29 Nisan 2014 Salı

ÇOCUK İSTİSMARI

Son günlerde basında kaybolan çocuklarımız hakkında ki haberlerle üzülüyoruz.  Hazin sonlarını öğrendiğim zaman bu nasıl canilik diyorum.  Devlet olarak sahip çıkamadığımız çocuklarımıza bu suçları işleyenleri en ağır ceza ile yargılayalım. İdama karşıyım fakat çocuk ve kadınlara karşı işlenen cinayet ve zulümler karşısında idam cezasını destekleyenlerdenim.  Ceza caydırıcı olursa ve zamanında tecelli ederse bu tarz olayların önüne geçilecektir.

Aşağıdaki rakamsal veriler incelendiğinde olayın vahameti anlaşılacaktır.
TÜİK VERİLERİ:
2008 – 2011 kayıp çocuk sayısı 27 binden fazla
2008 – 2012 yılları arasında toplam kayıp çocuk sayısı 40.220
2008 – 2011 yılları arasında 5724 çocuk bulunmuş.

İÇ İŞLERİ BAKANLIĞIN VERİLERİNE GÖRE:
Kayıp çocuk sayısı 15900

YAKAD DERNEĞİNE GÖRE:
Kayıp çocuk sayısı 30.000

TÜİK göre 2012 yılında 12.474 kayıp ile en yüksek yıl.

Emniyet Müdürlüğünün 2008 yılında 4.517 kayıp başvuru var.
2012’de 12.474 kayıp başvuru.
2008’den 2011’ e göre  % 123 artış olmuştur. 

Yukarıda ki veriler ürkütücü.  Bu kayıplara devlet kurumlarından kaçan çocukların sayısının ne kadarı yansıyor bilmiyorum. En nihayetinde sayının az olmadığı muhtemeldir.  Özellikle aile, töre baskıları yüzünden evden kaçan 13-18 yaş grubu kız çocukları ilave edilmiştir. Aile içinde kadına ve çocuklara yönelik  istismarlar toplumun geleneklerinden kaynaklanan kol kırılır yen içinde kalır anlayışından dolayı bilmediğimiz çok vaka sayısı vardır. İstismarların artması ürkütücü.  Büyükler bu kadar mı canileşti veya gaddarlaştı. Muhafazakar olmakla övünen toplumda bu olayların,  artış göstermesine dayanarak, yeni muhafazakarlık tanımının yapılmasına ihtiyaç mı var? Bu suçların cezasını devlet caydırıcı hale getirmezse çocuklara karşı işlenen suç sayısında artış önümüzdeki yıllarda çok daha fazla olacaktır.
Çocuklardan bahsettiğimize göre iş gücü olarak kullanılan çocuk sayısına da değinmek iyi olur. 2012 verilerine göre; 6 – 17 yaş aralığın da 893.000 çalışan çocuğumuz var. 36 Çocuğumuz iş kazalarında hayatını kaybetti.

Sonuç olarak;  geleceğimiz olan çocuklara verdiğimiz değer değil, yaptıklarımız ortada.  Bir parça vicdan taşıyın insanım diye gezenler bumu insanlığınız?

25 Nisan 2014 Cuma

24 NİSAN


    Maalesef yapabileceğim fazla bir şey olmadığı için sadece okuduklarımı veya düşüncelerimi yazıp paylaşabiliyorum. Bu günde  yabancı bir yazarın gözünden 1821 – 1922 tarihleri arasında yaşanan olayları konu alan kitabından bazı bölümleri size aktarmaya çalışacağım.
ÖLÜM VE SÜRGÜN kitabının yazarı Prof. Justin  McCarthy.  McCarthy kitabının ilk sayfasında ‘ Osmanlı Müslümanlarına karşı yürütülen ulus olarak temizleme işlemi’   1821 – 1921.
Kitapta Balkanlar’da katledilen Türkler  anlatılmakta fakat ben size daha çok bu gün için önemli olan Rusya’nın Slavlaştırma politikası doğrultusunda uyguladığı asimilasyonu ve kullanılan Ermeniler hakkında ki verileri aktarmaya çalışacağım.

Rus baskısı yüzünden Kırım’dan ve komşu bölgelerden Osmanlı İmparatorluğu ülkesine doğru ilk Tatar göçü 1722 de başladı. Sayıları 100.000’i bulan bu ilk göç ve göçmenler hakkında çok az şey bilinir.
Nogay Tatarların göçü 1860’lı yıllar boyunca sürdü. Kırım artık bir Müslüman ülkesi değildi. En azından 300.000 Tatar, topraklarını Slav’lar ve diğer Hristiyanlar tarafından işgal edilmek üzere bırakarak, göç etmişlerdir.
1827 – 1829 savaşlarında, doğuda Rusların Erivan yöresindeki Müslüman Türkleri sürmesiyle buralara Ermeniler getirildi.

