29 Kasım 2012 Perşembe

ORTADOĞU'NUN YAPISI


   


                

    Ortadoğu da barışın sağlanması nasıl olur. Bu sorunun cevabını bulabilmek için coğrafyanın dini ve etnik yapısını incelemek gerekir.  Ortadoğu ülkeleri; İran, Irak, Suudi Arabistan, Suriye, Yemen, İsrail, Lübnan, Ürdün, Filistin, Umman, Arap emirliği, Katar, Bahreyn, Kuveyt’tir. Bu ülkelerin  önce dini yapılarını sonra etnik yapılarını inceleyelim.

DİNİ YAPI
İran:   % 90’a yakın bir kısmı Şii müslüman(% 50 den fazlası Şii Fars, % 22 den fazlası Şii inançlı Azeriler den oluşur), % 8 Sünni, % 2 diğer dinler.
Suudi Arabistan: % 85 Sünni müslümanlar ( Selefi, Vehhabi, Hanbeli, Şafi  ve Malikiler den oluşur), % 15’İ Şii müslümandır.
Suriye: % 74 Sünni müslümanlar, % 12 Nusayri (Şiilğin bir kolu), % 10 Hiristiyan, % 3 Dürzi’ dir.
Irak: % 60 Şii müslümanlar, % 30 Sünni müslümanlar, % 3 Hiristiyanlar dan oluşur.
Yemen: % 55 Sünni müslüman( geneli Şafii mezhebindendir), % 45 Zeydi’ dir.
Ürdün: % 95 Sünni müslüman, % 5 Hiristiyan
Lübnan: Nüfusunun % 59 – 60’ı müslümandır. Bu müslüman nüfusun % 60 Şii müslüman, % 40 Sünni müslüman, % 7 Dürziler müslüman nufusun içinde gösterilir. Nüfusun % 20 sini Maruni hiristiyanlar( Arap katolikleri), % 5.5 Grek ortodokslar,  % 3.4 Grek katolikler, % 3.4 Ermeni ortodokslar dan oluşur.
Bahreyn: Halkın % 98’i müslüman dır. % 55 Şii müslüman, % 45 Sünni müslüman
İsrail:  % 76 Musevi, % 16 Müslüman
Katar:  % 77.5 Sünni müslüman, % 8.5 Hıristiyan, % 14 diğer dinler
Arap Emirlikleri: % 80 Sünni müslüman, % 16 Şii müslüman, % 4 Hindu ve Hıristiyan.
Kuveyt:  % 60 Sünni müslüman, % 25 Şii müslüman, % 15 Hıristiyan ve diğer dinler.
Umman: % 75 İbadi, % 25 Sünni, Şii müslüman ve Hindu
Türkiye: % 99 Sünni müslüman ve hanefi mezhebi olarak belirtilsede bu oranın % 20 yakını alevi,  % 1.6 civarı Şii müslümanların oluşturduğu yaptırılan sivil toplum araştırmalarına dayanıyor..

Yukarıda ki dini yapı incelendiğinde;  coğrafyanın % 56’ı Sünni müslüman, % 24.6 Şii müslüman, %5.8 Museviler, % 4.13 Hıristiyanlar, % 3.4 Zeydi,  % 1.5 Maruni, % 1.53 Aleviler, % 1.23 Diğer dinler, % 0.3 Hindu, % 0.77 Dürziler oluşturmaktadır.

