Koltuğu hafifçe çekerek pencereye yaklaştırdı.
Perdeyi pencerenin sağ tarafına topladı. Kitabını okumak için hazırlık
yapıyordu. Genelde okumak için hazırlık yapmazdı, yeter ki okuyacak zamanı
olsun ve okuyabilecek bir ortam. Otobüs, metro, yatarken, bazen televizyon karşısında bile okuduğu
olurdu. Bu gün okumak için hazırlıkta nerden çıkmıştı. Sanki okuma ritüeli
düzenliyordu. Kendiside yaptığına bir anlam veremiyordu. Onu tanımayan biri
görse kesinlikle her okuma öncesinde sürekli
bu hazırlıkları yaptığını düşünürdü. Hareketlerinde bir dinginlik vardı.
Koltuğa oturdu, kitabını yanında ki sehpa ya bıraktı. Dalgın gözlerle gökyüzüne baktı.
-Kendi kendine bu bulutlar bir dağılsa da, şu
gökyüzünün mavisini ve güneşin ışınlarını görsek de içimiz açılsa, ne açık ne
kapalı insanın içine kasvet doluyor.
Bir süre boş gözlerle gökyüzünü seyretti, içine
kasvet dolduran gökyüzünden gözlerini alamıyordu, gayri ihtiyari elini sehpaya
uzatıp kitabını alıp dizlerinin üzerine koydu. Bu anlamsız halinin kendiside
farkındaydı. Boşlukta uçan bulutlar gibiydi, onlarda gözlerinin önünden ona el
sallayarak geçiyorlardı. Kendisini resmi törenlerde tören alayını selamlayan
kumandan gibi hissediyordu. Ne kadarda yakın geçiyorlardı, sanki elini uzatsa
tutabilecek gibiydi. Bir anda içinde bir ürperti hissetti, dizlerinin üzerindeki kitaba elini uzatıp
kitap ayracı yardımıyla kaldığı sayfayı açtı. Kitap sayfalarını kıvırmaktan
nefret ettiği için sürekli ayraç kullanırdı. Kitap ayracı olmadığı zaman bile
kitap sayfasını kıvırmazdı imdadına çantasındaki kartvizitleri ya da kağıt
mendili yetişirdi hatta bir seferinde her ikisi de çantasında yoktu, kredi
kartı ayraç oluvermişti. Sayfaya bir göz attı, kaldığı yeri hatırlamaya
çalıştı. Birkaç sayfa okudu okumadı ayracı kaldığı yere koyup kitabı kapattı.
Saatte beş, bir saat okuyabilsem ne iyi olur dedi. Bir türlü kendisini kitaba veremedi. Dikkatini
dağılmasının sebebini odada ki basık havadan kaynaklandığını düşündü. Kitap
elinde ayağa kalktı
-Pencereyi biraz açayım temiz hava belki daha iyi
gelir.
Tekrar koltuğa kuruldu, temiz havada kar etmemişti,
kitabı doğrultup okumak gelmiyordu içinden. Kendini zorlayarak kaldığı sayfanın
son paragrafını okudu ve diğer sayfaya geçerken, bir anda beyaz bulutların
arasından geçen kuşlara takılmıştı gözleri. Bu gün, ne olduğunu bilmediği, çözemediği bir
şeyler vardı. Bir yanı patlamaya hazır bomba gibiydi, bir yanı ise suskun ruh hali içindeydi. Kaçıp
uzaklara gitmek istiyordu, bilmediği
yerlere gitmeliydi.
Korumak amacı ile yaratılan göğüs kafesi küçülüp onu
sıkmaya mı başladı ya da korunmaya muhtaç olan yüreği bir anda büyüdü de omu fark
edemedi. Bildiği tek bir şey vardı, artık birbirlerine dar geliyorlardı.
Kafesten kurtulmak için çırpınan, özgürlüğe hasret bir kuş gibi çırpınıyordu göğüs
kafesinin içinde. Kanat çırpışları
hızlandıkça göğsündeki acı artıyordu, bir ara elini göğsünün üstüne koyarak
kanat çırpışlarını bastırmak istediyse de nafile, avucunun içinde hissediyordu
her çırpınışı. Elini çekişiyle kafesin kemikten parmakları aralanıvermişti biranda.
Kanatlarını peş peşe çırpmaya başladı. Kemik parmaklar kapanmadan çıkmalıydı.
-Tam çıkarken kapanıp kanatlarım sıkışırsa ne
yaparım, acele et belki bu son şansın.
Kar beyazı kanatları
ile koltuğun üzerin de bir tur atıp bulutlu gökyüzüne süzülüverdi.