Savaşın ilk yılları boyunca, Osmanlılar tüm Doğu Anadolu kapsamındaki Ermeni ayaklanmalarıyla uğraşıyorlardı. İlk 1914 Ağustosunda Zeytun ( bu günkü Kahramanmaraş)  Ermeniler , Osmanlının askere alımına karşı çıkarak ayaklandılar. Osmanlıya karşı çete savaşı yürüttüler. Osmanlı imparatorluğun savaşa gireceği Ruslar tarafından anlaşılınca Doğu Anadolu da ki Ermeniler ayaklanmaya başladı. Bu ayaklanma sırasında Ermenilerin silahları Osmanlıların kendi ordusuna dağıttıklarından daha iyiydi. Kars- Ardahan- Artvin sınır bölgesinde, Van, Erzurum, Bitlis vilayetlerinde çeteler kuruldu. Savaş ilan edilince Rusya’ya gitmiş olan Anadolu Ermenileri İmparatorluğa geri dönerek çeteler e katıldılar. Muş, Van, Bitlis’den gelme  6000-8000 arası Ermeni çetecileri Ruslar tarafından Kağızman’da toplanıp eğitildi.  Anadolu Ermenilerinden 6000 çeteci Iğdır da talim ettirildi. Sivas vilayetinden 30.000 silahlı adam Ermeni birliklerine katılmıştır. Kalabalık çeteler halinde örgütlenip Müslüman köylerine ve Osmanlı birliklerine saldırdılar. Köyler yakılıp yıkıldı ve yaşayanlar kıyımdan geçirildi.

Zorunlu göçe çıkarmanın amacı, yoğun bulunan Ermeni nüfus yoğunluğunu dengelemekti. Bu sebepten bölge nüfusu içinde Ermeni nüfusu %10 nu geçmeyecekti.  Bu göç sırasında merkezi yönetim tarafından güvenlik tam anlamıyla sağlanamadı. Özellikle görevlendirilen kolluk güçleri kafileye Kürtlerin silahlı saldırılarından yeterince koruyamadı. Osmanlı Devleti bu gerçeği tanıdı ve Ermenilere karşı işlenen bu suçlar için 1397 kişinin mahkum edildiğini gösteren belgeler bulunmuştur.

19. ve 20. Yüzyıl savaşların tümünde Müslümanlar kıyımdan geçirildiler ve yerlerin yurtlarını bırakıp gitmeye zorlandılar. Osmanlının yenilgisi yalnız askeri ve siyasal alanda olmuyor,  kitlesel nüfus hareketlerine ve ölümlere neden oluyordu. Gerçekte ölümler  sadece Müslümanların ölümlerinden ibaret olmamıştır. Ölmüş  Yunanlıların, Bulgarların ve Ermenilerin sayısı ölen Türklerin sayısı karşısında pek küçük oranda kalıyordu.
15. Yüzyıl Türkleri böyle hoşgörülü olmasa idiler, 19. Yüzyıl Türkleri kendi yerlerinde ve yurtlarında yaşamayı sürdürüyor olabilirlerdi.

Savaş                                               Ölenler                                    Göçe Çıkanlar
Yunan ayaklanması                                        25.000                                                  10.000     (yola çıkan)
Kafkas savaşları(1827-1828)                        Bilinmiyor                                              26.000  (Canlı kalan)
Kırımdan sürülme                                           75.000                                                 3000.000 (Yola çıkan)
Kafkasyadan sürülme                                  400.000                                                1.200.000 (Yola çıkan)
Bulgaristan (1877- 1878)                            260.000                                                   515.000 (Yola çıkan)
Doğu Savaş ( 1877- 1878)                       Bilinmiyor                                                      70.000 (Canlı kalan)
Balkan Savaşları                                         1.450.000                                                  410.000 (Yola çıkan)
Kafkasya (1905)                                       Bilinmiyor                                                               ----
Doğu Anadolu (1914-1921)                      1.190.000                                                       900.000 (İç göçmen)
Kafkasya ( 1914-1921)                                410.000                                                         270.000 (Yola çıkan)
Batı Anadolu (1914- 1921)                       1.250.000                                                    480.000**(Yola çıkan)
                                                                                                                                             1.200.000 ( iç göçmen)
**Yunanistan Devleti ülkesi ile zorunlu nüfus değişimi
Neden Yabancı kaynak diye sorabilirsiniz. Evet, bir çok Türk Aydınımızın bu konuda yaptığı araştırma var. Yabancı araştırmacılar bu konuda hep taraflı davranmışlardır. Yabancı araştırmalara daha fazla ehemmiyet verildiği için bende okuduğum bu kaynakta ki bilgileri sizle paylaşmak istedim.

