24 Kasım 2016 Perşembe

Bir Çikolata Markası Godiva, Efsanenin Kahramanı


Bir Çikolata Markası Godiva, Efsanenin Kahramanı


0
1
Bir Çikolata Markası Godiva,  Efsanenin Kahramanı
Bir çikolatacı olarak, mutluluk veren bu lezzet hakkında fırsat buldukça kısa yazıları sizlerle paylaşmaya ve sorularınızı da cevaplamaya çalışacağım.

İşte size bir çikolata;
Godiva Çikolata, seçkin bir çikolata ve çikolata ürünleri üreticisidir. Godiva 1926 yılında Pierre Draps tarafından kurulmuştur. 2007 Yılında Ülker grubunun sahibi olan Yıldız Holding tarafından 850 milyon dolara satın alınmıştır.
Şu anda Amerika, Avrupa ve Asya’da toplam 84 ülkede 450 den fazla butik mağaza sahibi olan marka 10.000 üzerinde toptancıya da ürün vermektedir.
Çikolata markası olan Godiva aslında bir efsanenin kahramanıdır. Çikolataya ismini veren Godiva efsanesinin kahramanı Lady Godiva efsanevi İngiliz lady’sidir.  Lady Godiva güzelliği ve cömertliği ile ülkede nam salar. Hayatını fakirlere ve hastalara adayarak örnek bir insan olmuş ve Coventry halkın üzerinde önemli etkiler bıraktığı gibi halk tarafından çok sevilmiştir. Hayatta genel olarak bir iyiye bir kötü denk geldiği için iyi yürekli Lady Godiva’nın eşi Lord Leofric krallığın getirdiği gücün etkisinde kalarak gücün esiri olmuş halkına zulmeden bir hükümdardır.
Lord ülkeye ağır vergiler getirir Lady Godiva sıkıntı çeken halktan bu vergilerin alınmasına itiraz eder ve vergilerin kaldırılmasını ister. Lord , eğer Lady Godiva, şehrin sokaklarını çıplak bir şekilde gezerken halkı sokağa çıkmaz ve ona bakmaz ise vergileri kaldıracağını söyledi. Konu kendi halkı olduğunda Lady Godiva her zaman çok cömertti. Kocasının yaptığı öneriyi kabul etti. Onu ikna etmenin başka bir yolu yoktu. Halk durumdan haberdar edildi. Güneş doğdu, saat altıyı gösteriyordu. Arnavut kaldırımlı sokaklarda ziller duyulmaya başladı. İnsanlar söz verdikleri gibi perdelerini ve kepenklerini kapattılar. Lady Godiva, kadife pelerinini yavaşça yere attı ve narin küçük adımlarıyla yürümeye başladı, parlak teni şehre adeta ışık saçıyordu. Sokaklarda atın ayak sesleri yankılanmasına rağmen bir tek kişi bile ona en küçük bir bakış atmadı. Yolculuğu tamamladığında, kasabanın sokaklarında duyulan alkışlar kulakları sağır edecek kadar güçlüydü. Lady Godiva’nın bu cesaretini kocasına büyük bir ders verdi. Ve Lord, söz verdiği gibi vergileri kaldırdı. Lady Godiva’nın hikayesi o günden bugüne hiç unutulmadı. Atın üzerinde kadın figürü ile yaşatılmaktadır.

Çikolata efsanedir, tutkudur, mutluluktur.

23 Ağustos 2016 Salı




















GERÇEK
Mutluluğa tanıklık eden, karanlığın yıldızları onlar.
Ellidördü de bir bir kaydı.
Yas tutun şimdi, zifiri karanlık gecem.
Çocuk bedenlere yüklenen kin ve öfkenin alev topuyla
Yelken açtın ölüme.
   Açtığın ölüm yakışmadı küçücük bedenlere,
   Senin bedeninde küçüktü ölüme.
   Sadece bir ananın yüreği büyüdü dört ölüme.
   Sende çocuktun, onlarda çocuk
   Ölümler gerçek, gözyaşı gerçek, acılar gerçek.
   Bir ananın feryadı figanın da patlayan bombalar gerçek.


