22 Ağustos 2012 Çarşamba

KAR BEYAZ




     Koltuğu hafifçe çekerek pencereye yaklaştırdı. Perdeyi pencerenin sağ tarafına topladı. Kitabını okumak için hazırlık yapıyordu. Genelde okumak için hazırlık yapmazdı, yeter ki okuyacak zamanı olsun ve okuyabilecek bir ortam. Otobüs, metro, yatarken,  bazen televizyon karşısında bile okuduğu olurdu. Bu gün okumak için hazırlıkta nerden çıkmıştı. Sanki okuma ritüeli düzenliyordu. Kendiside yaptığına bir anlam veremiyordu. Onu tanımayan biri görse kesinlikle her okuma öncesinde sürekli  bu hazırlıkları yaptığını düşünürdü. Hareketlerinde bir dinginlik vardı. Koltuğa oturdu, kitabını yanında ki sehpa ya bıraktı.  Dalgın gözlerle gökyüzüne baktı. 
-Kendi kendine bu bulutlar bir dağılsa da, şu gökyüzünün mavisini ve güneşin ışınlarını görsek de içimiz açılsa, ne açık ne kapalı insanın içine kasvet doluyor.
Bir süre boş gözlerle gökyüzünü seyretti, içine kasvet dolduran gökyüzünden gözlerini alamıyordu, gayri ihtiyari elini sehpaya uzatıp kitabını alıp dizlerinin üzerine koydu. Bu anlamsız halinin kendiside farkındaydı. Boşlukta uçan bulutlar gibiydi, onlarda gözlerinin önünden ona el sallayarak geçiyorlardı. Kendisini resmi törenlerde tören alayını selamlayan kumandan gibi hissediyordu. Ne kadarda yakın geçiyorlardı, sanki elini uzatsa tutabilecek gibiydi. Bir anda içinde bir ürperti hissetti,  dizlerinin üzerindeki kitaba elini uzatıp kitap ayracı yardımıyla kaldığı sayfayı açtı. Kitap sayfalarını kıvırmaktan nefret ettiği için sürekli ayraç kullanırdı. Kitap ayracı olmadığı zaman bile kitap sayfasını kıvırmazdı imdadına çantasındaki kartvizitleri ya da kağıt mendili yetişirdi hatta bir seferinde her ikisi de çantasında yoktu, kredi kartı ayraç oluvermişti. Sayfaya bir göz attı, kaldığı yeri hatırlamaya çalıştı. Birkaç sayfa okudu okumadı ayracı kaldığı yere koyup kitabı kapattı. Saatte beş, bir saat okuyabilsem ne iyi olur dedi.  Bir türlü kendisini kitaba veremedi. Dikkatini dağılmasının sebebini odada ki basık havadan kaynaklandığını düşündü. Kitap elinde ayağa kalktı
-Pencereyi biraz açayım temiz hava belki daha iyi gelir.
Tekrar koltuğa kuruldu, temiz havada kar etmemişti, kitabı doğrultup okumak gelmiyordu içinden. Kendini zorlayarak kaldığı sayfanın son paragrafını okudu ve diğer sayfaya geçerken, bir anda beyaz bulutların arasından geçen kuşlara takılmıştı gözleri.  Bu gün, ne olduğunu bilmediği, çözemediği bir şeyler vardı. Bir yanı patlamaya hazır bomba gibiydi,  bir yanı ise suskun ruh hali içindeydi. Kaçıp uzaklara  gitmek istiyordu, bilmediği yerlere gitmeliydi.  
Korumak amacı ile yaratılan göğüs kafesi küçülüp onu sıkmaya mı başladı ya da korunmaya muhtaç olan yüreği bir anda büyüdü de omu fark edemedi. Bildiği tek bir şey vardı, artık birbirlerine dar geliyorlardı. Kafesten kurtulmak için çırpınan, özgürlüğe hasret bir kuş gibi çırpınıyordu göğüs kafesinin içinde.  Kanat çırpışları hızlandıkça göğsündeki acı artıyordu, bir ara elini göğsünün üstüne koyarak kanat çırpışlarını bastırmak istediyse de nafile, avucunun içinde hissediyordu her çırpınışı. Elini çekişiyle kafesin kemikten parmakları aralanıvermişti biranda. Kanatlarını peş peşe çırpmaya başladı. Kemik parmaklar kapanmadan çıkmalıydı.
-Tam çıkarken kapanıp kanatlarım sıkışırsa ne yaparım, acele et belki bu son şansın.