Tabloda ki rakamsal veriler bile her şeyi açıklıyor. Bu konuda verilen her tavizin sonuçları ülkemizi dönülmez yollara sokacaktır.  Taziyede bulunmak bile …

21 Nisan 2014 Pazartesi

21 NİSAN VE İKİ SEVDA


Yeni oyunculara yer açmak için rolünü tamamlayan her oyuncu son selamını vererek ayrılır dünya sahnesinden.  Şairin dediği gibi dolup boşalan bir handır. Bazen birilerin hayata gelişi selamdır, bazen de birilerin vedası dır.
İşte 21 Nisan böyle bir gündür edebiyat dünyası için. Ahmet Arif’in selamı, Kemal Tahir’in vedası gibi. Bize de düşen iki ustayı yad etmek..

Ahmet Arif ustayla başlayalım isterseniz hayatını çeşitli kaynaklardan derlemek yerine hasretinden prangalar eskitilen kitabın tüm şiirlerine konu olan sevdasına değinmeden geçmek olmaz.  Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır/ Üşüyorum, kapama gözlerini..." diye yazmıştı Ahmed Arif tek kitabına da adını veren ünlü şiiri 'Hasretinden Prangalar Eskittim'in son dizelerinde. O gözler neredeyse tüm şiirlere konu olan ve Leylim diye hitap edilen  Leyla Erbil’dir.  Edebiyat tarihimizin bu büyük sırrı Ahmed Arif'in Erbil'e yazdığı mektuplarla ortaya çıktı. 1954-1957 ve en son 1977'de olmak üzere 60'ın üzerinde mektup göndermiş Ahmed Arif. Bu sevda 60 yıl sonra bu mektuplarla ortaya çıkmıştır. Ahmet Arif’in oğlunun izni alındıktan sonra en önemlisi Leyla Erbil de bu sevgiye saygısından olsa gerek hayattayken yayınlanmasını istememiş ‘ben öldükten sonra’ şartıyla izin vermiştir.
İlk mektubunu 5 mayıs 1954’te Bismil den gönderilmiştir. Mektup leyla, zalim leyla diye başlar ve senin diye bitirdiği ilk mektuplarında Leyli sevgili Ahmet Arif te körkütük aşık dır. Fakat daha sonra ki mektuplarda Leyla Erbil dostluğun sınırını çizmiş ve zamanla derinleşmiştir. Bu durumu kabullendiği yine mektuplarından ‘ilk sen mağlup ettin beni’ dizlerinden anlaşılır. Leylisine mektuplarda ‘Sen ister dostum ol ister sevgilim, yeter ki hayatımda ol.
Sevdan Beni 
Terketmedi sevdan beni, 
Aç kaldım, susuz kaldım, 
Hayın, karanlıktı gece, 
Can garip, can suskun, 
Can paramparça... 
Ve ellerim, kelepçede, 
Tütünsüz uykusuz kaldım, 
Terketmedi sevdan beni... 

Gelelim 21 Nisanda dünya sahnesinden ayrılan büyük usta Kemal Tahir’e. Kısaca hayat hikayesine değinirsek; 5 Nisan 1910’da İstanbul’da doğdu. 21 Nisan 1973′te İstanbul’da yaşamını yitirdi. Asıl ismi Kemal Tahir Demir. Deniz yüzbaşı olan babası, Sultan II. Abdulhamid’in yaverlerinden. Babasının görevleri nedeniyle ilk eğitimini Türkiye’nin çeşitli yerlerinde tamamladı. 1923′te İstanbul Kasımpaşa’daki Cezayirli Hasan Paşa Rüştiyesi’nde mezun oldu. Galatasaray Lisesi’nde 10′uncu sınıftayken öğrenimini yarıda bıraktı. Avukat katipliği, Zonguldak Kömür İşletmeleri’nde ambar memurluğu yaptı. İstanbul’da Vakit, Haber, Son Posta gazetelerinde düzeltmenlik, röportaj yazarlığı, çevirmenlik yaptı. Yedigün, Karikatür dergilerinde sayfa sekreteri oldu. Karagözgazetesinde başyazarlık, Tan gazetesinde yazı işleri müdürlüğü yaptı. 1938′de Nâzım Hikmet’le beraber Donanma Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nde “askeri isyana teşvik” suçlamasıyla yargılandı. 15 yıl hapse mahkum oldu. Çankırı, Çorum, Kırşehir, Malatya ve Nevşehir cezaevlerinde yattı. 12 yıl sonra 1950’de genel afla özgürlüğüne kavuştu.  12 Yıllık hapishane hayatında 28’inde girip 40’ında çıkan yazarımız Anadolu insanının yaşamlarına ve dramlarına tanıklık etmiş bu birikimleri kitaplarına aktarmıştır. Kitaplarında doğal akıcılık, toplumsal olaylar ve yöresel dil ağırlıklıdır. Türk toplumunun siyasal, sosyal ve kültürel yapısı ile Marksizm arasında ki çelişkileri yaşadı. Romanların hepsi içinde bulunduğu toplumun sorunlarına ve yapısını içeren gerçekçi bir yaklaşımla kaleme alınmıştır. Türk toplumunun sosyal yapısının düzenlenmesi ve ilerlemesini adanmış bir sevda, bazen mutlu olmuş bazen yaşadığı çelişkilerle mutsuzluk içinde debelenmiş bir ömür.
Eserleri; Göl İnsanları
Sağırdere,Esir  Şehrin İnsanları, Körduman, Rahmet Yolları Kesti, Yediçınar Yaylası, Köyün kamburu, Kelleci Memet, Yorgun Savaşçı (roman), Bozkırdaki Çekirdek, Devlet Ana, Esir Şehrin Mahpusu, Kurt Kanunu, Büyük Mal, Yol Ayrımı, Namusçular, Karılar Koğuşu, Hür Şehrin İnsanları
Damağası, Harem'de Dört Kadın

