İnsan zekası ne geçmişte ne de gelecekte çözülebileceğe
benzemiyor. Bu gün daha şanslıyız. En azından beyinin kullanım oranının %0.05
artması bile insan oğlunun neleri başardığının bir göstergesidir. Atalarımızın
ışık yılı öncesinde, insansız olarak gidebildikleri uzayda, bizler üsler kurup yaşıyoruz. Dünyamıza bağlı
beş yörünge ve bu yörüngelere bağlı 20 galaksi ve her galakside en az 46 yaşam
üslerimiz var. Ben, ikinci yörüngenin
altıncı galaksisinin on ikinci üssünde çalışıyorum. Bütün bunlar %0.05 lik artışla yaptık. Bir o kadar daha
artarsa neler olabileceğini varın siz düşünün. . Bazen de bu çözülemeyen beyinin ne kadar boş
şeylerle uğraştığına tanık olmamak mümkün değil. Boş da olsa beyin ilerlemesi
için bir şeylerle uğraşması, düşünmesi
ve üretmesi gerektiği kanaatine vardım. Tabi bu kanaate üçüncü yörüngenin,
yedinci galaksinin, altıncı üssünde projelerden sorumlu arkadaşımın fikrini
duyunca karar verdim.
İki ışık günü önce,
yörüngelerde ki galaksiler bir araya gelip Neron galaksisinin fütursuz
saldırılarına karşı ortak savunma ve saldırı stratejilerini belirlemek için bir
araya geldiğimiz toplantı beklenenden daha uzun, tartışmalı ve yorucu
geçtiğinden galaksilerde oyalanmadan hemen üsse döndüm ve dinlenmek için
daireme çekildim. Sabah aceleyle çıktığım için kahvaltı tabletlerin kutuları
ortalıktaydı. Bu yorgunluğun üzerine dağınıklığı toplasam mı toplamasam mı
derken kulağıma görevden döndün mü sinyali geldi. Ne desem, döndüm desem şimdi
kimseyle uğraşacak halim yok, dönmedim desem toplantı yerine giderse, yalanım ortaya çıkar oda olmaz. İstemeye
istemeye ‘döndüm’ dedim. Tekrar bir
sinyal ’10 salise içinde ordayım’. Hemen yorgun düşüncemi toplamaya çalıştım.
Masadaki kutulara yoğunlaşıp hepsini çöp gözünde topladım. Bir yandan da yatak
için yoğunlaşmaya çalışıyordum. Bu zamanın en önemli problemi yorgunlukların
düşüncelerin yoğunlaşmasını engellemesidir. O zaman küçük bir işi yapmak bile
işkenceye döner. Benim işlerde işkenceye döndü anlayacağınız. Kapıda ki kırmızı
ışığın yandığında yatağımı yatak gözüne kapatmış, koltuk gözünden iki koltuk
çıkarmıştım. Kapıyı açmak için mavi ışığa dokundum. Arkadaş yarı aralanan
kapıdan içeriye girmişti bile. Yüzünde belli belirsiz düşüncelerini kurcalayan
bir şeyler var gibiydi. Sağ duvarda ki koltuğu alıp sol duvarın yanına koyunca
düşüncemin doğru olduğu kesinleşmişti. Genelde bu davranışları kararsızlığının
belirtisiydi. Bana göre hiç fark etmiyordu, koltuğun o köşe ya da bu köşede
olması. Zaten 3 metre karelik alanda üç duvarın üçü de aynıydı. Bende diğer
koltuğu karşısına çektim. Konuşmadan bir süre öyle durdu. Ne düşündüğünü merak
ediyordum. Üs yasalarına göre iş
haricinde düşünce okuma algımızı açmak yasak olduğundan düşüncesini de
okuyamıyordum. İnsanın en önemli özelliklerinden olan merak duygusunu korumak
amacıyla alınan bir karardı. Sessizliği bozmak için ‘film seyredelim mi’ diye sordum.
-
Olur, ışık yılı öncesi olsun, lütfen.