 Kar beyazı kanatları ile koltuğun üzerin de bir tur atıp bulutlu gökyüzüne süzülüverdi. Kanatları  gövdesi her yeri bembeyaz kar beyazı gibiydi. Sadece sağ kanadının altında hafif belli belirsiz grimsi bir leke vardı.  Kanatlarını süzerek pencereye yaklaşarak alçaldı, pencerenin hizasına gelmişti, içeriye doğru baktı. Gözlerinde hem sevinç hem de hüzün vardı. Yeni yerler tanımanın sevinci, yıllardır yaşadığı yeri bırakmanın hüznünü iki farklı duyguyla gagasını pencereye hafifçe dokundurdu, tekrar kanatlarını çırparak yükseldi ve bulutların arasında kayboldu.  Bulutların üstünde süzülüyordu,
- sonsuz gökyüzünde uçmak ne güzelmiş istediğim yere gidebilirim. Daracık yerde uçmak için çırpınmayacağım diyerek nereye gideceğini bilmeden kanat çırpıyor hem de kendi kendine konuşuyordu. Aşağıda kapalı havanın aksine yukarda güneş ışınların aydınlattığı bir hava vardı. Güneş ışınları ne kadar uğraşsa da, bulutları aşıp yeryüzüne süzülemiyordu.  Işınlar bulutların üzerinden geri yansıyarak sonsuzluğu akıp gidiyordu.  Biraz aşağıdan sesler geliyordu, birisi belli belirsiz konuşuyordu sanki. Yavaşlayarak sesin geldiği yöne kulak verdi.  Alçaktan uçan kuş sürüsünü gördü. Sürünün önünde ki,
- Hadi acele edin yoksa fırtınaya yakalanacağız, az yolumuz kaldı. Öndeki kuş  daha yaşlı görünüyordu, hatta tüylerinin siyah beyaz karışık renkleri diğerlerine göre daha soluktu  ve sürekli bir şeyler söyleyerek sürüyü yönlendiriyordu.
-Ne fırtınası, güneşli ne güzel bir hava var. Acaba ben mi yanlış duydum. Alçalırsam daha iyi duyarım,  hem de dost oluruz diyerek sürünün yakınına geldi. Sürüdekiler kendilerine yaklaşan karbeyazına tuhaf tuhaf bakmaya başladılar.
-İçlerinden biri buda kim, bu kadar beyaz bir kuş görmedim nerden geldi acaba diye homurdanmaya başladı.  Yanlarına yaklaşıp,
-merhaba nereye gidiyorsunuz.  Kimse ona cevap bile vermedi.
-Bende sizlerle gelebilirmiyim, konuşmanızı duydum, fırtına çıkacak diye acele ediyorsunuz, baksanıza ne güzel bir hava var. Sürüdekiler ise  kar beyazın kendileri ile alay ettiğini düşündüler, içlerinden biri  bu duruma çok sinirlendi ve diğer taraftan sürüyü yararak kar beyazın yanına geldi,
-Hadi git işine sen dalgamı geçiyorsun,
-Hayır,
-o zaman git işine diyerek siyah kanatlarını açarak kar beyaza doğru  peşepeşe hızlıca kanatlarını çırptı. Geniş kanatların oluşturduğu hava  ile karbeyaz  birkaç metre geriye savruldu.  Ne olduğunu anlamamıştı, kendini toparladığında sürünün sonu gelmişti. Kısık bir ses ‘sen aldırma ona hep böyledir, daha önce seni  buralarda hiç görmedim bence biran önce sizinkilere yetiş, yağmur gelecek.
Hava çok güzel baksana,  böyle olduğuna aldırma bak bulutlar nasıl kabarıyor. Her kuş bunları  bilir sen nasıl bilmiyorsun?  Karbeyaz nereden bilecekti, tüm ömrü daracık kemik kafesin içinde geçmişti. Çok sevindiğinde kanatlarını hızlıca çırpar bir iki tur attıktan sonra sevinci geçerdi. Yağmurun nasıl yağdığını nerden bilecekti ki, sadece ıslanan giysinin serinliğini hissettiğinde ürperirdi ancak o zaman anlardı yağmurun yağdığını.
İnan bilmiyorum,
 o zaman bir an önce kendine sığınacak bir yer bul, 
benim için sorun değil, fakat bunu  kabul etmezler. Sen bizim gibi değilsin
hiç kimseyi bilmiyorum,  sadece uçmak istedim.
