11 Eylül 2015 Cuma

ÇAY SEVDASI




İnsan zekası ne geçmişte ne de gelecekte çözülebileceğe benzemiyor.  Bu gün daha şanslıyız.  En azından beyinin kullanım oranının %0.05 artması bile insan oğlunun neleri başardığının bir göstergesidir. Atalarımızın ışık yılı öncesinde, insansız olarak gidebildikleri uzayda,  bizler üsler kurup yaşıyoruz. Dünyamıza bağlı beş yörünge ve bu yörüngelere bağlı 20 galaksi ve her galakside en az 46 yaşam üslerimiz var. Ben,  ikinci yörüngenin altıncı galaksisinin on ikinci üssünde çalışıyorum. Bütün bunlar  %0.05 lik artışla yaptık. Bir o kadar daha artarsa neler olabileceğini varın siz düşünün. .  Bazen de bu çözülemeyen beyinin ne kadar boş şeylerle uğraştığına tanık olmamak mümkün değil. Boş da olsa beyin ilerlemesi için bir şeylerle uğraşması,  düşünmesi ve üretmesi gerektiği kanaatine vardım. Tabi bu kanaate üçüncü yörüngenin, yedinci galaksinin, altıncı üssünde projelerden sorumlu arkadaşımın fikrini duyunca karar verdim.
İki ışık günü önce,  yörüngelerde ki galaksiler bir araya gelip Neron galaksisinin fütursuz saldırılarına karşı ortak savunma ve saldırı stratejilerini belirlemek için bir araya geldiğimiz toplantı beklenenden daha uzun, tartışmalı ve yorucu geçtiğinden galaksilerde oyalanmadan hemen üsse döndüm ve dinlenmek için daireme çekildim. Sabah aceleyle çıktığım için kahvaltı tabletlerin kutuları ortalıktaydı. Bu yorgunluğun üzerine dağınıklığı toplasam mı toplamasam mı derken kulağıma görevden döndün mü sinyali geldi. Ne desem, döndüm desem şimdi kimseyle uğraşacak halim yok, dönmedim desem toplantı yerine giderse,  yalanım ortaya çıkar oda olmaz. İstemeye istemeye ‘döndüm’ dedim.  Tekrar bir sinyal ’10 salise içinde ordayım’. Hemen yorgun düşüncemi toplamaya çalıştım. Masadaki kutulara yoğunlaşıp hepsini çöp gözünde topladım. Bir yandan da yatak için yoğunlaşmaya çalışıyordum. Bu zamanın en önemli problemi yorgunlukların düşüncelerin yoğunlaşmasını engellemesidir. O zaman küçük bir işi yapmak bile işkenceye döner. Benim işlerde işkenceye döndü anlayacağınız. Kapıda ki kırmızı ışığın yandığında yatağımı yatak gözüne kapatmış, koltuk gözünden iki koltuk çıkarmıştım. Kapıyı açmak için mavi ışığa dokundum. Arkadaş yarı aralanan kapıdan içeriye girmişti bile. Yüzünde belli belirsiz düşüncelerini kurcalayan bir şeyler var gibiydi. Sağ duvarda ki koltuğu alıp sol duvarın yanına koyunca düşüncemin doğru olduğu kesinleşmişti. Genelde bu davranışları kararsızlığının belirtisiydi. Bana göre hiç fark etmiyordu, koltuğun o köşe ya da bu köşede olması. Zaten 3 metre karelik alanda üç duvarın üçü de aynıydı. Bende diğer koltuğu karşısına çektim. Konuşmadan bir süre öyle durdu. Ne düşündüğünü merak ediyordum.  Üs yasalarına göre iş haricinde düşünce okuma algımızı açmak yasak olduğundan düşüncesini de okuyamıyordum. İnsanın en önemli özelliklerinden olan merak duygusunu korumak amacıyla alınan bir karardı. Sessizliği bozmak için ‘film seyredelim mi’  diye sordum.
