25 Aralık 2013 Çarşamba

GELECEĞE DAİR...

Son iki haftadır, yolsuzluk davası ile gelişen olaylara tanık olmaktayız. Devlet içinde var olan iki gücün egemen olma davasıdır. Bu olayların nereye kadar gideceğini bir vatandaş olarak bilmiyorum. Fakat halka kulak vermeyen, ben yaparım tavrı ile yaklaşımın sonucu bu noktalara geldi. Bu olayların ortaya çıkmasında dış güçlerin parmağı olduğunu hükümet dile getirse de, bu güçlerin onayı ile gelip ve işbirliğine devam eden kendileridir. Bundan sonra ne olacak ? sorusuna çoğumuz  'bir an önce gitsinler' cevabının toplumda yükselmesi normal.

Bende aynı düşüncede olsam da şu anda gitmelerini istemiyorum. Peki  ne istiyorum?
1.  Yerel seçimler de kalesi olan belediyeleri kaybetmesini.
2. Genel seçimleri kazanmasını fakat % 50 değil, % 30-35 oy oranı ile hükümeti kurmalarını istiyorum.
Elbette bu istediğimin geçerli sebepleri var. % 50 ile övünenlerin ruh halini görmek istiyorum. Daha önemlisi, ekonomi o kadar iyi değil. Gün geçtikçe de kötüye gitmekte. İşsizlik oranı ve cari açık artmakta. Üretim bitirildi, hizmete ve inşaat sektörüne yönelik bir hareket var. Ekonomiyi canlı tutan sıcak para hareketi azaldı ve para çıkışı olacak. Doların 1.85 den 2.08-95 lere çıkması ile Türk lirası değer kaybına uğradı. Amerika'nın para basmak dan vaz geçmesi ile dolar değer kazandı.

Sadece gelişmeler doğrultusunda ekonominin gidişi kötü. Bu genel seçimlerde kaybederse iyi gidiyor diye şişirilen ekonomi balonu yeni hükümetin elinde patlayacak. Yine mağdur edebiyatı ile halkın gözü boyanacak. İlk sözleri duyar gibiyim,  ''İşte oy verdiniz sonucu bu biz varken böyle değildi''.
Ekonominin kötüye gitmesi erken seçimleri getirecek buda iki yıl içinde yeniden AKP hükümetinin gelmesi demektir. Bu sefer 12 yılda değil uzun yıllar kalması demektir.

Yukarı da ki açıklamaya dayanarak bu genel seçimlerde % 30-35 oy oranı ile seçilip, ekonomi balonu elinde patlaması gerektiğini düşünüyorum. En azından halk her şeyin göründüğü gibi olmadığını anlar. Unutmayalım ki dış politikalarda ve iç işlerinde yapılan yanlışlıklara hiç değinmedik.

Her karanlık,  güneşin doğmasına gebedir. Umarım bu olaylar güzel günlerin habercisidir.