Dur bekle beni bir sorayım, sürünün önündeki yaşlı kuşa ulaşmak için hızlandı, diğerleri ise ne olduğunu anlamadı, yavaş evlat nereye diye arkasından söyleniyorlardı. Nefes nefese yaşlı kuşun yanına geldi. Konuştuklarını bir bir anlattı. Yaşlı kuş başını geri çevirerek kar beyazına baktı. Allahallah daha önce böyle bir kuş görmedim, nerden gelmiş buraya. Buralara alışık değildir, bir an önce ait olduğu yere gitmesini söyle, bizim aramızda yapamaz, bizim gibi değil.
Ama yazık gelsin bizimle, hadi evlat fırtına gelmeden gidelim. Küçük kuş sürüyü yararak karbeyazın yanına geldi. 
Kar beyaz ne oldu, ne dedi sizinle geliyormuyum?   Kar beyazın sessin de ki çaresizlik ten dolayı  yaşlı kuşun dediklerini söylemek istemiyordu, üzüleceğini düşündü. Tüyleri  gibi içi de bembeyaz dedi kendi kendine, keşke ayrılmasaydın buralara alışman zor olur, kolay değil. Haklısında bak istediğin yere ne güzel gönlünce uçuyorsun,
Öyle değil bu sürünün kuralları var ve herkes uymak zorunda, sıcak diyarlara gitmemiz gerekiyor, bana kalsa gitmem, sevmiyorum oradan oraya gitmeleri, aynı yerde yaşamayı ne çok isterdim..Hava gittikçe kararmaya,  yağmur da hafif hafif atıştırmaya başlamıştı. Karbeyaz konuşurken havanın karardığını anlayamamıştı, kendi kendine gerçekten yağmur başladı. Sürünün lideri seslendi biraz daha çabuk olun, çeneyi bırakın. Hızlanmalıyım yoksa bana kızar, istersen biraz daha birlikte uçalım. Kar beyaz isteksiz bir şekilde kabul etti. Daha önce hiç yağmurda uçmamıştı, sadece serinliğini kanatlarında hissetmişti. Arkadaşına yetişmek için uğraşıyordu, fakat gittikçe kanat çırpması zorlaşıyordu.  Tüyleri yağmurdan ıslanmıştı. Arkadaşının kanatları kupkuruydu. Neden senin kanatların kuru, benim ıslak. Bilmiyorum diye cevap verdi arkadaşı. Karbeyaz nereden bilecekti, kuşların kanatlarını gagaladıkça yağ bezlerinden yağların salgılanarak kanatlarını koruduğunu. Onu ömrü hep kuru yerde geçtiğinden tüylerindeki yağ bezeleri gelişmemişti. Arkadaşı ile aralarında ki mesafe açılmıştı, arkadaşının hoşça kal diye bağırmasını zor zar duymuştu.  Kanatlarını çok yavaş çırpabiliyordu.  Ne yapsam şimdi, en iyisi sığınacak bir yer bulayım. Nafile  çabalıyordu, kanatları yağmurdan ağırlaştıkça ağırlaşmıştı, kalkmıyordu artık. Hızla aşağıya doğru düşmeye başladı.
Karbeyaz ağacın dibindeki çalılıklara çarptı.  Yavaş yavaş nefes alabiliyordu, yaşadığı yeri düşündü tekrar geri dönmeyi çok istedi, nefes almaya çalıştı.
 Pencerenin çarpma sesi ile  gözlerini açtı, etrafına boş boş bakarak nerede olduğunu ve zamanı hatırlamaya çalıştı, boşlukta gibiydi, bir iki dakika etrafı  seyretti. Nerede olduğunu ve yaptıklarını hatırlamaya başladı. Göğsünün üzerin deki elini fark etti, göğsünün çarpıntısını durdurmak için koyduğunu hatırladı.
Neyse kanat çırpması geçmiş,  saatte kim bilir kaç olmuştur diyerek,  başını duvara çevirip saate baktı oysa yelkovan da akrepte 5 i gösteriyordu. Hızına yetişemediğimiz zaman anca beş dakikalık yol alabilmişti.  Bir anda gök gürlemeye başladı, bulutların arasından gelen şimşekler evin içini aydınlatıyordu, yağmurda bardaktan boşanırcasına yağmaya başlamıştı. Yağmuru seyretmek istedi, pencereye doğru geldi biraz daha açtı yağmurun  verdiği huzurla derin bir nefes çekerken nefesi yarıda kaldı, hızlıca pencereyi kapattı koltuğa oturmak için dönerken belli belirsiz bir şeyler mırıldanıyordu.  Kitabın ilk sayfasına büyük harflerle bir şey yazıp gökyüzünü tekrar seyre daldı.