10 Ağustos 2016 Çarşamba

BİR ANNE ÖZ KIZI VE OĞLUNDAN TORUN SAHİBİ OLUYOR !

Belki de bu başlığı okuduğunuzda bu olayın gelişmekte olan ülkelerde ya da Afrika da geçtiğini düşünüyorsanız yanıldınız.  Yada ülkemizde de karşılaşıldığı gibi ensest  ilişki aklınıza gelmiş olabilir. Yani toplumuzda,  ağabeyin kız kardeşine tecavüzü sonucunda olan çocuk torununuz olsa bile haberimizde böyle bir olay söz konusu değil.
Olay Avustralya’da geçiyor. Homoseksüel ilişki yaşayan  Samuel Leighton-Dore,  25 yaşındaki fotoğrafçı, tasarımcı sevgilisi Bradley Tennant ile çocuk sahibi olmak istemesiyle olaylar gelişiyor. Garip olan bu çift evlatlık edinmek yerine çocuklarının her ikisinin gen özelliklerini taşımasını istemeleri üzerine buldukları çözüm insanı şaşırtıyor..
Bu olayı Samuel şu şekilde savunuyor, "İnsanlara saçma gelebilir ancak sadece bu şekilde sevdiğim adamla ortak çocuğumuz ikimizin de genlerini taşıyabilir" diyor. Ayrıca, Samuel çocuğuna bakınca babasının  hassasiyetini, annesinin bağışlayıcılığını, kız kardeşinin güzel gözlerini ve partnerinin ince zekasını görmek istiyormuş.

Samuel’in annesi önce durumu yadırgamış ve kafası karışsa da daha sonra olaya sevinmiş.  Tabi  Samuel internetten ölüm tehditleri alıyor muş. Sadece bu durumlar insanoğlunun ve toplumun sağlıklı gelişimi açısından ne kadar doğru bunu sorgulamak gerekir.
İnsanoğlu’nun üstün insan yaratma arzusu mu?  Bilemeyiz ama bu yaşan olayda  annenin durumu en zor olan. Daha da zor olan doğan çocuğun durumu
Haberde İstanbul 
www.haberdeistanbul.com