-       Olur, ışık yılı öncesi olsun, lütfen.
-       Ooo sen yine eskilere gittin, sen seç. Çayda içeriz değil mi?
Çaya hayır demeyeceğini bildiğim için, cevap vermesini beklemeden kutudan iki adet alıp koltuğuma oturdum. Tesadüf o ki  2015 yılının filminde de atalarımız deniz kenarında çay içilirken görüntüleri vardı. Çay tabletlerinin kağıtlarını açarken’ Deniz nasıl bir şeydir, sıvı çay nasıl içilir’ sorusu ile karşılaşınca çok şaşırdım ve ne söylesem diye düşündüm bir an.
-       Herhalde bizim uzay gibi sonsuz bir yerdir.
Yine bir sessizliğin içine daldık. Aslında ışık yılı öncesi filmleri bende çok seviyordum. Bu yorgunluğun üzerine arkadaşın sessizliği ve bu filmler düşüncemin yoğunlaşmasına ilaç gibi geldiğini düşünürken, bir anda sorular peş peşe gelmeye başladı. ‘Nasıl çay yapılır, tadı nasıl acaba, çaydanlık nasıl olur?’ İşte buyurun iyi ki de sessizlik dedim. Boş ver desem de vazgeçmeyecekti. Ona en iyi cevap ‘istersen dene’ idi.
-Deneyeceğim, benimle çay içmeye var mısın?  Sorusu karşısında bir süre duraksadım. Olması mümkün olmayan bir şey, olur dersem ne olacak sanki,  hevesini kırmak istemediğim için ‘içerim elbette’ dedim. Bir yandan da galaksi sisteminde ki keepler-186 gezegenine göndereceğimiz aracı,  gezegenini çekim sistemine girmeden yörüngede nasıl tutacağımı düşünüyordum. Bunu başarmak Neron saldırılarını imkansız kılacaktı. Benim yaşadığım sıkıntıyı bile bile bizim arkadaşta boş işleri kendine dert edinmişti. Bu olayın üzerinden on ışık günü ya geçti ya geçmedi, üsse dönmek için hazırlık yaparken, kulağımda bizim arkadaşın sesi. ‘Sözün vardı, seni bekliyorum üsteyim hemen gel’ sıkıcı bir günden sonra bu teklif iyi gelmişti ‘tamam geliyorum’ verdiğim söz ise hiç aklıma gelmiyordu.
‘Yaklaş masaya, bak bunlara’ gördüklerim neredeyse göz algı sinyallerimi devre dışı bırakacaktı. Bardak, çaydanlık ve kaşıklar neredeyse 2015 yılından çıkıp gelmişti.
-Nasıl yaptın bunları
-Şimdi sözünü tut bakalım, gidiyoruz uzay boşluğunda çay içmeye, çabuk ol..
-Böylemi, üsse bağlanmadan.
-Evet, hadi çabuk ol. Merak etme boşluk seni yutamaz..
Ne yapacağımı şaşırmıştım. Kaçış yolu bulmak için çabalarken, yakamda ki üs tanımlama çipimin yerine takmak için bir santimetre boyutunda kartı uzattı. Korkumu gidermek için kartın boşlukta çekim kuvveti üreterek sürüklenmemize nasıl engel olacağını açıklıyordu. Kaçışım yoktu.  Aynı kartın biraz küçüğünü içine bardak ve çaydanlığı koyduğumuz kutuya taktı ve üssün ana kapısına yöneldi.
-Işınlanamayız, biraz yürüyeceğiz.
Üssün kapısına geldiğimizde bacaklarım titriyordu. Kapı açıldığında sonsuz yıldızlarla dolu, karanlık boşlukla yüz yüzeydim. Söz verdiğime bin pişmandım.
-Sadece benim yaptıklarımı yap telaş etme, sakin ol. Ayağını dışarıya uzattığı sırada, aklıma daha önce bu kartları deneyip denemediği geldi.
