26 Temmuz 2011 Salı

Beklemeler

                                                           BEKLEMELER..
Gene Acıbadem, burada görmeden birini sevdim,  görmeden onun için mektup yazdım. Çok seveceğime söz verdim. Sözümü tutmak mı,  kendimce tutuyorum. Peki  siz , benim  gibi görmeden birini sevdiniz mi? Ben,  görmeden sevdim. Haktan gelenin sevilmemesi mümkün mü? Değil elbette, bende haktan gelenin güzelliğine inandığım için çok sevdim. Yine burada onun için yazdım, bu ikinci yazışım, bu sefer gördüğümü bekliyorum. Bir zamanlar nasıl olacağını beklerken, hayal kurardım, nasıl olacak acaba. Kıvrım, kıvrım saçlı, beyaz pamuk tenli, zeytine benzeyen siyah,  iki çift güzel gözü sevdim. Bu güzelliği tamamlayan tatlı dilini sevdim, seni çok özledim derken, sıkıca sarılışını sevdim. Bir zamanlar görmeden severken, şimdi gördüğümü bekliyorum. Gelmesini  beklemek,  beklemek…
Hayatın en zor yönü beklemek, neyi beklersiniz; hastayı beklemek, ölümü beklemek, gidenin geri gelmesini beklemek, sevdiğinin aramasını beklemek, sevildiğini bilmeyeni beklemek. İnsanın hayattaki imtihanı  beklerken sabretmek olsa gerek. Beklerken derinden çekilen bir of ile rahatlamak isteriz. Geleceksin bana şimdi, o kıvırcık saçların kesilmiş şekilde, olsun gözlerinde ki bakışın bana yeter.
Birde gördüğümü çok sevdim, korka,  korka. Kaybetmekten korktum. Allah’ımın bana verdiği en güzel hediyeyi kaybetmekten.  Karşınız da oturan biri gözünüzün içine bakarak, duygusuz bir ses tonuyla ‘‘kaybetmeye hazır olun’’ diyor. O an,  doruğu göğe erişen dağlardan kopan kayalar gibi parçalar kopardım,  depremleri , gelgitleri  yaşadım, fırtınalar estirdim gönlümde. Biçtikleri kırk sekiz saati beklemeye başladım sessizce.  Beklemek, beklemek…
 Yine bekleyiş, bazen diyorum ne varsa bir anda;  iyiyi, kötüyü, acıyı,  sevinici yaşayayım bitsin, beklemeyeyim. İmkansız istediğimin  farkındayım , hayatta ki  imtihanım beklemek benim.  Ömrümün en uzun saatlerini bekledim korkuyla.  Beklemeler beni ona tutkuyla bağladı.
Bir de , beklemeden hayatıma  sesiz, sedasızca giren biri var. Hiç düşünmedim onu sevmeyi çünkü bir anda giriverdi hayatıma, ne olduğunu anlamadım bile. Bana sadece kabullenmek ve sevmek kaldı. Beklenmedik anda gelen tanrı  misafirimdi  benim. Beklemediğim için hazırlık yapmamıştım,  diğer aşklarımdan kalan sevgimle yetindi. Şikayetini duymadım mavi gözlümün, beni sevmek yeterdi ona.
Benim üç aşkım, üçü bir yer delerim.
Ozan Mazlum çimenin dediği gibi;
Bir seher vaktinde düştüm sevdana, bırakma kapıda al beni  beni
İkrarsız olana ikrarım vermem, sevgisiz kapıdan içeri girmem
Gider isem bir daha dönmem, gelmiş iken sev beni  beni
Bekleyerek ya da beklemeden gelen tüm sevgilere kapılarınız açık olsun…
Türkan Kebeci