Evet iki yaşam, biri bir siyah göze, birisi Türk toplumunun sosyal yapısının düzenlenmesi ve ilerlemesinE adanmış bir sevda, bazen mutlu olmuş bazen yaşadığı çelişkilerle mutsuzluk içinde debelenmiş bir ömür. Sevdaları ne olursa olsun, yaşadıkları toplumun özellikleri ile bize sunan iki büyük ustaya selam olsun.


18 Nisan 2014 Cuma

KARADENİZ ISINIYOR

          Ömer  Hayyam’a ait olan ‘Celladına aşık olmak’  dizesini çok düşünürüm. İnsan celladına aşık olabilir mi? diye de kendime çoğu zamanda sormuşumdur. Aslında bu sözü doğrulayan atasözümüzde yok değil hani ‘çekecek çileye aşık olmak’ gibi.
Bireysel olarak celladımı merak etmiyorum, gelene eyvallah deme gibi bir lüksüm olmayacak. Lakin Dünya celladına aşık olur diye de korkuyorum. 
Cellat kendini besleyen enerji ihtiyacı için Karadeniz’e göz dikmiş durumda.  Alıştırılması kolay olsun diye adına devrim denilen, rengarenk isimlerle nitelendirdiğimiz turuncu darbeyi Ukrayna da yaşadık.  Darbe ile istenilen zemin yavaş yavaş hazırlanmaya başlandı. Ukrayna’da,  Rus kökenli nüfus fazla.  Maşa olarak kullanılan Avrupa Birliği Ukrayna toplumunu ikiye böldü. Ukrayna’nın Avrupa birliğine dahil olması demek Rusya’nın Akdeniz ile tek bağlantı yolu olan Karadeniz’i kaybetmesi demektir. Buda Afrika, Ortadoğu ve Avrupa (Fransa, İspanya, İtalya,  Yunanistan, Bulgaristan, Kıbrıs gibi) coğrafyasını kontrol edemeyeceği anlamına gelir. Amerika tarafından karalar arasına sıkıştırılan Rusya’nın karşı güç olma olasılığını ve Avrupa’yı tehdit eden enerji kozunu kaybetmesidir. Hatırlarsanız Atatürk’ün uyguladığı ve Hatayı topraklarımız kazandırdığı diplomasi kozunu bu sefer Rusya Kırımda uygulayarak Sivastopol limanı ile Karadeniz’e demir attı. Ukrayna da ki karışıklıktan yararlanarak Rus vatandaşlarını koruma bahanesi ile sürekli müdahale kozunu kullanıyor. Ne kadar önemli değil mi vatandaşının bulunması. Sadece hatırlatma Kıbrıs da iki toplum birleştiriliyor..
Amerika müdahale kozuna sessiz kalıyor. Neden? 
Sessiz kalmasın da ki tek neden elini kolunu bağlayan Montrö anlaşması.  Çünkü yedi düvelin geçmeye çalıştığı fakat Mustafa Kemal Atatürk’ün askeri dehasını ve Türk askerinin inancını kıramadığı boğazlar engel. Bu gün önemi artan bu antlaşmaya kısaca değinelim.
22 Haziran 1936'da İsviçre'nin Montreux kentinde toplanmıştır. İki ay süren toplantılardan sonra, 20 Temmuz 1936'da imzalanan yeni Boğazlar Sözleşmesi ile Türkiye'nin kısıtlanmış hakları iade edilmiş ve boğazlar bölgesinin egemenliği Türkiye'ye geçmiştir. Türkiye Daha önce Sovyet Rusya ile yaptığı anlaşma uyarınca(saldırmazlık antlaşması) Sovyet Rusya'nın da desteği ile bu sözleşme yapılmıştır. Tamamı yirmi dokuz madde, üç ek protokolden meydana gelen sözleşmeye göre:
Boğazlardan serbest geçiş esâsı kabul ediliyordu. Ancak ticâret ve savaş gemilerinin Boğazlardan geçişi, barış ve savaş hâline göre, ayrı statüye bağlanıyordu. Savaş durumu da Türkiyenin girdiği, girmediği ve savaş tehlikesi olma durumlarında uygulanacak esaslara ayrılıyordu.
* 2. Boğazların askerî kontrolü ve savunma tedbirleri tamâmen Türkiye ye âitti.