-Sen bu kartları denedin mi? Soruma duygusuzca aldığım koca bir hayırdı. Bir iki salise içinde boşlukta bana elini uzatmış bekliyordu. Mümkün olmaz denilen bir şeyi başarmıştı. Uzatılan bu ele güvenmemek için hiçbir sebep yoktu. Evet, bizim yüzyılımızın denizi de uzaydı. Bardaklar elimizde boşlukta kaybolmadan sıcak çaylarımızı yudumlarken, çıkış kapısının uyarı sinyali boşluğun sessizliğini yırtarcasına haykırıyordu. Çığlığı duyanlar kapının önüne yığılmış, hayretler içinde bizi seyrediyordu. Bizse kimseye aldırış etmeden çaylarımızı yudumlarken, kaptanın ‘hemen üsse dönün’ sinyali kulaklarımız yankılandı.
İkimizi de kapıda iki muhafızın olduğu her tarafı öldürücü ışınlarla korunan hücreye kapatıldık. Üsse ihanet suçundan suçluları attığım yere kendim atılmıştım.
-Bir çay yüzünden ne hale düştük, bir bak şu halimize. İhanetten yargılanacağız.
-Merak etme, sen Neron’a yapacağın saldırı stratejin hazır mı?
-Hazırda, ne ilgisi var onun şimdi.
Biraz önce seni hayal kırıklığına mı uğrattım sorusunda ki ses tonu ona karşı yaşadığım endişemi anlamış olması beni çok üzdüğünden sessiz bir şekilde ‘hayır’ cevabını verebildim. Tabi yüzüne bakmadan başım önde sessizce. Birkaç salise sonra muhafızlar eşliğinde komutanın karşısına çıktık. Komutanın bu kadar hiddetlendiğini ilk defa görüyordum, bağırdıkça algı çipleri neredeyse dışarı fırlayacak gibi oluyordu. Sizden açıklama bekliyorum sözünü duyar duymaz arkadaşım hemen atıldı.
-Keepler-186 araç projesi için deneme testi yapıyorduk cevabı karşısında aniden başımı çevirdim, bakışlarında ki güven duygusu komutanın doğrumu sorusuna tereddüt etmeden evet demeye itti.
-Beş ışık günü içinde proje bitmiş olacak.
-Tamam, bu süre içinde araştırma üssünden çıkmayacaksınız.
Beş ışık günü içinde arkadaşım yedi mikron kalınlığındaki kartın içine aracı uzay boşluğunda tutacak manyetik dalgalarıyla,  keepler- 186’nın çekim dalgalarına zıt dalgaları yerleştirmeye çalışırken bende yeni saldırı strateji planların hazırlığı içindeydim.
Gezegen komutan yardımcısı olarak üslerin denetimi sırasında ‘benimle çay içer misin’ sinyalleri beynime ulaşır ulaşmaz araçla ana üsse gitmek için koordinatları hemen çipe yükledim. Boş yer var mı diye bakınırken, köşedeki masadan el salladığını gördüm.
-Senin yüzünden bütün bunlar herkes uzayda, tüm galaksilerin çevresi dolu. Şuna bak iki adım mesafeyi kaç salisede geldim. Etrafımda ki insanların yüzünde ki mutluluğu gördükçe de haksızlık ettiğimin farkındaydım.
-Boş ver onları, Keepler-186 nın yörüngesinde film seyretmeye ne dersin.
-Kesin ışık yılı öncesi filmlerdir. Boş ver ben yokum şimdide film sevdan başımıza ne işler açar

Hayatımın dönüm noktasıydı, çay hayali ile gelişen bir proje galaksimizde Neron saldırılarından uzak, huzur ve barışı getirdi. Hepsinden önemlisi bu gün insanlık galaksinin içinde kalmadan uzayın sonsuz boşluğunda ellerin de sıcak çaylarını yudumlayarak korkusuzca dolaşabilmenin ve sohbet etmenin keyfi içinde. Bense güvenebileceğim ve tutabileceğim bir ele sahibim.