5 Ağustos 2016 Cuma

KOMŞU KIZI
Yıllar sonra geldiğim mahallenin daracık sokaklarında ki, dik yolu çıkarken yolun solunda kalan ve bir zamanlar bahçesinde oyun oynadığım iki katlı ahşap evi arıyordu gözlerim. Yerine dikilen beton binalar gökyüzünü delercesine yükseliyordu. Kat kat evler daracık yaşam alanları. Eskiler böyle küçük yerler için bakla sofa derlerdi. Bakla sofanın bir sıcaklığı vardı. Oysa bu betonlarda sıcaklıkta yok diye geçirirken aklım dan, o ahşap evin komşu kızı yani çocukluk aşkım aklıma düşüverdi, ansızın. Yıllar sonra evden dolayı hatırladığım düşüncesine kapılsam da, son zamanlarda geçmişe gittikçe sık sık aklıma geliyordu. Nedensiz yere Yolun ortasında beş taş, kuka oynadığım sokakta vızır vızır işleyen arabalardan karşıdan karşıya geçmekte zorlandım. Eskiden kaldırımlar daha alçaktı, şimdi ise neredeyse iki katı. Kesinlikle çocuklar rahat oynasın diye düşünürken Neşe’nin düşüp dizini kanattığı yerdeydim. O gün ağladığını duyunca nasılda koşmuştum yanına, gözyaşı süzülürken yeşil gözleri daha bir yeşile dönmüştü zaten ilk o gün fark ettim o çimen rengi gözleri. Zaten diğer kızlardan farklıydı, mağrur, sakin bir yapısı vardı. Bir koşu evden pamuk ve tentürdiyot getirip dizini silerken bir yandan naif sesiyle ‘teşekkür ederim, Kemal’ sesi çınladı kulağımda. Yıllar geçse de her şey ince ayrıntısına kadar aklımda. Zaten bir aşk acısı üzerine geldiğim baba evinde birkaç gün kafa dinlemek ve bu evin satış işlemleriyle uğraşıp tekrar çekip gitmek derdindeydim. Nedense şansım yoktu kadınlardan yana. Anlayamadığım bir ruh halleri oluyor ve çöz çözebilirsen. Oysa ne var, bir şey ya siyahtır ya beyazdır. Ama sevmenin acısı yakıyor işte bir anda hayatıma giren iki kadın düşündüm. Evet ikisi de farklı farklı huylarda idi. İlki Nazlı, adı gibi nazlıydı. Buğday tenli, açık kahve saçlar, yeşil gözleri ile gerçekten çok alımlıydı. Zaten unutması da zor oldu. İkincisi Seda; onunla bir seminerde tanışmıştım, akademisyen, zeki bir bayandı. Bembeyaz yüzündeki belirgin ince damarlar yüzüne kırmızılık katar. Hele kızarınca daha bir güzel olurdu. Beyaz tenine rengini hiç sevmediğim çok açık sarıya boyattığı saçlarına eşlik eden yeşil gözlere o koyu farı çekmese ölürdü. O kadar söylesem de yine yapardı. Boyunun kısalığını her zaman sorun yaptı. Boyuma denk olsun diye sivri topuklu ayakkabılara çok katlandı. Uzun bir birliktelik hiç yoktan noktalanmıştı. Unutmak zor olacak benim için. Neyse anılarımın arasında zaman geçirmek iyi gelir düşüncesiyle geldim baba evine. Yıllardır açılmayan kapıyı açarken biraz zorlansam da eve girdim en nihayetinde. Bir zamanlar annem açardı. Her şey beyaz örtülerle örtülü. Her kaldırdığım örtünün altından tozlarla birlikte bir anı şamar gibi çarpıyordu yüzüme. Tozlar Yürek acısını unutmaya gelmişken yeni bir yürek acısı açılıyordu bağrımda. Bu boğuşma içinde kapının zili çaldı gibi geldi. ‘Bana öyle geldi’ diyerek büfenin üzerinde ki resime uzandığımda tekrar zil sesi. Evet yanılmamıştım bu zil sesiydi. Ama kim basar zile, diyerek kapıyı açtım. Karşımda çimen yeşil gözler.
- Kemal sen mi geldin.
Farkında olmadan bu çimen yeşilini aramışım…
Türkân Kebeci
Fotoğraf: Akçiçek Fahri

12 Haziran 2016 Pazar

Orhan Kemal’i Yaşamak ve Dinlemek

Orhan Kemal’i Yaşamak ve Dinlemek

Bu gün tarihi yaşadık dersem abartmış olmam. Edebiyatımızın değerli ustası Orhan Kemal’i oğlu Işık Öğütçü’den dinledik ve Orhan Kemal müzesini gezerek Orhan Kemal’i yaşadık. Yaşadığımız bu anların fotoğraflarını sizlerle paylaşarak sizlere de yaşatmak istedik. Orhan Kemal söyleşimizi haziran sayısında sizlerle paylaşacağız. Haberde İstanbul olarak çok teşekkür ederiz Sayın Işık Öğütçü.
Orhan Kemal’in asıl adı Mehmet Raşit Öğütçü’dür.  1914 de Adana’da doğmuştur.Babası Abdülkadir Kemali bey ilk meclisin Kastamonu milletvekilidir ve üç gün bakanlık yapar çıkardığı siyasi  Ahali gazeteden dolayı görevden alınır ve Suriye’ye kaçmak zorunda kalınır.
DSCF3353DSCF3352
Resim: 1 Ahali gazetesi  ve Nazım Ustanın çizdiği Abdülkadir Kemali Bey’in potresi
Bu sebepten dolayı orta öğretimine yarıda bırakır. Bir kaç yıl sonra Türkiye’ye döner ve işçilik ve katiplik yapar ve 1937 de Milli mensucat fabrikasında  çalışan Nuriye hanımla evlenir.
.DSCF3396DSCF3360
Resim:2 Milli Mensucat fabrikasından bir tuğla.   Resim: 3 Nuriye hanımla evlilik cüzdanı
1938’de Niğde’de askerlik yaparken  “Maksim Gorki ve Nazım Hikmet kitapları okumak”, “yabancı rejimler lehinde propaganda ve isyana muharrik” suçundan 5 yıl hapis cezasına mahkum edildi. 1940’ta, Bursa Cezaevi’nde tanıştığı Nazım Hikmet’in toplumcu görüşlerinden etkilendi; kendisinden Fransızca, felsefe ve siyaset dersleri aldı. Orhan Kemal’i şiir yerine roman ve öykü yazmaya teşvik eden de Nazım Hikmet oldu.
DSCF3379DSCF3380
Resim:4  Mahkeme tutanağı                                Resim:5  Bursa ceza evi ve Nazım Hikmet
DSCF3377DSCF3384