-
Ooo sen yine eskilere gittin, sen seç. Çayda
içeriz değil mi?
Çaya hayır demeyeceğini bildiğim için, cevap vermesini
beklemeden kutudan iki adet alıp koltuğuma oturdum. Tesadüf o ki 2015 yılının filminde de atalarımız deniz
kenarında çay içilirken görüntüleri vardı. Çay tabletlerinin kağıtlarını
açarken’ Deniz nasıl bir şeydir, sıvı çay nasıl içilir’ sorusu ile karşılaşınca
çok şaşırdım ve ne söylesem diye düşündüm bir an.
-
Herhalde bizim uzay gibi sonsuz bir yerdir.
Yine bir sessizliğin içine daldık. Aslında ışık yılı
öncesi filmleri bende çok seviyordum. Bu yorgunluğun üzerine arkadaşın
sessizliği ve bu filmler düşüncemin yoğunlaşmasına ilaç gibi geldiğini
düşünürken, bir anda sorular peş peşe gelmeye başladı. ‘Nasıl çay yapılır, tadı
nasıl acaba, çaydanlık nasıl olur?’ İşte buyurun iyi ki de sessizlik dedim. Boş
ver desem de vazgeçmeyecekti. Ona en iyi cevap ‘istersen dene’ idi.
-Deneyeceğim, benimle çay içmeye var mısın? Sorusu karşısında bir süre duraksadım. Olması
mümkün olmayan bir şey, olur dersem ne olacak sanki, hevesini kırmak istemediğim için ‘içerim
elbette’ dedim. Bir yandan da galaksi sisteminde ki keepler-186 gezegenine
göndereceğimiz aracı, gezegenini çekim
sistemine girmeden yörüngede nasıl tutacağımı düşünüyordum. Bunu başarmak Neron
saldırılarını imkansız kılacaktı. Benim yaşadığım sıkıntıyı bile bile bizim
arkadaşta boş işleri kendine dert edinmişti. Bu olayın üzerinden on ışık günü
ya geçti ya geçmedi, üsse dönmek için hazırlık yaparken, kulağımda bizim
arkadaşın sesi. ‘Sözün vardı, seni bekliyorum üsteyim hemen gel’ sıkıcı bir
günden sonra bu teklif iyi gelmişti ‘tamam geliyorum’ verdiğim söz ise hiç
aklıma gelmiyordu.
‘Yaklaş masaya, bak bunlara’ gördüklerim neredeyse göz
algı sinyallerimi devre dışı bırakacaktı. Bardak, çaydanlık ve kaşıklar
neredeyse 2015 yılından çıkıp gelmişti.
-Nasıl yaptın bunları
-Şimdi sözünü tut bakalım, gidiyoruz uzay boşluğunda çay
içmeye, çabuk ol..
-Böylemi, üsse bağlanmadan.
-Evet, hadi çabuk ol. Merak etme boşluk seni yutamaz..
Ne yapacağımı şaşırmıştım. Kaçış yolu bulmak için
çabalarken, yakamda ki üs tanımlama çipimin yerine takmak için bir santimetre
boyutunda kartı uzattı. Korkumu gidermek için kartın boşlukta çekim kuvveti
üreterek sürüklenmemize nasıl engel olacağını açıklıyordu. Kaçışım yoktu. Aynı kartın biraz küçüğünü içine bardak ve
çaydanlığı koyduğumuz kutuya taktı ve üssün ana kapısına yöneldi.
-Işınlanamayız, biraz yürüyeceğiz.
Üssün kapısına geldiğimizde bacaklarım titriyordu. Kapı
açıldığında sonsuz yıldızlarla dolu, karanlık boşlukla yüz yüzeydim. Söz
verdiğime bin pişmandım.
-Sadece benim yaptıklarımı yap telaş etme, sakin ol.
Ayağını dışarıya uzattığı sırada, aklıma daha önce bu kartları deneyip
denemediği geldi.
-Sen bu kartları denedin mi? Soruma duygusuzca aldığım
koca bir hayırdı. Bir iki salise içinde boşlukta bana elini uzatmış bekliyordu.