15 Temmuz 2011 Cuma

SÖZÜN BİTTİĞİ YER

Sözün bittiği yer var mıdır? Düşündüğünüz müddetçe sözleriniz elbette  bitmez. Her zaman konuşacak bir şeyler bulursunuz. Bulamadığınız an düşünmek istemediğinizdendir.
Dünden beri yaşananları düşünüyorum, düşündükçe bir çıkış noktası bulmakta zorlanıyorum. Nasıl geldik bu günlere, bu kaos ortamına ,nerede yanlış yaptık. Açılım adı altında başlatılanların faturasını ağır ödeyeceğimizi bilemedik. Fakat bu kaos ortamı bilerek hazırlandı, zeminin hazır olması gerekiyordu, seçim öncesi izin verilen olaylara, seçim sonrası birden yasakladık, yemin etmemekle tepkiler verilmeye başlandı. Başbakan önemsemedi bu durumu, gidiş hat planlandığı gibiydi, Diyarbakır da meclis toplandı Devletin başı sessiz kaldı, bu olayın fazla konuşulmaması için futbolda şike tutuklamaları ile konuşulmasını bırakın, düşünülmesine bile imkan verilmedi. Ben kendimi bildim bileli futbolda şike, hakemler hep konuşulur. Bu olayın seçim sonrasına bırakılması da inanın bana çok manidar geliyor. Bir olay diğer bir olayla ört pas edilmekte maalesef. Parçalarla uğraşıyoruz, bütünü göremiyoruz. Bunların üstüne birde on üç şehit haberini alıyoruz, acımızın gölgesi altında birileri çıkmış özerklik ilan ettiğini söylüyor. Şehitlerimize yanarken arkadaki özerklik kelimesini duymuyoruz bile, seçim sonrasında tükürdüğünü yalatmak yerine, ılımlı bir yaklaşımla bu gidiş hat çözülebilirdi. Çözümsüzlük sonucunda birileri de çıkar kendi çözümlerini uygular, bizde seyrederiz.. Şimdilerde moda olan yeni Osmanlı yakıştırmasını kendilerine seçenlere soruyorum, böyle bir durumda Osmanlı ne yapardı.
Kılıcı kınından çıkarır ‘bre zındık Devleti aliye ye karşı gelmek mi’ narasını atar, kelleyi götürürdü. Yeni Osmanlılar bırakın bunu yapmayı milletin önüne çıkıp siz ne diyorsunuz bile diyemedikten sonra Osmanlı olmaya yeltenmeyin bence. Onun için ruh gerekli…
Özerklik kelimesine alışıyoruz yavaş yavaş, millette bile tık yok, sonra sıra nerede, Karadeniz’e mi gelecek, korkum oradan göç eden Rumlara çağrı yapıp gelin buralar sizindi deyip vermeye yeltenirler, olmaz olmaz demeyin. Nelere olmaz diyorduk,  ama 8 yılın içinde oluverdi.
Kürdistan kelimesini telafuz edemezdik, şimdi konuşuyoruz, askeriye devlet ocağımızdı kimse yan gözle bakamazdı,  bırakın bakmayı kırk subayımızı  Hasdala  gönderdik bile, kürd halkımızla kız verir kız alırdık şimdi ise mahallemizde komşu olmalarına dayanamaz olduk, bunlar sadece birkaç örnek sizlere.
Halk olarak siyasiler kadar bizlerde suçluyuz  bu gidişattan, bu günkü koşulların böyle olmasından, bireysel çıkarlarımız için bana dokunmayan yılan bin yaşasın dedikçe yılanlar sardı etrafımızı.
Çok sevdiğim bir türkü; dağların ardındayım, garipler yurdundayım, sana yandım dal boylum.
Evet,  dağların ardında vuruldunuz,  garipler yurdunda değil atalarınızın can verdiği vatanın bağrındasınız,  fakat bu millet size yanar mı, işte bunu bilmiyorum…
Sözün bittiği yer burası olsa gerek….
Türkan Kebeci

