VİCDAN
'Verilen
en kötü karar kararsızlıktan evladır' denir. Ta ki en son verdiğim karara kadar, bu söz benim içinde geçerliydi. Kader tercihler doğrultusunda yaptığımız
seçimler olsa da bazı istisnai durumlarda yapılan seçimlerin, yapılmamasının
hayırlı olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum. Geriye dönebilme imkanım olsaydı
canımdan çok sevdiğim insanın bu hale gelmesine neden olacak kararı o gece
almazdım. Geceler, yalnızlığımızla baş başa kaldığımız, içe döndüğümüz
sonsuz karanlık, hesaplaşmaların olduğu, acizliği ve yalnızlığı yaşadığımız, savaş anıdır. Ya galip çıkarız ya da yeniliriz benliğimize. Korkulara neden, benliğimizin
olmadık yerinden, olmadık düşmanların karşımıza çıkacağını
bilmemizdir. Bende o gece, benliğimin yarattığı, dolabın içinden,
yatağın altından çıkan, aynadan bakıp pis pis sırıtan düşmanlarla bir bir
mücadele ettim. Onlar, yapma dedikçe benliğimin yapma kararını galip
çıkarabilmek için saatlerce peşlerinden kovaladım.Öyle ki yorgunluktan ter
revan içinde kalmıştım, su almak için kalktığımda, hastane odasının camında
beliren gölgem 'yapma pişman olursun' diye yalvarıyordu. Nafile ben sevdiğim o
insanı mutlu edebilmek için bunu yapmaya, ne pahasına olursa olsun karar
vermiştim. Gecenin en derin yerinde nedenini bilmeden hıçkırarak, çığlıklar
içinde uyanmasına gönlüm parçalanıyordu. Bu kararı almazsam
kayıplarıma bir yenisi eklenecekti. Bu düşünceler içinde bilim akademisin de
sona geldiğim projeyi kendi özel amacıma göre düzenlemeye karar verdim.
Tanışalı
yirmi yılı aşkın bir süre olmuştu. Bu süre zarfında ne kırıldığımı nede
kırdığımı anımsamıyorum. En fazla dargınlığımız bir saati geçmezdi. İşte sevgi
ve saygı içinde geçen bir ömrün son altı yılında, oğlumun aramıza katılmasıyla
tarifi mümkün olmayan mutlulukla ayyuka çıktı. Mutluluğumuza nazar değecek diye
endişelendiğim çok anlar olurdu. Eşimin oğlumuzu kucağına aldığında,
-
Ne oldu,
Bir
yandan sallanıyor bir yandan da, hıçkırarak cevap vermeye çalışıyordu.
-
Arkadaşına koşarken, sokağın başından bir anda araba çıktı.
-Tamam
canım, o güçlü çocuk.
'Ya
bir şey olursa' sözünü tamamlayamadan kollarımda bayıldı kaldı. Doktor ağır bir
travma geçirdiğinden en az bir hafta uyutulacağını uyandıktan sonra kesin bir
bilgi verebileceklerini söylediler. 'Ayaz Ayaz ' diyerek uyandığında tek
yapabildiğim elini sıkıca tutabilmek oldu. Yapılan tetkikler sonucunda
doktorlar o anı hatırlamadığını, hatırlama olasılığı konusunda ise bir bilgi veremiyorlardı.
Her ihtimale karşı üç hafta hastanede gözetimde tutulmasına karar verildi.
Gündüzleri kayınvalidem geceleri ben refakatçi olarak kalıyorduk. Çok
yakınlarımızı oğlumuz hakkında bir şeyden bahsedilmemesi konusunda tembihledik,
onların dışında ki ziyaretçileri de kabul etmiyorduk. Eşime de Ayazın baba annesinde
kaldığını söyledim. Konuşmak isteyeceğini bildiğim için buna da bir çare
bulmuştum. Cd ve kamera kayıtlarındaki konuşmaları kaydettim. Konuşma isteğini
çoğu zaman 'sesini duymasın üzülür' sözleri ile geçiştirmeye
çalışıyordum. Hatta iyileşmesi için telefonu az kullanmamız gerektiğini
doktordan duyması işimizi kolaylaştırmıştı. Sorabileceği soruların
cevabını kaydetmiştim. Çok ısrar edince annem 'şimdi odada oynuyor kızım
sesleneyim sesini duy diye' kayıtta ki sesini eşime dinletiyordu.