        ETNİK YAPI
İran: % 51 Fars, % 24 Azeri,  % 8 Gilaki veMazanderani , % 7 Kürt, % 3 Arap, % 2 Türkmenler, % 2 Lur, % 2 Baloklar
Suudi Arabistan: % 90 Arap, % 10 Afrika- Asyalı ve çeşitli milletler
Suriye: % 74 Arap, % 10 Kürt, % 4 Türk, % 2 Ermeni, % 1 Çerkez
Irak: % 75 Arap, % 18 Kürt, % 7 Türkmen, Asurlar, Ermeniler
Yemen: % 97 Arap, % 1 Güney Asyalı, % 1.2 Somali, % 0.2 Malaylar, % 0.04 Yahudiler
Ürdün: % 98 Arap, % 1.2 Çerkez, % 0.7 Türk
Lübnan: % 83 Arap, % 11 Grek
Bahreyn: % 97 Arap ( Bu nüfusun % 80 Bahreyn, % 5’i Ummanlıdır)
İsrail: % 76.4 Yahudi, % 23.6 Arap ve Yahudi olmayanlar.
Katar: % 60 Arap, % 18 Pakistanlı, % 18  Hintli, % 10 İran, % 14 Diğer
Birleşik Arap Emirliği: % 19 Emirlik halkı, % 23 Arap ve İranlı, % 50 Güney Asyalı, % 8 Diğer halklar
Kuveyt: % 84 Arap, % 15 Asya ülkesinden, % 0.8 Avrupalı, % 0.1 Afrikalı, % 0.1 Amerikalı
Umman: % 73.5 Arap, % 17 Beluci, % 3 Farsi,%2 Urdu( Pakistanlı)
Türkiye: % 84.5 Türk, % 9.02 Kürt ve Zaza,  % 0.75 Arap, % 0.28 Laz, % 0.27 Çerkez,  % 4 Türkiye Cumhuriyeti

Yukarıda ki etnik yapı incelendiğinde; coğrafyanın % 65.6 Arap, % 7.6 Asyalı, % 6.6 Türk, % 6.0 Fars, % 5.6 Yahudi, % 3.2 Kürt, % 1.26 Beluci, % 0.81 Grek, % 0.59 Azeri, % 0.51 Türkmen,  % 0.59 Gilaki, % 0.29 Ermeni, %  0.16 Çerkez, % 0.14 Lur, %  0.14 Balok, % 0.14 Amerika ve Avrupalı.

Görüldüğü gibi coğrafyanın hem etnik ve hem dini yapısı çok parçalıdır. Etnik yapı olarak coğrafyaya Arap, Asyalı, Türk( Türkmenler, Azariler dahil), Fars lar hakimdir. Bu etnik yapı içersinde % 3.2 orana sahip Kürtler için, Suriye, Irak, İran ve Türkiye’nin de içinde bulunduğu bop projesi dahilinde verilmesi planlanan toprak parçası düşünüldüğünde coğrafyanın gelecekte daha kanlı ve içinden çıkılmaz sorunlara gebe olduğunu göstermektedir. Gelecekteki karışıklıkları önlemek, bu coğrafyanın çocukların mutlu, huzurlu, savaş korkusu olmadan yaşayabilmesi için ülkelerin bir araya gelerek ortak hareket etmelidir. Bu topraklar kendi geleceğini kendi belirlemelidir.

Etnik yapı açısından coğrafyayı bir arada tutmak mümkün olamaz, çünkü % 65 orana sahip olan Araplar bile kendi aralarında anlaşamamaktadır. En iyi örneğini bu günlerde yaşamaktayız. Nüfusunun % 74 Arap olan Suriye deki olayları ve müdahaleyi Suudi Arabistan'ın desteklemesi Arap milliyetçiliğin birleştirici bir özellik olamadığının göstergesidir.

O zaman birleştirici unsur olarak geriye din kalmaktadır.Tüm ülkeler bir araya gelerek Orta doğu birliğini oluşturması gereklidir. Ortak ticaret, ortak hedefler, ortak stratejiler ve mahkemesini kurmalıdır.
Birlikte, her ülke dini yapısına göre temsilcisi bulunduracak. Mesela % 50 ve üzeri olan 3 üye, % 25 ve üzeri 2 üye ve % 10 kadar olan 1 üye. Ülkenin dini yapısına uygun olarak birlikte temsil edilme hakkına sahip olacaklar. Üç yılda bir ülkeler arası başkanlık değişecek, başkanlıkta da ülkenin din yapısına göre başkanlık ortak yürütülecek. Bu coğrafya da devlet yapısı kuvvetli ve devlet geleneğine sahip olan iki ülke Türkiye ve İran vardır. Birlik kurulamadığı için ülkelerin kimi kendisine Rusyayı, kimi Amerikayı, kimi Avrupayı arkasına alma telaşına girmiştir. Tabi bunun için verilen ayrıcalıklar ise farklı bir boyut.