Mümkün olmaz denilen bir şeyi başarmıştı. Uzatılan bu ele güvenmemek için
hiçbir sebep yoktu. Evet, bizim yüzyılımızın denizi de uzaydı. Bardaklar elimizde
boşlukta kaybolmadan sıcak çaylarımızı yudumlarken, çıkış kapısının uyarı
sinyali boşluğun sessizliğini yırtarcasına haykırıyordu. Çığlığı duyanlar
kapının önüne yığılmış, hayretler içinde bizi seyrediyordu. Bizse kimseye
aldırış etmeden çaylarımızı yudumlarken, kaptanın ‘hemen üsse dönün’ sinyali
kulaklarımız yankılandı.
İkimizi de kapıda iki muhafızın olduğu her tarafı
öldürücü ışınlarla korunan hücreye kapatıldık. Üsse ihanet suçundan suçluları
attığım yere kendim atılmıştım.
-Bir çay yüzünden ne hale düştük, bir bak şu halimize.
İhanetten yargılanacağız.
-Merak etme, sen Neron’a yapacağın saldırı stratejin
hazır mı?
-Hazırda, ne ilgisi var onun şimdi.
Biraz önce seni hayal kırıklığına mı uğrattım sorusunda
ki ses tonu ona karşı yaşadığım endişemi anlamış olması beni çok üzdüğünden
sessiz bir şekilde ‘hayır’ cevabını verebildim. Tabi yüzüne bakmadan başım önde
sessizce. Birkaç salise sonra muhafızlar eşliğinde komutanın karşısına çıktık.
Komutanın bu kadar hiddetlendiğini ilk defa görüyordum, bağırdıkça algı çipleri
neredeyse dışarı fırlayacak gibi oluyordu. Sizden açıklama bekliyorum sözünü
duyar duymaz arkadaşım hemen atıldı.
-Keepler-186 araç projesi için deneme testi yapıyorduk
cevabı karşısında aniden başımı çevirdim, bakışlarında ki güven duygusu
komutanın doğrumu sorusuna tereddüt etmeden evet demeye itti.
-Beş ışık günü içinde proje bitmiş olacak.
-Tamam, bu süre içinde araştırma üssünden
çıkmayacaksınız.
Beş ışık günü içinde arkadaşım yedi mikron kalınlığındaki
kartın içine aracı uzay boşluğunda tutacak manyetik dalgalarıyla, keepler- 186’nın çekim dalgalarına zıt
dalgaları yerleştirmeye çalışırken bende yeni saldırı strateji planların
hazırlığı içindeydim.
Gezegen komutan yardımcısı olarak üslerin denetimi
sırasında ‘benimle çay içer misin’ sinyalleri beynime ulaşır ulaşmaz araçla ana
üsse gitmek için koordinatları hemen çipe yükledim. Boş yer var mı diye
bakınırken, köşedeki masadan el salladığını gördüm.
-Senin yüzünden bütün bunlar herkes uzayda, tüm
galaksilerin çevresi dolu. Şuna bak iki adım mesafeyi kaç salisede geldim.
Etrafımda ki insanların yüzünde ki mutluluğu gördükçe de haksızlık ettiğimin
farkındaydım.
-Boş ver onları, Keepler-186 nın yörüngesinde film
seyretmeye ne dersin.
-Kesin ışık yılı öncesi filmlerdir. Boş ver ben yokum
şimdide film sevdan başımıza ne işler açar
Hayatımın dönüm noktasıydı, çay hayali ile gelişen bir
proje galaksimizde Neron saldırılarından uzak, huzur ve barışı getirdi.
Hepsinden önemlisi bu gün insanlık galaksinin içinde kalmadan uzayın sonsuz
boşluğunda ellerin de sıcak çaylarını yudumlayarak korkusuzca dolaşabilmenin ve
sohbet etmenin keyfi içinde. Bense güvenebileceğim ve tutabileceğim bir ele
sahibim.