Evet
bu bir aldatma içimiz kan ağlayarak oynadığımız bir oyundu, benim içinde
oynaması kolay olmayan bir oyun. Verdiğim kararı uygulamak için bir ay yeterli
bir süre idi. İnsan robot projesi bitmek üzereydi. Ayaz'ın tıpa tıp aynısı
işte. Bilmesi mümkün değil sadece bir güne ihtiyaç.. Eve geldiğinde Ayazı evde
bulmasını istiyordum. Doktoru arayarak çıkış işlemlerini bir gün geciktirmesini
rica ettim.
Buluşma
anı geldi çattı. Çok heyecanlıydım kalbim durdu duracak. Ya hatırlarsa, Ayazı
görmek şok etkisi yaparsa soruları çarpışıyordu beynimde. Zile basmasıyla
kalbim durdu, elim ayağım boşandı canımın çekildiğini hissettim. 'Bitsin
Allahım bu azap'. Kapının açılmasıyla oğlum diye sımsıkı sarıldı, dünyam
yeniden aydınlandı. Eski günlere geri dönecek, karanlık ve kötü günleri geride
bırakacaktık. Kaldığımız yerden başladık kalan ömrümüze. Ana oğul
arasında ki ilişkinin eskisinden bir farkı yoktu, sadece eşimin 'niye
Ayaza soğuk duruyorsun' soruları beni tedirgin etmekteydi.
Onun
sımsıkı sarıldığı, oğlum diye deli divane olduğu çocuğun sadece başını okşayıp
yanağına öpücük kondurabiliyordum bundan fazlası içimden gelmiyordu.
Ne
düşündüğünüzü biliyorum, evet bu benim oyunum. Sevdiğim birini kırmamak için
planlanmış bir oyun belkide cani biri olarak görüyorsunuzdur. Haklısınız
belkide, bende huzurlu değilim ki.Vicdanımla aklım başladı çatışmaya.
Gece yalnızlıklarımın ve düşüncelerimin savaşa başlamasından korkuyorum.
Korkularım galip gelirse eteğimde ne varsa dökerim ortalığa işte o an biz
biteriz, dişini sık alışacaksın, alışmak zorundasın. Zaman zaman biraz zaman
merhem gibi gelecek yaralarıma. Çelişkilerle geçen altı ayın sonunda benim
açımdan da bazı şeyler yavaş yavaş yoluna girmeye başlamıştı. Rahat sarılıyordum,
oğlum kelimesi zoraki çıkmıyordu artık. Bazen farkında bile olmuyordum oğlum
dediğimin. Yıl başına bir hafta kala hafta sonu yağan kar keyfimize diyecek
yoktu. Saatlerce kartopu oynadık baba oğul, içeri geldiğimizde eşimin
söylenmelerine rağmen keyfimiz yerindeydi.
-
Kaç kere söyledim gelin diye, biliyorsun Ayaz çabuk ateşleniyor.
-
Merak etme bir şey olmaz.
-
Nasıl bir şey olmaz bünyesi zayıf biliyorsun.
Bu
söz alışmaya başladığım yalanımla yüzleşmem demekti. Kaçamadığım
gerçekler.
-
Bir şey olmaz dedim sana, anlamıyor musun?
İstemeyerek
de olsa sevdiğimin mutlu olması için oynadığım oyun, ona karşı
hiddetlendirmişti.
İki
gün sonra gecenin bir yarısı, sakin, yumuşak bir sesle.
-
Ahmet, Ahmet uyan..
-Ne
oldu, ne var gecenin bir yarısı.
-
Aklıma bir şey takıldı.
-
Söyle bakalım takılan şeyi.
-
Gerçekten bu çocuk ateşlenmedi neden?
-
Sanki bizim buluttan nem kapan Ayaz gitti yerine dirençli bir Ayaz geldi,
Ahmet.
Sen
uyu takma bunları, çocuk büyüyor ondandır. Sırtımı döndüm, gecenin en derin karanlığına vicdanımı
gömmeye çalıştım.
Türkan Kebeci
Fotoğraf: Güven Kebeci