Bu bölgedeki ülkeler sırf birbirlerinden çekindikleri için gün geçtikçe daha fazla silahlanma yoluna gitmektedir. 2011 yılında Dünya ‘da 85.3 milyar değerinde satış olmuş bunun % 66’ lık payını         Amerika almaktadır. Amerika’nın en çok silah sattığı ülkeler, Suudi Arabistan, Bahreyn, Katar, Kuveyt, B.Arap Emirlikleri gelmektedir.
Shapiro’nun ifadesiyle,  “(silah paketi) sadece İran’la ilişkili değildir. Suudilerin meşru güvenlik gereksinimlerine destek vermekle ilgilidir … (Suudiler) tehlikeli bir çevreye sahiptir ve biz onların güvenliklerini sağlamalarına ve korumalarına yardımcı oluyoruz…(Gollust, “US Confirms $60 Billion Arms Sales Package for Saudi Arabia”, s. 2.).

Suudi Arabistan kimden korkuyor, çevresinde ki tüm komşu ülkeleri Arap ve Irak haricinde ki tüm komşuları Sünni Müslümandır. El kaide oluşumundan çekindiği için silahlanıyor, El kaide’nin kurucusu, silah veren fakat sözde çatışan Amerika. Diğer ülkeler içinde durum bundan farklı değil, bu sefer düşman Sünnilerin, Şiiler oluverir. Suriye, Sünni, Şii ve Kürt bölgesi olarak üçe bölünme aşamasında. İran ise etnik yapı olarak parçalanması daha kolay olacaktır. Fars, Azeri ve Kürt olarak üç bölgeye parçalanması elzemdir. Tuzunun kuru olduğunu düşünen, Suudi Arabistan bugün değilse yarın parçalanma senaryolarına maruz kalacak. Etnik ve dini yapı olarak parçalanma olasılığı az görülmektedir. Fakat % 85 Sünni yapıyı oluşturan dini inanışı çok fazla mezheplere dayanmaktadır. Mezhepler arasında yaratılacak bir ikilem veya verilen fazla destekle en az dört bölgeye parçalanabilir.

Türkiye ve İran'ın öncülüğünde adımlar atılmalıdır. Bu coğrafyanın enerji kaynaklarını ele geçirmek için, bölmek ve korkutma psikolojisi ile istediklerini yapmakta ve yaptırmaktalar.
Türkiye’nin stratejik açıdan çok önemli bir konumdadır. Geçiş bölgesinde olmamızdan dolayı hem Ortadoğu' yu, hemde Türkiye cumhuriyetlerini bir arada tutacak güce sahibiz.

Yararlanılan kaynaklar:
İka ortadoğu raporu
ABD, Suudi Arabistan Silah anlaşması / Ferhat Pirinç
Orsam Raporu no: 32 Mart 2011
Ülkelerin tanıtım siteleri.



20 Kasım 2012 Salı

ORTADOĞU



            Evet, bu gün Ortadoğu da savaş çanları çalmakla kalmayıp, sesi sağır kulakları çınlatır hale geldi.  Suriye de Esad güçlerin, muhaliflerle(ÖSO) olan çatışmalarına, PKK ya yakınlığı ile bilinen Suriye Kürtlerinin bağlı bulunduğu PYD ile Özgür Suriye Ordusu,  güney sınırımıza yakın bölgede savaşıyorlar. İsrail’in Gazze saldırılarının üzerine birde,  Kerkük bölgesi için Irak ve Barzani kuvvetleri arasında da çatışmalarda eklenince bölge tam savaş alanına döndü. Tabir yerinde ise birileri tetiğe bastı denilebilir. 

Yapılan planlar Esad’ın kısa sürede gitmesi üzerine kurulmuştu. Esad’ı devirme görevini ÖSO grubuna ev sahipliği yapan Türkiye üstlenmekle kalmadı, ÖSO birlikleri Amerika, Arabistan, Katar ve Türkiye’nin yardımları ile desteklendi. Bir türlü istediğine ulaşamayan Amerika yanına Fransa’yı da alarak Katar da bir çatı altında toplanan muhalif birliklerini tanıdığını açıklıyor. Türkiye artık devre dışı.
Bu gelişmeler Amerika ve Türkiye’yi tedirgin etmeye başladı. Türkiye için kuzey sınırımız da oluşan güçlü Kürt oluşumları, Amerika için ise bu karışık ortamda radikal sağın(El kaide) güç kazanması. İki ülke de bu güçleri kontrol altında tutmanın derdinde.