Barış zamânında:
* a. Karadeniz de kıyısı olmayan devletlerin ticâret gemileri serbestçe geçerler. Savaş gemileri 8-15 gün önceden haber verilmek ve bir arada dokuz gemiyi ve belli tonajı aşmamak üzere geçebilir. Denizaltılar, uçak gemileri ve 10.000 tondan büyük savaş gemileri hiç geçemez. Sözleşmeye uygun şekilde geçen savaş gemileri Karadeniz de yirmi bir günden fazla kalamaz.
* b. Karadeniz de kıyısı bulunan devletlerin ticâret gemileri serbestçe geçerler. Savaş gemileri geçmeden sekiz gün önce Türkiye ye haber verecekler, bir arada geçen gemilerin tonajı 15.000den fazla olmayacaktır. Karadeniz de kalışları için belli bir süre yoktur.
Savaş zamânında:
* a. Türkiye savaşa katılmışsa; her cins gemiyi geçirip geçirmemekte serbesttir. İsterse Boğazları kapayabilir.
* b. Türkiye tarafsızsa; ticâret gemileri serbestçe geçmesine rağmen savaşan tarafların savaş gemileri geçemez.
* c. Savaş tehlikesinin çok olduğu zamanlarda; Türkiye yine karar serbestisine sâhip olarak Boğazları kapayabilir.

Kontrolü bizde olan boğazlar hakkında verilecek karar çok önemli.  Karadeniz de sınırı bulunan Romanya ve Bulgaristan’ı ikna eden Amerika Karadeniz’e çıkmak ve 21 günden fazla kalmak istiyor. Bunun için Türkiye’ye Montrö anlaşmasının maddelerini yumuşatalım teklifini getirdi. Bu teklif bana göre yumuşatma değil bir nevi kaldıralım demektir. Türkiye ne yaptı;  Rusya ile anlaşın cevabını vererek topu Rusya ya attı. Kıvırma politikası ile elindeki gücünü kozunu Rusya ya bıraktı.
*Amerika Rusya ile anlaşırsa;  Boğazlarda hiçbir hakimiyet gücümüz kalmaz ve boğazlar serbest hale gelir. Herhangi bir savaş tehlikesinde kendinizi koruyacak gücümüz olmayacak. En nihayetinde düşmanların çıkarları birleşirse anlaşmamaları için hiçbir sebep yok.  Kırım savaşı buna en iyi örnektir. İngiliz ve Rusların aralarında anlaşmaları ile kaybettiğimiz Kırım. Amaç Türk toprakları. Şimdi durum daha da vahim Rus ve Amerika saldırısı arasında kalırız. Amaç yine topraklarımızın paylaşımı.
*Anlaşamazsa; Türkiye iki güçten birine karar vermek durumunda. Amerika dan yana verilen karar savaş trampetlerin çalmaya başlaması demektir.
Bu hükumetin Rusya’dan yana kararı göze alabileceğini düşünmüyorum. Çünkü topu Rusya ya atarak niyetini belli etti.
Türkiye diplomasinin bütün inceliklerini kullanarak yani tarafsız akılcı yaklaşımla bu iki gücün arasında ki dengeyi kurmak mecburiyetin de. Boğazlar da ki kontrol gücümüzü kaybetmeden.
Bireysel celladınız ülkenin celladı olmasın…



17 Nisan 2014 Perşembe

BİLİRİM
Bilirim, suya hasret çatlayan topraklarda yaşamın ne demek olduğunu
Tandır kokusuna karışan yoksulluğumun çaresizliğini bilirim.
Kavuran güneşin, esen sert yellerin kararttığı yüzümün direnişidir, dövmelerim
Bu topraklarda kadın olmayı bilirim..


HÜSEYNİK/ ELAZIĞ ( Güven Kebeci'nin objektifinden bir kare)

8 Nisan 2014 Salı

ISLIK DERGİSİ

  


İlk sayısına  destek vermeye çalıştığım, Islık Dergisine uzun bir yol dilerim. Sedat Bey nazırında emeği geçenlerin yüreğine sağlık..Sessizliğe ıslık çalalım...