Resim:6  Cemile romanına konu olan eşi Nuriye Öğütçü    Resim: 6 Kullandığı Radyosu
DSCF3385DSCF3387
Resim: 7 Pikap ve Roman çalışması
DSCF3350
Resim: 8 Eskici ve Oğullaru’nın ilk baskısı
DSCF3400
Resim:9 Bu karede bizden tarihin içinden günümüze Işık ÖĞÜTÇÜ, Türkan KEBECİ, Dinazorus Bülent ALTINTOPRAK, Nuri ŞAHİN
DSCF3412
Siz de Orhan Kemal’i yaşamak isterseniz Cihangirde ki Orhan Kemal Müzesini ziyaret edin bizden söylemesi. Keyifli Söyleşi  İkbal Kahvesinde devam etti.

3 Haziran 2016 Cuma

Haberde İstanbul

Haberde İstanbul ailesi olarak farklı bir bakış açısıyla oluşturduğumuz sitede değişik konuları bulacağınızı düşünüyoruz.     www.haberdeistanbul.com
Hayata farklı bakmaya çalıştık.

Mayıs Baskımız

30 Mart 2016 Çarşamba

SANATA BAKIŞ

SANATA BAKIŞ: Bu sayıda siyasette çok yer vermeden ama değinmekten vaz geçemediğim bir yazı hazırlamak istedim.. Sanatı tarif etmenin zorluğunu dost sohbetinde fark ettim.  İkimizin de kendimize göre bir …

2 Ocak 2016 Cumartesi

VİCDAN


VİCDAN
'Verilen en kötü karar kararsızlıktan evladır' denir. Ta ki en son verdiğim karara kadar, bu söz benim içinde geçerliydi. Kader tercihler doğrultusunda yaptığımız seçimler olsa da bazı istisnai durumlarda yapılan seçimlerin, yapılmamasının hayırlı olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum. Geriye dönebilme imkanım olsaydı canımdan çok sevdiğim insanın bu hale gelmesine neden olacak kararı o gece almazdım. Geceler, yalnızlığımızla baş başa kaldığımız, içe döndüğümüz sonsuz karanlık, hesaplaşmaların olduğu, acizliği ve yalnızlığı yaşadığımız,  savaş anıdır. Ya galip çıkarız ya da yeniliriz benliğimize. Korkulara neden, benliğimizin  olmadık yerinden,  olmadık  düşmanların  karşımıza çıkacağını bilmemizdir.  Bende o gece,  benliğimin yarattığı,  dolabın içinden, yatağın altından çıkan,  aynadan bakıp pis pis sırıtan düşmanlarla  bir bir mücadele ettim. Onlar,  yapma dedikçe benliğimin yapma kararını galip çıkarabilmek için saatlerce peşlerinden kovaladım.Öyle ki yorgunluktan ter revan içinde kalmıştım, su almak için kalktığımda, hastane odasının camında beliren gölgem 'yapma pişman olursun' diye yalvarıyordu. Nafile ben sevdiğim o insanı mutlu edebilmek için bunu yapmaya,  ne pahasına olursa olsun karar vermiştim. Gecenin en derin yerinde nedenini bilmeden hıçkırarak, çığlıklar içinde  uyanmasına gönlüm parçalanıyordu.  Bu kararı almazsam kayıplarıma bir yenisi eklenecekti. Bu düşünceler içinde bilim akademisin de sona geldiğim projeyi kendi özel amacıma göre düzenlemeye karar verdim.