21 Aralık 2013 Cumartesi

SAAT

         
             Saatin beş buçuk olmasını dört gözle bekliyordu. Kendi gürültüsünü bir şekilde kaldırsa da, çevresindeki insanların sesine tahammülü kalmamıştı. Bazen kendisini unutur, gün boyunca insanları seyre dalardı. Kimisi hemen dibinde çalışır, kimisi ondan üç dört metre uzakta, kimisi haznenin yanında.  İlk günleri bu durum onun çok hoşuna giderdi,  etrafında sürekli koşuşturan insanların gösterdikleri ihtimam onu mutlu ederdi.   Haznesi, kefeleri, ana gövdesine ulaşmak için üç metre uzunluğunda ki bandı ve çeneleri sürekli temiz olursa hiçbir problem çıkarmadan saatlerce tıkır tıkır çalıştığını bilen personel, bu aksamları fırsat buldukça temizlerdi. O ise bu durumun onun titizliğinden ve onu çok sevmelerinden kaynaklandığını düşünürdü.  Karşılıklı olduğu düşünülen bu sevgi sekiz yıl boyunca devam etti. 
        O sabah yine insanlar çevresine doluşmuşlardı, kimisi kolileri hazırlıyor, kimisi haznesine şeker döküyordu, bir yandan güzel melodiler radyodan yankılanıyordu.  Diğer çalışma günleri gibi başlamıştı. Onunla çalışan ekipten, en çok biraz topluca, sürekli bir şeyler söyleyip ya da insanların söylediklerine kahkahalarla gülen iri yüzlü, beyaz tenli Serabı çok severdi.  İlk o gelirdi başına, şalteri açıp hazırlardı. Onun sevinçli görüntüsünün altındaki hüznü çok iyi bilirdi. Öğleye doğru birden şalterlerini kapattılar, ellerinde alet çantaları ile üç usta hızlı hızlı vidalarını sökmeye başladıklarında;
-Aman Allahım ne oluyor, Serap, serap
Serapsa topluluğun içinde olan biteni seyretmekteydi. Yarım saatin içinde üçe parçaya ayırmışlardı. . Başına gelenlere aldırış etmiyordu, tek derdi serabı görebilmekti, önüne konan bandın üzerinden kafasını kaldırıp kalabalığa göz gezdiriyordu. Tüm çabalarına rağmen göremedi.
-Gövdemi parçaladıklarına göre, kesin satacaklar, son bir defa görebilseydim..
 Forklift ile parçalarını üç metre yukarıya taşımaya, yerine ise dev tahta sandıkları koymaya başladılar. Kalabalık bir anda artmıştı. İnsanların birazı sandıkları açıyor, birazı da onu yeniden monte ediyorlardı. Zaman ilerledikçe kasalardan kendisine tıpa tıp benzeyen birisi çıkmıştı. Tabi o daha yeni, genç olduğu için daha hızlıydı. Bu durum onu endişelendiriyordu. Endişesinin tek sebebi, Serap onu daha çok severse..
 Ta ki bu karşılıksız sevgi, serabın bir hafta boyunca işe gelmediği  güne kadar yıllarca sürüp gitti.  O güne kadar azimle çalışan aksamları artık isteksiz, güç bela çalışır oldu. Dişlilerin gıcırtısını gidermek için yağlanması da kar etmiyordu..
                En son kişi kapıdan çıktıktan sonra, derin bir nefes alıp sessizlik ve karanlığın içinde gidenlere el sallayarak uğurlardı. Serabı uğurlar gibi….

14 Aralık 2013 Cumartesi

CEMAAT VE AKP


Cemaat ve AKP kapışması dershaneler ile su yüzeyine çıktı. Aslında aralarında ki ilk problem Mit ile gündeme geldi.
Hepimizin bildiği gibi mesele dershane değildi elbette. MGK raporlarının basına malum bavul gazeteciler tarafından sızdırılması ile AKP, Cemaat tarafından yıpratılmaya çalışıldı. Bu bilgilerle öğrendik ki cemaat ülke için tehlike oluşturan bir örgüt konumunda. Tehlike oluşturan bir örgüt için başbakan 'cemaat ne istedi de biz yapmadık' sözleri görsel ve yazılı medyada yayınlandı. T.C Başbakanı terör örgütünün istediklerini yapmakla suç işlemiş olmadığı için yargı devreye girmiyor. 
En sonunda dershane olayında  süreyi uzatarak tatlıya bağlanmış gibi görünüyor.
Fakat kavga bitmedi yeni başlıyor. Yeni Şafak gazetesi yazarlarından Cem Küçük, 'devlet içindeki F tipi yapının emniyet, yargı ve medya üçgenin nasıl ve kimler tarafından yönetildiğini açıkladı ayrıca yazısında devletin mahrem bilgilerini grupsal çıkarları için başka istihbarat örgütlerine sızdıran bir çete bu' diye yazmakta. Fakat kimse sormuyor bir başbakan emniyeti nasıl bir çetenin hizmetine  tahsis eder.
İki tarafta bir birine meydan okuyor. Peki neden meydan okuyorlar? İki tarafta birbirlerinin açıklarını çok iyi bilmekte. Demokrasi onlar için bir araçtı ve iki gücünde gelebilecekleri son noktaları  tek güç olabilmek, bunda  engel kendileri. Şu anda iki gücü yok edebilecek hiç bir güç yok. 
Peki hangi güç kazanacak?
Burada en büyük faktör ABD'dir. Kime oynayacak. Bu günkü haberlerde Cemaatin Amerika'da ki okullarına FBI tarafından baskın yapıldığı. Bu olayın anlamı AKP'nin yanında olduğu anlamını taşıyor görünebilir.  Aslında bu şekilde olması gerekir. Amerika'nın Ortadoğu da ki politikaları için ihtiyacı olduğundan AKP ye destek vermesi gerekir. Bu süre içinde Cemaati geri plana itecektir. AKP yi kontrol edemediği noktada Cemaati devreye sürecektir.
Bu kavganın galibi anlık olacaktır. Gücünü dıştan alanların geleceği de o gücün elindedir.
Önemli olan iplerin kimin elinde olduğudur.