Yeteneklerimiz, teknik donanımlarımız, kullandığımız enstrümanlardaki doğal sınırlar, ki ses de enstrüman, bir duyguyu bütün çıplaklığıyla yansıtmak da yeterli olmayabilir.
Ne kadar doğru anlamış olursanız olun, tanımlamak da kavramsallaştırma gibi bir tehlike taşır sanki. Ben mesela, kötülükle empati kuramıyorum. İLKAY AKKAYA / Devamı Islık Dergisi 1. sayısında 

2 Nisan 2014 Çarşamba

SABAHATTİN ALİ


Kendisini ‘Kürk Mantolu Madonna’ kitabıyla tanıdığım yazarımızın ölüm yıldönümü. 41 yaşında hayata veda eden yazarımızı hatırlamak ve hatırlatmak için hayat hikayesini ve eserlerini  çeşitli kaynaklardan alıntılarla bir araya getirmeye çalıştım.
Sebahattin Ali; 25 Şubat 1907’de Edirne vilayetine bağlı Gümülcine’de doğmuştur. Piyade yüzbaşı olan babasının memuriyetinden dolayı İlköğretimini İstanbul, Çanakkale, Edremit’in çeşitli okullarında tamamlamıştır. İlkokulu bitirdikten sonra parasız yatılı olarak Balıkesir Öğretmen Okulu'na giren Sabahattin Ali, beş yıl burada okumuş, daha sonra İstanbul Öğretmen Okulu'nda mezun olmuştur. Millî Eğitim Bakanlığı'nın açtığı sınavı kazanarak Almanya'ya giderek iki yıl orada okumuştur. Yurda döndükten sonra Aydın ve Konya illerinde ki okullar da Almanca öğretmenliği yapmıştır.
Sabahattin Ali Konya'da öğretmenliğe başlamış, kendine yeni bir hayat kurmaktadır. 
Bu arada Yeni Anadolu gazetesinde çevirileri ve öyküleri yayımlanır. Haziran 1932’de iseKuyucaklı Yusuf gazetede tefrika edilmeye başlanır. Gazetenin satışında beklenmedik bir artış olup da telifi ödenmeyince Sabahattin Ali de tefrikayı 26. sayıda yarım bırakır. Bunun üzerine Cemal Kutay ile araları açılır ve olaylar giderek sertleşince Cemal Kutay, Sabahattin Ali’nin Atatürk’e hakaret ettiğini iddia eden bir komplo kurar.

Kutay, Sabahattin Ali’nin bir süre önce gazeteye yayımlanması için bıraktığı şiirlerden biri üzerinde değişiklik yapmış, Mustafa adlı bir öğretmen aracılığıyla şiirde Atatürk’e hakaret edildiği gerekçesiyle Sabahattin Ali’yi ihbar ettirerek, Sabahattin Ali’nin Memleketten Haber başlıklı bu şiiri yedi sekiz ay önce bir arkadaş toplantısında okuduğunu, akrabalarından Remzi ve İlköğretim Müfettişi Mehmet Emin Soysal’ın da bu toplantıda bulunduğunu iddia etmiştir.

Memleketten Haber, Sabahattin Ali Almanya’dayken yazdığı şiirlerden biridir. Sivas’taki bir Bektaşi hareketini anlatan 6+5 ölçülü bu taşlamada “Atatürk” ya da “Gazi” sözcükleri bulunmamaktadır. Asım Bezirci’nin aktardığına göre şiirin bazı bölümleri şöyledir:
Okunduğu iddia edilen Memleketten Haber şiiri şöyle:
“Hey anavatandan ayrılmayanlar
Bulanık dereler durulmuş mudur?
Dinmiş mi olukla akan o kanlar?
Büyük hedeflere varılmış mıdır?
Asarlar mı hâlâ hakka tapanı?
Mebus yaparlar mı her şaklabanı?
Köylünün elinde var mı sabanı?
Sıska öküzleri dirilmiş midir?
Cümlesi belî der Enelhak dese,
Hâlâ taparlar mı koca terese?
İsmet girmedi mi hâlâ kodese?
Kel Ali’nin boynu vurulmuş mudur?
Koca teres kafayı bir çekince
İskendere bile dudak bükünce
Hicabından yerler yarılmış mıdır?”
Konya ve Sinop ceza evlerinde bir yıl yatmıştır. Hepimizin bildiği ve Edip Akbayram’ın yorumu ile sevdiğimiz ‘aldırma gönül’ parçasını Maphushane Türküsü adıyla kaleme almıştır.
Cumhuriyetin onuncu yılında çıkarılan af ile özgürlüğüne kavuşur. Dönemin milli eğitim bakanına iş için müracaat eder. Bakan kendisine eski düşüncelerinden vaz geçtiğini ispatlarsa öğretmenlik yapabileceğini bildirmesi üzerine Varlık dergisinde ‘Benim aşkım’ adlı şiirini yayınlayarak Atatürk’e bağlılığını göstermeye çalışmıştır. 1936 yılında askere alınmıştır. 1938 -1940 yılları arasında çeşitli okullarda öğretmenlik yapmıştır. 1940 yılında tekrar askere alınmıştır. 

