16 Mayıs 2014 Cuma

ENDİŞEM

 

Soma holding yetkilileri açıklama yapıyorlar, açıklamalarını dinlemedim ve seyretmedim sadece satır başlıklarını sosyal paylaşımlardan takip etmeye çalışıyorum.
1. Yetkililerin ceza almasını beklemek hayal olur. ILO sözleşmesini Türkiye 1932 yılında kabul etmiş olsa da, Kimya, İlaç, Maden, Ev işleri ile ilgili yasaları kabul etmedi. Bu doğrultuda işletme sahipleri ihmallerinden kaynaklanan ceza-i müeyyidelerden muaf olacak. Aklandılar
2. Devlet tarafından bu işletmenin denetim raporları hep olumlu olduğu aşikar. Hükumete bu kadar yakın olan bir işletmeden başka bir şey beklenemez. Bu konuda da aklandılar.
3. İşletmede yabancı işçi çalıştırma konusu var. Yabancıların çalışma izni var ise bu konuda sıkıntı yaratmaz, aklandılar.
4. 15 Yaşında çocuk işçi çalıştırma olayı sıkıntı yaratabilir. 4857 İş kanunun 72. maddesine göre 18 yaşını doldurmayan erkek ve her yaştaki kadınlar maden, kanalizasyon, kablo döşeme ve tünel inşaatlarında çalıştırılamaz. Kanunun bu maddesi işletmeyi ve Çalışma bakanlığını sıkıntıya sokabilir. İşletme çalışan sayısını veremiyor. Bunun iki nedeni olabilir, kaçak ve 18 yaşını doldurmamış çalışan olmasındandır.
Uzun yıllar yöneticilik yapan biri olarak bu açıklama beni güldürdü. Birim maliyetini bilen bir işveren işçi sayısını bilmiyor. Bu mümkün mü? Birim maliyet hesaplanırken işçilik maliyetini sıfır kabul etmiş olacaklar. Yada onlar benim bilmediğim şekilde işçilik maliyetini hesaplamaktalar.  Gelelim 4. maddede açıklanan bu durum. Hem işletmeyi hemde hükumeti uluslar arası hukukta çok sıkıntıya sokar.
Endişeme gelince bundan dolayı işletmeyi vede kendilerini aklamak için aramaya ara vermeleri. Millet olarak başımız sağ olsun. Fakat bunu kadere bağlamayın. Kullanın diye Yüce Yaradanımız Cüz-i irade vermiş. 
Bu olay fazla kazanma hırsı sonucunda emeği sömürerek  yapılan katliamdır. 

8 Mayıs 2014 Perşembe




ÇOCUK
Ben senin için üzülmedim çocuk
İçimin yanışını anlatmaya yetmez bu sözler.
Feryadımı duyar mısın bilmem.
Ben seni duymasaydım, keşke çocuk.
Nasıl teselli etsem seni, hangi sözlerle yazsam acını
Eğer derdine deva olacaksa,
Attıran ve atan eller kırılsın, dilleri lal olsun yakarışlarımda
Sol yanım sızlıyor çocuk sol yanım
Ne işin var senin bir mayıs da sokaklarda.
Büyük cüsseler dururken adalet, özgürlük, hak arama davası sana mı kaldı.
Ayıbımı yüzüme vurmak için ise çocuk, yüzüm yerlerde.
Ben arasaydım adaleti senin yerine,
Bakma bana bakma ne olur öyle masum.

Sol yanım sızlıyor çocuk sol yanım

5 Mayıs 2014 Pazartesi

DENİZ

İstanbul'un güzelliğine güzellik katan denizidir. 
Oysa Ankara'nın  denizi bir başka güzeldir. İmrendim, gıptayla seyrettim kırk iki yıldır. Bu gün daha delicesine dalgalı. Üç fidan için,  martıların çığlıklarıyla dalgalarını kıyıya vuruyor. Başlangıçların şehri Ankara. Sana geleceğim günü iple çekiyorum..
Nurlar içinde yatın üç fidan...

4 Mayıs 2014 Pazar

BEKLEMELER

                                                           



Acıbadem.. Burada,  birini sevdim görmeden ona mektup yazdım. Çok seveceğime söz verdim. Sözümü tutmak mı?   Kendimce tutuyorum. Peki,  siz benim gibi görmeden birini sevdiniz mi?. Onun için yazdım. 
Yine Acıbadem. Bu ikinci yazışım, bu sefer gördüğümü bekliyorum. Bir zamanlar beklerken, hayal kurardım, nasıl olacak acaba? diye.  Kıvrım, kıvrım saçlı, beyaz pamuk tenli, zeytine benzeyen siyah,  iki çift güzel gözü sevdim. Bu güzelliği tamamlayan tatlı dilini sevdim, seni çok özledim derken, sıkıca sarılışını sevdim. Bir zamanlar görmeden severken, şimdi gördüğümü bekliyorum. Gelmesini beklemek. Hayatın en zor yönü beklemek.  Neyi beklersiniz?  Hastayı, ölümü, gidenin geri gelmesini, sevdiğinin aramasını beklemek, sevildiğini bilmeyeni beklemek. İnsanın hayattaki imtihanı beklerken sabretmek olsa gerek. Geleceksin bana şimdi, o kıvırcık saçların kesilmiş şekilde, olsun gözlerinde ki bakışın bana yeter.

Birde gördüğümü çok sevdim, korka,  korka. Kaybetmekten korktum. Allah’ımın bana verdiği en güzel hediyeyi kaybetmekten.  Karşınız da oturan biri gözünüzün içine bakarak, duygusuz bir ses tonuyla ‘‘kaybetmeye hazır olun’’ diyor. O an,  doruğu göğe erişen dağlardan  kopan kayalar gibi parçalar kopardım,  depremleri, gelgitleri yaşadım, fırtınalar estirdim gönlümde. Biçtikleri kırk sekiz saati beklemeye başladım sessizce.  Beklemek, beklemek…

Yine bekleyiş, bazen diyorum ne varsa bir anda,   iyiyi, kötüyü, acıyı,  sevinici yaşayayım bitsin her şey. Beklemeyeyim. İmkansızı istediğimin farkındayım, hayat ta ki  imtihanım beklemek.   Ömrümün en uzun saatlerini bekledim korkuyla.  Beklemelerim ona tutkuyla bağladı.

Bir de, beklemeden hayatıma sesiz, sedasızca giren biri var. Hiç düşünmedim onu sevmeyi, bir anda giriverdi hayatıma, ne olduğunu anlamadım bile. Bana sadece kabullenmek ve sevmek kaldı. Beklemediğim bir anda gelen tanrı misafirimdi benim. Beklemediğim için hazırlık yapmamıştım,  diğer aşklarımdan kalan sevgimle yetindi.  Şikayetini duymadım mavi gözlümün, beni sevmek yeterdi ona.
Benim üç aşkım, üçü bir yer delerim.
Ozan Mazlum çimenin dediği gibi;
Bir seher vaktinde düştüm sevdana, bırakma kapıda al beni  beni
İkrarsız olana ikrarım vermem, sevgisiz kapıdan içeri girmem
Gider isem bir daha dönmem, gelmiş iken sev beni  beni

Bekleyerek ya da beklemeden gelen tüm sevgilere kapılarınız açık olsun…