11 Temmuz 2011 Pazartesi

ÇİZGİLER

Hep kullandığımız kelimedir, hayat çizgisi. Tarif et deseler nasıl tarif edilebiliriz ki.
Hayata gözlerimizi açtığımız anımız başlangıç noktamız, gözlerimizi kapattığımız anımızda bitiş noktamız olsa gerek. Bu iki noktayı  birleştirdiğimiz de  hayat çizgimiz çizilmiş mi olacak. Bu kadar kolay, şu anda bu çizginin neresinde duruyoruz. Durduğumuz nokta’dan  geri baktığımızda yaşadıklarımız canlanır bilinç altımızda, sonra onları filme döküp şerit halinde gözümüzün önün  den geçiririz. Bazen hayıflanırız, bazen keşkeleri, bazen de iyikileri kullanırız. Ama artık geçmiştir hiç birini değiştire bilmenin,  imkanı yoktur. Ya bulunduğunuz noktadan sonrası nasıl olacak diye çok düşünürüm…
Nasıl  olacak bundan sonrası, ne kadar sorsam da kendime, cevabını bulmayı beklemek , düşsel bir avuntudan ileriye gitmez elbette. Önceden bazı insanları ve olayları hep gözümde büyütürdüm, bana ulaşılmaz gelirlerdi, ne kadar uğraşsam da tırmanamayacağım dağın zirvesindeler di. İmrenirdim, onlara, onlar gibi olmak isterdim, onların doğrultusun da hayatıma yön vermek , o zamanlar doğru buydu. Şimdi ise doğru bumu ? Elbette hayır gözüm de büyüttüklerim aslın da çok küçüklermiş, nasıl dağın zirvesi yerleştirmişim, diye çok sorarım kendime, aslında ben öyle görmek istemişim. Ben istediğim için oraya çıkabilmişler,  ulaşılmayan onlar değil benim, ben  orada  düşlediğim için orada bulunduklarını,  Can Yücelin dediği gibi, zor oldu ama öğrendim. 
Onların yerine kendimi düşlemeye başladım, bu nokta dan sonrası nasıl olacak, düşlediklerime ulaşacabilecekmiyim?  Geçmiş için geçirdiğim film şeridi, ben düşlemeden geçse gözümün önünden derim ve görebilsem hayatımın geri kalanını..Sabırsızlığın bir göstergesi olarak görürler bu isteğimi, sabırsızlık değildir, olabileceğini görebilirsem daha fazla emek harcamayı isteyip daha fazla mücadele edebilmek içindir. Olmayacaksa bırakıyım olduğu yerde, boşa kürek çekmeyeyim hayat denizinde, başka değerler için emek vereyim,  başka yön belirleyeyim kendime.

Hayat çizgimizin dışında birde hayatımıza çizdiğimiz çizgiler vardır.  Kesik , eğri, silik düz,  kalın yaşamımıza göre birilerini seçeriz, hangisini seçerseniz ona göre çizersiniz hayat çizginizi.  Ona göre düzenlersiniz yaşamınızı.
Ben kalın olanını seçtim, kalın olsun ki izi kalsın….