3 Aralık 2013 Salı

PEDOFİLİ VE SAPIKLIK

Son günlerde pedofili kelimesini çok sık duyar olduk. Çocuklara yönelik, cinsel taciz, tecavüz, erken evlilik gibi uygulamalar için kullanılmaya başlandı. Anlayacağınız ülkemizde yaşanan kavram kargaşasında pedofili de yerini aldı. Medyanın ve bizlerinde bilerek ya da bilmeyerek kullandığımız çocuklara yönelik cinsel istismarın hepsini pedofili olarak sınırlamak yanlıştır. Yapılan yanlış tanım bu toplumsal olayın derinleşmesine sebep teşkil edebilir.  

Sebeplerine değinmeden önce pedofiliyi açıklayalım. Pedofili,  yaşadığımız diğer hastalıklar gibi bir hastalık çeşididir.  Modern yaşamın getirdiği davranış bozukluğunun neticesinde ortaya çıkan yalnızlaşan, bir birinden uzaklaşan insanoğlunda görünen davranış bozukluğunun sonucunda özellikle kız çocuklarına yönelik sapıklıktır. Tedavi edilmezse kişinin hayatında sürekli tekrarlanır.

Fakat görsel basın ve yazılı basında okuduğumuz olaylara baktığımızda bizdekiler pekte hastalık olarak görünmüyor. Bu olayların temelinde,  töre(berdel, oğlancılık), çocuğa verilmeyen değer, cinselliğin tabu olması, maddi çıkarlar(başlık parası), namus kavramı gibi etkenler vardır. İstismarda kız ya da erkek çocuğu fark edilmiyor.  Bu suçu işleyen kişilerin geçmişine bakıldığında hayatlarında bir kere tekrarlandığı görülmektedir.  
İlk önce bu adli vakanın suç veya hastalık olup olmadığı kararına varılmalıdır. Hastalık ise ceza evi yerine tedavi merkezlerine gönderilmeli ki, kişinin sürekli aynı suçu işlemesine mahal verilmemelidir.

Gelelim bu toplumsal olayın derinleşmesine.
Zaten ülkemizde işlenen bu suçlara verilen caydırıcı cezai müeyyide yok. Ya suçlular az ceza ile kurtuluyorlar ya da aile meselesi olarak görülüyor.  Bu olayların hepsine pedofili dediğimizde suçu hastalık olarak görülmesine neden olduğumuzdan tedavi süreci devreye girecektir.  Toplumun gözünde mağduru oynayacaklar. Az olduğundan şikayet ettiğimiz cezaların uygulandığını görmek hayal olabilir.

Çocuklara yönelik bu olayların hepsi sapıklıktır.  Bu sebepten yazılarımızda, konuşmalarımızda, sosyal paylaşımlarda bilimsel isim kullanarak bu suçu yumuşatmanın anlamı yok. Çocuklara yönelik sapıklık eylemleri diyelim, yazalım, paylaşalım ki suçu yumuşatma cezasına ortak olmayalım.  Elim de olsa geleceği emanet aldığımız çocuklarımıza yapılan bu sapıklığa en ağır cezayı verirdim.

Yazıyı Montesquieu’nun şu sözü ile bitirelim.  

‘Ayrı ayrı birer ahlaksız olan insanlar toplu oldukları zaman namuslu kişiler olurlar’’