İçimizde ki şeytan romanıyla milliyetçi kesimden çok tepki almış, hatta Nihan Atsızın hakaret yazılarına maruz kalmıştır. Bu durumdan dolayı açtığı mahkemeyi kazanmış olmasına rağmen Milli eğitim bakanlığı işine son vermiştir.  1945 yılında İstanbul da La Turquie ve Yeni Dünya gazetelerinde hem fıkra yazmış hem de gazetecilik yaparak hayatını ikame etmiştir. Fakat Tan olaylarından dolayı çalıştığı gazeteler tahrip edilince yine işsiz kalmış, Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz'la Marko Paşa, Malum Paşa, Merhum Paşa, Öküz Paşa gibi siyasal mizah dergilerini çıkarmıştır (1946 - 1947). 
Ancak, bu gazeteler tek parti iktidarının baskılarıyla karşılaşmış, dergilerin isimlerindeki Paşa ifadesiyle "Milli Şef" İsmet Paşa ile alay edildiği iddiası ile kapatılmış, yazılar ve yazarları hakkında kovuşturmalar açılmıştır. Marko Paşa’da “Siyasal iktidar sahiplerini gülünçleştirerek hicvetmek, Tek Parti baskısına karşı mücadele etmek, Yolsuzlukları ortaya koymak, Halkın vicdanını seslendirmek” olarak nitelenebilir. Ancak en önemli özelliği değildir. En önemli özelliği Anti-Emperyalist olmaktır. Kurtuluş savaşı ve sonrasında emperyalizmle bağımlılık ilişkilerinin kopartılması süreci artık geriye işletilmektedir. Yani bağımlılık ilişkileri yeniden kurulmaktadır. Truman Doktrini’yle yeniden borçlanma başlamıştır ve yabancı sermaye ülkeye davet edilmiştir. Bu süreçte Markopaşa’nın baş yazıları bu süreci gözler önüne sermekte ve halkı anti-emperyalist siyasetle buluşturmaktadır.
Sabahattin Ali dergilerde çıkan yazılarından dolayı üç ay hapis yatmış, karşılaştığı baskılardan bunalmıştır.
1948 Yılında açılan başka bir davadan dolayı 3 ay Paşakapısı cezaevinde üç ay yatmıştır. Ceza evinden çıktıktan sonra iş bulmaması ve yaşanan sıkıntılardan dolayı yurt dışına gitmek için müracaat etmiş fakat kendisine pasaport verilmemiştir. Bu olay üzerine illegal yollardan kaçmaya karar vermiş, Daha sonra Milli Emniyet’e çalıştığı ortaya çıkan Ali Ertekin’le tanışıp kendisini dışarıya çıkarması için para karşılığı anlaşması ve Bulgaristan sınırında ölü bulunması, 1948’den bu yana tam aydınlatılamadı. Kendisini öldüren Ertekin’in suçun karşılığı olan cezanın dörtte biri kadar hapse mahkum edilmiş ve genel af dan yararlanarak cezasını tamamlamadan çıkmıştır.

Dillerden düşürmediğimiz şarkıları

·         "Hapishane Şarkısı V" (Aldırma Gönül - Kerem GüneyEdip Akbayram)
·         "Eşkiya Dünyaya" (Zülfü Livaneli)
·         "Leylim Ley" (Zülfü Livaneli)
·         "Hapishane Şarkısı I" (Göklerde Kartal Gibiydim / Nazlı Yarim - Deniz Akyürek)
·         "Hapishane Şarkısı II" (Bir Yürek Kaldı Avucumunda) (Grup Çağrı) [3]
·         "Hapishane Şarkısı III" (Geçmiyor Günler - Ahmet Kaya)
·         "Çocuklar Gibi" (Sezen Aksu)
·         "Kız Kaçıran" (Ahmet Kaya)
·         "Kara Yazı" (Ahmet Kaya)
·         "Melankoli" (Ali KocatepeNükhet Duru)
·         "Eskisi Gibi" (Ben Yine Sana Vurgunum - Ali KocatepeNükhet Duru)
·         "Dağlar" (Benim Meskenim Dağlardır Sadık Gürbüz- Dağlardır DağlarSezen Aksu)
·         "Göklerde Kartal Gibiydim" - Grup Çağrı, Volkan Konak
·         "Geçmiyor Günler" - Selva Erdener & Turkuvaz Beşlisi, Turgay Erdener

Romanları
·         Kuyucaklı Yusuf (1937)
·         İçimizdeki Şeytan (1940)
·         Kürk Mantolu Madonna (1943)