Tanışalı yirmi yılı aşkın bir süre olmuştu. Bu süre zarfında ne kırıldığımı nede kırdığımı anımsamıyorum. En fazla dargınlığımız bir saati geçmezdi. İşte sevgi ve saygı içinde geçen bir ömrün son altı yılında, oğlumun aramıza katılmasıyla tarifi mümkün olmayan mutlulukla ayyuka çıktı. Mutluluğumuza nazar değecek diye endişelendiğim çok anlar olurdu. Eşimin oğlumuzu kucağına aldığında,
yanağından süzülen göz yaşlarına çaktırmadan ortak oldum. Zor, uykusuz gecelerin ardından yorgunluktan bitap düştüğümüzde,  her birimiz bir kanepeye kendimizi rüzgarda savrulan yaprak gibi bırakırdık. En küçük bir seste tilki gibi kulaklarımızı diker aynı anda oğlumuzun odasına koşardık. Hiç bir zaman odaya ilk giren olamadım. Annelik iç güdüsü olsa ne arada giderdi anlamazdım, çoğu zaman görünmez olduğuna inanırdım. Çok sık ateşi çıktığından biz soluğu hemen hastanede alırdık. Ateşini düşürmek için sabaha kadar hastane de tedirgin bekleyişlerimiz, mamasını yedirmek için yaptığımız şarlatanlıklar, habersiz aynı mağazadan beyaz tulumu aldığımız da ki şaşkınlığımız karşısında yaşanılan sevincimiz gibi daha sayamayacağım bir çok mutlu olaylarla günlerimiz gelip geçiyordu. Göz açıp kapayana kadar geçen altı yıl. Bizim ufaklık kocaman adam olmuş  okula başlamıştı. 2013'ün Nisanında düzenlenen okuma bayramına işimin yoğunluğundan dolayı katılamayacağımı söylediğimde ufaklığın manalı bakışı toplantı boyunca içimden çıkmadı, bir an önce en yakın oyuncakçıya gittim. Bir aydır istediği kumandalı arabayı hediye paketi yaptırdım, mağazadan çıkmak üzereydim ki çalan telefonda eşimin ismini görünce 'eve erken gelmişler' diye düşünürken eşimin 'Şişli hastanesindeyiz ne olur hemen gel' sesi ile' hastaneye koştum. Eşimi ameliyathanenin kapısında iki büklüm elleri kafasının arasında boş beşik gibi sallanırken buldum.

