek şok etkisi yaparsa soruları çarpışıyordu beynimde. Zile basmasıyla kalbim durdu, elim ayağım boşandı canımın çekildiğini hissettim. 'Bitsin Allahım bu azap'. Kapının açılmasıyla oğlum diye sımsıkı sarıldı,  dünyam yeniden aydınlandı. Eski günlere geri dönecek, karanlık ve kötü günleri geride bırakacaktık.  Kaldığımız yerden başladık kalan ömrümüze. Ana oğul arasında ki ilişkinin eskisinden  bir farkı yoktu, sadece eşimin 'niye Ayaza soğuk duruyorsun' soruları beni tedirgin etmekteydi. 
Onun sımsıkı sarıldığı, oğlum diye deli divane olduğu çocuğun sadece başını okşayıp yanağına öpücük kondurabiliyordum bundan fazlası içimden gelmiyordu. 
Ne düşündüğünüzü biliyorum, evet bu benim oyunum. Sevdiğim birini kırmamak için planlanmış bir oyun belkide cani biri olarak görüyorsunuzdur. Haklısınız belkide,  bende huzurlu değilim ki.Vicdanımla aklım başladı çatışmaya. Gece yalnızlıklarımın ve  düşüncelerimin savaşa başlamasından korkuyorum. Korkularım galip gelirse eteğimde ne varsa dökerim ortalığa işte o an biz biteriz, dişini sık alışacaksın, alışmak zorundasın. Zaman zaman biraz zaman merhem gibi gelecek yaralarıma. Çelişkilerle geçen altı ayın sonunda benim açımdan da bazı şeyler yavaş yavaş yoluna girmeye başlamıştı. Rahat sarılıyordum, oğlum kelimesi zoraki çıkmıyordu artık. Bazen farkında bile olmuyordum oğlum dediğimin. Yıl başına bir hafta kala hafta sonu yağan kar keyfimize diyecek yoktu. Saatlerce kartopu oynadık baba oğul, içeri geldiğimizde eşimin söylenmelerine rağmen keyfimiz yerindeydi.
- Kaç kere söyledim gelin diye, biliyorsun Ayaz çabuk ateşleniyor.
- Merak etme bir şey olmaz.
- Nasıl bir şey olmaz  bünyesi zayıf biliyorsun.
Bu söz alışmaya başladığım yalanımla yüzleşmem demekti. Kaçamadığım gerçekler. 
- Bir şey olmaz dedim sana, anlamıyor musun?
İstemeyerek de olsa sevdiğimin mutlu olması için oynadığım oyun, ona karşı hiddetlendirmişti.
İki gün sonra gecenin bir yarısı, sakin, yumuşak bir sesle.
- Ahmet, Ahmet uyan..
-Ne oldu, ne var gecenin bir yarısı.
- Aklıma bir şey takıldı.
- Söyle bakalım takılan şeyi.
- Gerçekten bu çocuk ateşlenmedi neden? 
- Sanki bizim buluttan nem kapan Ayaz gitti  yerine dirençli bir Ayaz geldi, Ahmet.


Sen uyu takma bunları, çocuk büyüyor ondandır. Sırtımı döndüm,  gecenin en derin karanlığına vicdanımı gömmeye çalıştım. 
Türkan Kebeci
Fotoğraf: Güven Kebeci