Öyküleri
·         Değirmen (1935)
·         Kağnı (1936)
·         Hanende Melek (1937)
·         Ses (1937)
·         Kağnı - Ses (1943 - İki kitap birlikte)
·         Yeni Dünya (1943)
·         Sırça Köşk (1947)
·         Kamyon
·         Bütün Öyküleri 1 (Aralık 1997, Değirmen, Kağnı ve Ses kitapları ile birlikte)
·         Bir Orman Hikayesi

Kaynakça
Sol portal (haber.sol.org.tr)
Sabit fikir; Sevengül Sönmez ile söyleşi (www.sabitfikir.com)
Sabahattin Ali Şiirleri (www.antoloji.com)
www.turkdilidergisi.com



 

1 Nisan 2014 Salı

YEREL SEÇİMLER'İN ARDINDAN KALANLAR.


Genel seçimler havasında geçen 2014 yerel seçimlerini geride bıraktık. AKP’nin aldığı % 45, CHP’nin %28 oy oranını beklemiyorduk.  17 Aralık, cemaat, 25 Martta beklenen skandal kasetler, Suriye ye savaş ve sosyal medyanın kapatılma olaylarının AKP’ye hatırı sayılır oy kaybettireceği, cemaatin oylarının CHP ye geleceği düşüncesi hakimdi. Yanıldık!

Bu ülkenin CHP ye ihtiyacı var mı? Seçim sonuçları size ihtiyaç olmadığını söyletebilir. Lakin bu ülkenin CHP ye ihtiyacı var. Her zaman tezin bir de anti tezi olmak durumundadır. Ülkede gittikçe güçlenen sağ var.  Ne kadar orta sağ olarak tarif edilse de gittikçe dikta bir sağ anlayışına dönüştü. Dikta dönüşümü engellemenin en iyi yolu karşı bir sol anlayışın olmasıyla olur. Bunun için bu ülkenin CHP’ye ihtiyacı var. Fakat bu günkü CHP değil. Nasıl bir CHP?
1.      CHP,  bu günkü  ideolojisini gözden geçirip yeni ideoloji hazırlamak durumunda.  1920’lerin ideolojisi değil elbette. 21yy ideolojisine uygun ülke menfaatlerine,  Atatürk’ün belirlediği temel ilkeler doğrultusunda olmalı. Aydın, şekilci olmayan, kişisel çıkarlardan ziyade parti ve ülke çıkarlarının ağır bastığı, egoların olmadığı, korkusuz, cesur, devrimci,  inançlı bir anlayışın sahip olduğu CHP ye ihtiyaç var.   
2.      CHP’ye yöneltilen dinsiz yaftasını temizlemesi gerekir. Bu partiye alınan türbanlı vatandaşımız ile olması mümkün değil. Tarihi belgeler araştırılarak,  yapılan suçlamalar çürütülmeli.  Dini duyguların CHP üzerinden sömürülmesine izin verilmemelidir. Ondan sonra türbanlı vatandaşımızın partiye üye olması inandırıcı olur.
3.      Her oluşuma eşit yaklaşan,  oy arttırabilmek için cemaate bel bağlayan bir CHP değil.
4.      Kişileri hedef alan değil,  toplumsal projeler geliştiren,  emek den yana olan bir CHP.
5.      Sokağı ve halkını çok iyi tanıyan bir CHP.
6.      İdeolojileri doğrultusunda tek ses olabilen bir CHP.
7.      Giydirilen elbiseyi taşıyan değil, kendi giydiği elbiseyi taşıyan bir CHP.
8.      Özgürlüklerin eşit şekilde yaşandığı tek ülke düşüncesinin hakim olduğu bir CHP

İstenilen sonucun olmaması bizleri karamsarlığa düşürmemeli. Yeter ki sonuçların nedeni çok iyi analiz edilebilsin.  Nazım Ustanın dediği gibi bu kavga Hürriyet kavgasıdır. Birlik içinde yaşayacağımız aydın güzel günlere…



HÜRRİYET KAVGASI 

Yine kitapları, türküleri, bayraklarıyla geldiler, 
dalga dalga aydınlık oldular, 
yürüdüler karanlığın üstüne. 
Meydanları zaptettiler yine.

           


             Beyazıt'ta şehit düşen 
            silkinip kalktı kabrinden, 
            ve elinde bir güneş gibi taşıyıp yarasını 
            yıktı Şahmeran'ın mağarasını.

Daha gün o gün değil, derlenip dürülmesin bayraklar. 
Dinleyin, duyduğunuz çakalların ulumasıdır. 
Safları sıklaştırın çocuklar, 
bu kavga faşizme karşı, bu kavga hürriyet kavgasıdır. 
  


                                                                                1962 Nazım Hikmet