- Ne oldu,
Bir yandan sallanıyor bir yandan da, hıçkırarak cevap vermeye çalışıyordu.
- Arkadaşına koşarken, sokağın başından bir anda araba çıktı.
-Tamam canım, o güçlü çocuk.
'Ya bir şey olursa' sözünü tamamlayamadan kollarımda bayıldı kaldı. Doktor ağır bir travma geçirdiğinden en az bir hafta uyutulacağını uyandıktan sonra kesin bir bilgi verebileceklerini söylediler. 'Ayaz Ayaz ' diyerek uyandığında tek yapabildiğim elini sıkıca tutabilmek oldu. Yapılan tetkikler sonucunda doktorlar o anı hatırlamadığını, hatırlama olasılığı konusunda ise bir bilgi veremiyorlardı. Her ihtimale karşı üç hafta hastanede gözetimde tutulmasına karar verildi. Gündüzleri kayınvalidem geceleri ben refakatçi olarak kalıyorduk. Çok yakınlarımızı oğlumuz hakkında bir şeyden bahsedilmemesi konusunda tembihledik, onların dışında ki ziyaretçileri de kabul etmiyorduk. Eşime de Ayazın baba annesinde kaldığını söyledim. Konuşmak isteyeceğini bildiğim  için buna da bir çare bulmuştum. Cd ve kamera kayıtlarındaki konuşmaları kaydettim. Konuşma isteğini  çoğu zaman 'sesini duymasın üzülür' sözleri ile geçiştirmeye çalışıyordum.  Hatta iyileşmesi için telefonu az kullanmamız gerektiğini  doktordan duyması işimizi kolaylaştırmıştı.  Sorabileceği soruların cevabını kaydetmiştim. Çok ısrar edince annem 'şimdi odada oynuyor kızım sesleneyim sesini duy diye' kayıtta ki sesini eşime dinletiyordu. 
Evet bu bir aldatma içimiz kan ağlayarak oynadığımız bir oyundu, benim içinde oynaması kolay olmayan bir oyun. Verdiğim kararı uygulamak için bir ay yeterli bir süre idi. İnsan robot projesi bitmek üzereydi. Ayaz'ın tıpa tıp aynısı işte. Bilmesi mümkün değil sadece bir güne ihtiyaç.. Eve geldiğinde Ayazı evde bulmasını istiyordum. Doktoru arayarak çıkış işlemlerini bir gün geciktirmesini rica ettim. 
Buluşma anı geldi çattı. Çok heyecanlıydım kalbim durdu duracak. Ya hatırlarsa, Ayazı görmek şok etkisi yaparsa soruları çarpışıyordu beynimde. Zile basmasıyla kalbim durdu, elim ayağım boşandı canımın çekildiğini hissettim. 'Bitsin Allahım bu azap'. Kapının açılmasıyla oğlum diye sımsıkı sarıldı,  dünyam yeniden aydınlandı. Eski günlere geri dönecek, karanlık ve kötü günleri geride bırakacaktık.  Kaldığımız yerden başladık kalan ömrümüze. Ana oğul arasında ki ilişkinin eskisinden  bir farkı yoktu, sadece eşimin 'niye Ayaza soğuk duruyorsun' soruları beni tedirgin etmekteydi. 
Onun sımsıkı sarıldığı, oğlum diye deli divane olduğu çocuğun sadece başını okşayıp yanağına öpücük kondurabiliyordum bundan fazlası içimden gelmiyordu. 
Ne düşündüğünüzü biliyorum, evet bu benim oyunum. Sevdiğim birini kırmamak için planlanmış bir oyun belkide cani biri olarak görüyorsunuzdur. Haklısınız belkide,  bende huzurlu değilim ki.Vicdanımla aklım başladı çatışmaya. Gece yalnızlıklarımın ve  düşüncelerimin savaşa başlamasından korkuyorum. Korkularım galip gelirse eteğimde ne varsa dökerim ortalığa işte o an biz biteriz, dişini sık alışacaksın, alışmak zorundasın. Zaman zaman biraz zaman merhem gibi gelecek yaralarıma. Çelişkilerle geçen altı ayın sonunda benim açımdan da bazı şeyler yavaş yavaş yoluna girmeye başlamıştı. Rahat sarılıyordum, oğlum kelimesi zoraki çıkmıyordu artık. Bazen farkında bile olmuyordum oğlum dediğimin. Yıl başına bir hafta kala hafta sonu yağan kar keyfimize diyecek yoktu. Saatlerce kartopu oynadık baba oğul, içeri geldiğimizde eşimin söylenmelerine rağmen keyfimiz yerindeydi.
- Kaç kere söyledim gelin diye, biliyorsun Ayaz çabuk ateşleniyor.
- Merak etme bir şey olmaz.
- Nasıl bir şey olmaz  bünyesi zayıf biliyorsun.
Bu söz alışmaya başladığım yalanımla yüzleşmem demekti. Kaçamadığım gerçekler. 
- Bir şey olmaz dedim sana, anlamıyor musun?
İstemeyerek de olsa sevdiğimin mutlu olması için oynadığım oyun, ona karşı hiddetlendirmişti.
İki gün sonra gecenin bir yarısı, sakin, yumuşak bir sesle.
- Ahmet, Ahmet uyan..
-Ne oldu, ne var gecenin bir yarısı.
- Aklıma bir şey takıldı.
- Söyle bakalım takılan şeyi.
- Gerçekten bu çocuk ateşlenmedi neden? 
- Sanki bizim buluttan nem kapan Ayaz gitti  yerine dirençli bir Ayaz geldi, Ahmet.


Sen uyu takma bunları, çocuk büyüyor ondandır. Sırtımı döndüm,  gecenin en derin karanlığına vicdanımı gömmeye çalıştım. 
Türkan Kebeci
Fotoğraf: Güven Kebeci