Kanatları gövdesi her yeri bembeyaz kar
beyazı gibiydi. Sadece sağ kanadının altında hafif belli belirsiz grimsi bir
leke vardı. Kanatlarını süzerek
pencereye yaklaşarak alçaldı, pencerenin hizasına gelmişti, içeriye doğru baktı.
Gözlerinde hem sevinç hem de hüzün vardı. Yeni yerler tanımanın sevinci,
yıllardır yaşadığı yeri bırakmanın hüznünü iki farklı duyguyla gagasını
pencereye hafifçe dokundurdu, tekrar kanatlarını çırparak yükseldi ve
bulutların arasında kayboldu. Bulutların
üstünde süzülüyordu,
- sonsuz gökyüzünde uçmak ne güzelmiş istediğim yere
gidebilirim. Daracık yerde uçmak için çırpınmayacağım diyerek nereye gideceğini
bilmeden kanat çırpıyor hem de kendi kendine konuşuyordu. Aşağıda kapalı havanın
aksine yukarda güneş ışınların aydınlattığı bir hava vardı. Güneş ışınları ne
kadar uğraşsa da, bulutları aşıp yeryüzüne süzülemiyordu. Işınlar bulutların üzerinden geri yansıyarak
sonsuzluğu akıp gidiyordu. Biraz
aşağıdan sesler geliyordu, birisi belli belirsiz konuşuyordu sanki.
Yavaşlayarak sesin geldiği yöne kulak verdi.
Alçaktan uçan kuş sürüsünü gördü. Sürünün önünde ki,
- Hadi acele edin yoksa fırtınaya yakalanacağız, az
yolumuz kaldı. Öndeki kuş daha yaşlı
görünüyordu, hatta tüylerinin siyah beyaz karışık renkleri diğerlerine göre
daha soluktu ve sürekli bir şeyler
söyleyerek sürüyü yönlendiriyordu.
-Ne fırtınası, güneşli ne güzel bir hava var. Acaba
ben mi yanlış duydum. Alçalırsam daha iyi duyarım, hem de dost oluruz diyerek sürünün yakınına
geldi. Sürüdekiler kendilerine yaklaşan karbeyazına tuhaf tuhaf bakmaya
başladılar.
-İçlerinden biri buda kim, bu kadar beyaz bir kuş
görmedim nerden geldi acaba diye homurdanmaya başladı. Yanlarına yaklaşıp,
-merhaba nereye gidiyorsunuz. Kimse ona cevap bile vermedi.
-Bende sizlerle gelebilirmiyim, konuşmanızı duydum,
fırtına çıkacak diye acele ediyorsunuz, baksanıza ne güzel bir hava var.
Sürüdekiler ise kar beyazın kendileri
ile alay ettiğini düşündüler, içlerinden biri
bu duruma çok sinirlendi ve diğer taraftan sürüyü yararak kar beyazın
yanına geldi,
-Hadi git işine sen dalgamı geçiyorsun,
-Hayır,
-o zaman git işine diyerek siyah kanatlarını açarak
kar beyaza doğru peşepeşe hızlıca kanatlarını
çırptı. Geniş kanatların oluşturduğu hava ile karbeyaz
birkaç metre geriye savruldu. Ne
olduğunu anlamamıştı, kendini toparladığında sürünün sonu gelmişti. Kısık bir
ses ‘sen aldırma ona hep böyledir, daha önce seni buralarda hiç görmedim bence biran önce
sizinkilere yetiş, yağmur gelecek.
Hava çok güzel baksana, böyle olduğuna aldırma bak bulutlar nasıl
kabarıyor. Her kuş bunları bilir sen
nasıl bilmiyorsun? Karbeyaz nereden bilecekti,
tüm ömrü daracık kemik kafesin içinde geçmişti. Çok sevindiğinde kanatlarını hızlıca
çırpar bir iki tur attıktan sonra sevinci geçerdi. Yağmurun nasıl yağdığını
nerden bilecekti ki, sadece ıslanan giysinin serinliğini hissettiğinde
ürperirdi ancak o zaman anlardı yağmurun yağdığını.
İnan bilmiyorum,
o zaman bir
an önce kendine sığınacak bir yer bul,
benim için sorun değil, fakat bunu kabul etmezler. Sen bizim gibi değilsin
hiç kimseyi bilmiyorum, sadece uçmak istedim.
Dur bekle beni bir sorayım, sürünün önündeki yaşlı
kuşa ulaşmak için hızlandı, diğerleri ise ne olduğunu anlamadı, yavaş evlat
nereye diye arkasından söyleniyorlardı. Nefes nefese yaşlı kuşun yanına geldi.