Duygular söz olur dile gelir, sevgi olur kalbe düşer, yoğunlaşır eylem olur yaşama geçer.

Türkan Kebeci
turkankebeci@yahoo.com
turkankebeci@gmail.com

4 Ağustos 2012 Cumartesi

RUSYA SURİYE'NİN YANINDA MI?




             Dünya, soğuk savaş sonrası,  tek güçle yönetildi, gidişat göstermekteki, tek güç yönetimi artık iflas etmekte. Dünya düzenine baktığımızda, muhakkak çatışan iki farklı güç olmuştur.
Soğuk savaş sonrasında Amerika’nın karşısında,  kendine rakip olacak herhangi bir güç kalmayınca, dünyaya hükmetme politikaları sınır tanımaz boyutlara ulaştı. 

Ortadoğu da ki enerji kaynaklarını istediği gibi kullanabilmek için (Dünya petrol rezervlerinin % 60),  Ortadoğu coğrafyasını yeniden planlanması aşamasına Irak ile başlandığı malumunuz.
Bu enerji kaynaklarına sahip olmak isteyen, ya da bu kaynaklardan faydalanmak isteyen diğer iki güç; Çin ve Rusya’dır. Bu iki ülkenin tek başına bu kaynakları ele geçirmek isteyeceklerini düşünmek yanlış olur. En nihayetinde Şhanghay birliğinin devam ettirdikleri ve Suriye konusunda ortak hareketleri bunu göstermektedir.
Suriye’nin parçalanması ABD’nin bölgeye yerleşmesi anlamına gelecektir. Enerji kaynaklarını istediği gibi kontrol edecek, İsrail’in güvenliği sağlanmış olacak. Türkiye’yi engel olarak görmediği için, İran engelini aştıklarında tamamen coğrafyanın hakimi olacak. Dört bölgede kurulması planlanan Kürt devletini kurup,  hami atayacaktır.

Peki Rusya ne yapıyor;  baştan beri, Suriye ye müdahaleye Çin ile birlikte hayır diyen BM  veto hakkını kullanan Rusya son günlerde Esad’ın zulme son vermesini istiyor, herhangi bir müdahaleye ses çıkarmayacak  tavrı hakim olmaya başladı. Bir yandan da Suriye nin Tartus limanına savaş gemilerini göndermekten de geri kalmıyor.

Tarihe bir göz atarsak, İngilizler Rusya yı Osmanlıya saldırtmak için gerekli desteği vererek, Osmanlının İngiltere’nin kucağına düşmesini sağlamıştır. Bilinen ama hep işe yarayan İngiliz oyunları. Şimdi bu oyunu Rusya, Amerika’ ya karşımı oynuyor. Ya da Amerika ile ortak payda da anlaştı, göstermelik engel olma oyunumu?

Şahsi fikrim ortak payda da buluştuğudur.   Uluslar arası politika da dostluk yoktur, ülkelerin çıkar ve menfaatleri ön plandadır.  Çıkar ve menfaatler bittimi dostlukta biter.
İlk Irak müdahalesinde Türkiye, Suriye, İran, Libya, Mısır ağırlıklarını koysalardı bu gün bu halde olmazdık, bana dokunmayan yılan bin yaşasın felsefesi. Yılan şimdi bize döndü.

Türkan Kebeci
turkankebeci@gmail.com