7 Temmuz 2011 Perşembe

TERZİLER

Yaşadıklarımız ne acı değil mi, bir gidişat var fakat biz ne olacağını bırakın bilmeyi kestiremiyoruz bile. Bir yerlere doğru sürükleniyoruz, bakalım hangi limana yanaşacağız, korkarım bu liman Libya olacak gibi. Ne istiyoruz Libya dan? Anlaşılan sandıktan eskileri çıkarmaya niyetlendik. Bırakın kalsın bu eski , güzel,  çok kıymetli  kaftanlar ve  tellerle işlenmiş fistanlarımız yerli yerinde, bizler  bir diyet furyasına kapılıp gittiğimizden zayıfladık  artık bu elbiseler  bol gelir bizlere,  taşıyamayız bu kıyafetleri .
 O zamanların  Libya’ sı, Mısır, Suriye  kumaşların dan,  ne güzel elbiseler dikmiştik. Hepsi aynıydı bir fark yoktu bizim için.  Fakat işi bilen terzi , bu farklılıkları ölçüp, biçip üç tane kaftan dikiverdi. Bu kaftan medeniyetlerin beşiği denilen Avrupa yı her ziyarete gittiğinde ağalar gibi karşılandı, hatta güneş batmayan imparatorluğun en yoğun bölgesine  onun için kıl çadırlar kuruldu.  Bankaların da paralarını  korudular.  Terzi  artık kıl çadırın gösterişiz halini beğenmediğinden 21 yy modasına uygun elbise yapmaya karar verince, işler karıştı. Çadırın temel direği, çevresindeki küçük direkleri, ipleri, üstünü örten kıl bezi ve yerdeki  halıları hep küçümsediğinden gerekli önemi vermemişti  onlara, kendisi olsa yeterdi. Terzinin teklifi diğerlerin işine gelince, temel direğe verdikleri desteği kestiler. Şimdi çadır yerlerde, terzi  ise  görevi  bize devretmenin peşinde.  Biz  de bu görevi hakkıyla yerine getirmeye çalışıyoruz. Muhaliflere destek vermek için  elimizden geleni yapıyoruz , tabi  ki. Bizde temel direği düşünmüyoruz. Aslında bu onların kendi sökükleri bir şekilde söküklerini dikmeği öğrenmeleri gerekir. Temel direk halkının gelişmesi için çabalasaydı, demokrasiyi, özgürlüğü, refahı  kendisi  getirseydi, bir zümreyi değil, halkını geliştirebilseydi. Halkıyla bütünleşmeyen her güç  bir gün biter. Ya halkın kendi  idaresiyle yada halkı kullanarak bitirirler. Şimdi biz sandıktan çıkardığımız kaftan ve fistanlar ı yeniden dikmek için uğraşıyoruz. Milyon dolarlar  yardım sözünü ve desteğimizi vermek için dışişleri bakanımızı gönderdik. Bu muhaliflerle bir olup  temel direği sökmek için, aslında barış, demokrasi  ödülünü almıştık, diktatörlükle yönetilen çadır ülkesinden. Fakat  demokrasi , çadırı yerle bir etti.  Şimdi demokrasi  ve barış diyoruz, ödül alırken bilmiyorduk buraların baskı rejimiyle yönetildiğini.  Biz fistan ölçüsü almayalı uzun zaman geçmişti. Bizler çevremizde eski Osmanlı ruhunu yeniden oluşturmak için dolaşırken, içimizi göremez olduk. Terzi kendi söküğünü dikemezmiş, bizim söküğümüzü dikmek için de birileri çıkacaktır. O zaman ne diyeceğiz, bu bizim söküğümüz size ne, keşke diyebilsek. Bizdeki sökük gittikçe büyüyor, yama  yapmayı da unuttuk, işte gittikçe büyüyen sökükler;
Halk iradesi ile seçilen milletvekilleri meclise gelmiyorlar, chp tutuklu milletvekillerin serbest kalana kadar mecliste yemin etmeme kararı aldı. Kendilerine göre Diyarbakır da ikinci meclis kurdular, otorite içinde otorite oluşturmanın hazırlıkları bunlar.  Seçim öncesi  bu milletvekili aday adayların seçime girmesini yasaklamak istedi fakat devlet büyüklerin bir sözüyle,  yanlış yaptım diyerek  geri adım attı, şimdi aynı kurum, seçilen kişi için millet vekilliği yapamaz diyor, demokrasinin temeli olan millet idaresi yok sayılıyor. Millet iradesinin yok sayılmasıyla demokrasi  tamtamlığı bizde de başlayacak bizim başkaları için dikmeye çalıştığımız fistanlardan,  bindallı ölçüleri alacaklar.
Belki de seçim sonrasında böyle olması istendiğinden, seçim öncesi bu kişilerin millet vekili aday adaylığına izin verildi. Bdp kendisi için başka alternatifi kalmadığını mazeret göstererek  hem ülke içinde hem de ülke dışında yaptıklarını  meşrulaştırma yoluna gidecektir,  silahlı eylemlerle kargaşa ortamı arttırılacaktır.  Nasıl bir devlet anlayışına sahip olduk anlamak mümkün değil, Diyarbakır da kendi meclislerini kurmaktan bahsedilecek, kimse ses çıkarmayacak.  Çünkü Fenerbahçe operasyonunun zamanlaması çok iyi oldu, halk artık Ergenekonları, balyozları önemsemiyor…
Chp bu eylemin sonucunu düşündü mü, sonuç ara seçim olursa geri adım atacak mı? Geri adım chp için hüsran olur. Sonucunu getirip ara seçimlere girmelidir. Ara seçimlere katılmamak hükümet ile Bdp ye yarayacak gibi görünüyor. Devletin başında kiler seçim öncesi söylediklerini seçim sonrasında da söylememeleri, topu ysk ya atmaları kaos ortamını artırdı. İstenilen kaos mu yaratmaktı, yine mağdurları oynamak için mi?
Diğer sökük, ekonomi ,  sinyal vermeye başladı bile, dünyanın 17. büyük ekonomisi nasıl toparlanacak, hadi hayırlısı… Zaten ekonomi  kötüye gitmeye başlayınca yerli malı üretimi gündeme  gelir, bütün yerli mallarımızı   zarar etmese de ediyor söylemleriyle babalar gibi satarız, ekonomi kötüye gidince de yerli  üretim isteriz,  dedim ya yaşadıklarımız çok acı….
Bizler yeni kumaşlar dan,  Osmanlı fistanı dikmek için uğraşırken, bir bakacağız  ki  canımız dan kopardıkları parçaya bindallıyı giydirivermişler.  Bindallıyı giydikten sonra fistanı dikmişim ne kıymeti kalır. Tuttuğumuz makas bizim elimiz de olmadıktan sonra sandığı açmanın anlamı yok.
Atalarımız ne güzel söylemiş‘ Terzi kendi söküğünü dikemez’..

Türkan  Kebeci
turkankebeci@gmail.com