Konuştuklarını bir bir anlattı. Yaşlı kuş başını geri çevirerek kar beyazına
baktı. Allahallah daha önce böyle bir kuş görmedim, nerden gelmiş buraya.
Buralara alışık değildir, bir an önce ait olduğu yere gitmesini söyle, bizim
aramızda yapamaz, bizim gibi değil.
Ama yazık gelsin bizimle, hadi evlat fırtına
gelmeden gidelim. Küçük kuş sürüyü yararak karbeyazın yanına geldi.
Kar beyaz ne oldu, ne dedi sizinle
geliyormuyum? Kar beyazın sessin de ki
çaresizlik ten dolayı yaşlı kuşun
dediklerini söylemek istemiyordu, üzüleceğini düşündü. Tüyleri gibi içi de bembeyaz dedi kendi kendine, keşke
ayrılmasaydın buralara alışman zor olur, kolay değil. Haklısında bak istediğin
yere ne güzel gönlünce uçuyorsun,
Öyle değil bu sürünün kuralları var ve herkes uymak
zorunda, sıcak diyarlara gitmemiz gerekiyor, bana kalsa gitmem, sevmiyorum
oradan oraya gitmeleri, aynı yerde yaşamayı ne çok isterdim..Hava gittikçe
kararmaya, yağmur da hafif hafif
atıştırmaya başlamıştı. Karbeyaz konuşurken havanın karardığını anlayamamıştı,
kendi kendine gerçekten yağmur başladı. Sürünün lideri seslendi biraz daha
çabuk olun, çeneyi bırakın. Hızlanmalıyım yoksa bana kızar, istersen biraz daha
birlikte uçalım. Kar beyaz isteksiz bir şekilde kabul etti. Daha önce hiç
yağmurda uçmamıştı, sadece serinliğini kanatlarında hissetmişti. Arkadaşına
yetişmek için uğraşıyordu, fakat gittikçe kanat çırpması zorlaşıyordu. Tüyleri yağmurdan ıslanmıştı. Arkadaşının
kanatları kupkuruydu. Neden senin kanatların kuru, benim ıslak. Bilmiyorum diye
cevap verdi arkadaşı. Karbeyaz nereden bilecekti, kuşların kanatlarını
gagaladıkça yağ bezlerinden yağların salgılanarak kanatlarını koruduğunu. Onu
ömrü hep kuru yerde geçtiğinden tüylerindeki yağ bezeleri gelişmemişti.
Arkadaşı ile aralarında ki mesafe açılmıştı, arkadaşının hoşça kal diye
bağırmasını zor zar duymuştu.
Kanatlarını çok yavaş çırpabiliyordu.
Ne yapsam şimdi, en iyisi sığınacak bir yer bulayım. Nafile çabalıyordu, kanatları yağmurdan ağırlaştıkça
ağırlaşmıştı, kalkmıyordu artık. Hızla aşağıya doğru düşmeye başladı.
Karbeyaz ağacın dibindeki çalılıklara çarptı. Yavaş yavaş nefes alabiliyordu, yaşadığı yeri
düşündü tekrar geri dönmeyi çok istedi, nefes almaya çalıştı.
Pencerenin
çarpma sesi ile gözlerini açtı, etrafına
boş boş bakarak nerede olduğunu ve zamanı hatırlamaya çalıştı, boşlukta gibiydi,
bir iki dakika etrafı seyretti. Nerede
olduğunu ve yaptıklarını hatırlamaya başladı. Göğsünün üzerin deki elini fark
etti, göğsünün çarpıntısını durdurmak için koyduğunu hatırladı.
Neyse kanat çırpması geçmiş, saatte kim bilir kaç olmuştur diyerek, başını duvara çevirip saate baktı oysa
yelkovan da akrepte 5 i gösteriyordu. Hızına yetişemediğimiz zaman anca beş
dakikalık yol alabilmişti. Bir anda gök
gürlemeye başladı, bulutların arasından gelen şimşekler evin içini aydınlatıyordu,
yağmurda bardaktan boşanırcasına yağmaya başlamıştı. Yağmuru seyretmek istedi,
pencereye doğru geldi biraz daha açtı yağmurun
verdiği huzurla derin bir nefes çekerken nefesi yarıda kaldı, hızlıca
pencereyi kapattı koltuğa oturmak için dönerken belli belirsiz bir şeyler
mırıldanıyordu. Kitabın ilk sayfasına
büyük harflerle bir şey yazıp gökyüzünü tekrar seyre daldı.
Duygular söz olur dile gelir, sevgi olur kalbe düşer,
yoğunlaşır eylem olur yaşama geçer.
Türkan Kebeci
turkankebeci@yahoo.com
turkankebeci@gmail.com