Bu güçler kontrol altına alınmazsa, ne olacak?

*El kaide ve Taliban oluşumunu kuran Amerika, Afganistan da iktidara getirdiği Taliban gibi kontrol ettiği fakat sözde savaştığı bir oluşum için uğraşmaktadır. Kurduğu oluşumu kontrol altında alamazsa Sünni ve Şii radikal oluşumları birbirine karşı kullanarak (İran- Irak savaşında ki gibi her iki tarafı da destekleyerek) kargaşa ortamı yaratarak Esadı devre dışı bırakıp kukla bir yönetim oluşturacaktır.

*Türki ye ise her zaman bir Kürt oluşumuna karşı çıkar gibi görünmüş, fakat oluşumda ki her aşamayı desteklemiştir. Bağdat yönetimi yerine bir çok konuda Barzani ile görüşülmesi oluşumu desteklediğine örnek teşkil etmektedir. Türkiye Kuzey Irağı şu anda kontrol altında tutabiliyor. Daha büyük Kürt oluşumunu kontrol edemeyeceğinin farkında.
Irak, Suriye, İran ve Türkiy’nin de içinde bulunduğu bu alanda Kürtler arasında bir çatışmanın çıkması elzemdir.

Bu gelişmeler doğrultusunda bu coğrafya da Sünni- Şii ve Kürt çatışmaları kaçınılmaz görünmektedir.

Tüm bu kargaşa ortamından çıkar sağlayan tek ülke İsraildir.

17 Kasım 2012 Cumartesi

Sessiz Gemi


            Yazmanın en güzel yanı nedir bilir misiniz? Yazdığınız bir hikayeyi, şiiri herkesin farklı algılamasıdır. Çocuğunuz için yazdığınız bir yazıyı okuyucuların sevgililerinize yazdığınızı düşünmesi gibi.  Ünlü şair Yahya Kemal Beyat’lının sessiz gemi şiiri de böyledir. Şiirin ölümü çağrıştırdığını düşünürüz, oysa şair ayrılığı anlatmaktadır. Şiirin hikayesi  bir çok kaynakta yayınlanmıştır.

NAZIM HİKMET’İN ANNESİ CELİLE’NİN HİKAYESİ...

Celile Hikmet resimleri ile olduğu kadar güzelliği ile de tüm İstanbul’un diline destan bir kadındı... İstanbul sosyetesinin en çok konuşulan kadınları arasındaydı...

1900 yılında dillere destan bu güzel kadın, Osmanlı’nın meşhur valilerinden Nazım Paşa’nın oğlu Hikmet Bey ile evlendi...

Türk şiirinin dünya çapındaki en önemli ismi olan Nazım Hikmet de bu beraberlikten doğacaktı...

1916’ya gelindiğinde Celile Hanım’la eşi Hikmet Bey arasında şiddetli bir geçimsizlik başladı...


***


O günlerde Yahya Kemal, Bahriye’de okuyan genç Nazım Hikmet’in şiir hocası olarak eve gelip gitmeye başlamıştı...

Nazım Hikmet’in annesi Celile Hanım’la, Yahya Kemal arasında filizlenen aşk kısa bir süre sonra Celile Hanım’ın anlaşamadığı eşinden boşanmasıyla sonuçlandı...

Tutkuyla, ateşle, kıskançlıklarla dolu tarihin sayfalarına gizlenen aşk böyle başladı...

Aşkın aktörleri sadece Celile Hanım ve ünlü şair Yahya Kemal değildi...

Nazım Hikmet, Necip Fazıl hatta Celile’nin yeğeni Oktay Rıfat, yani Türk şiir dünyasının bütün ustaları bir tarafından dahildiler o aşka...


***


Heybeliada’da okuyan genç Bahriyeli Nazım, hafta sonları okuldan çıkar annesinin yanına gelirdi...

Yahya Kemal o günlerde genç birer Bahriyeli olan Nazım Hikmet ve Necip Fazıl’ın bulunduğu öğrenci grubuna şiir dersleri verirdi...

Yahya Kemal hafta sonları “Nazım Hikmet’e Türkçe ile şiir dersleri” verirken, İstanbul’un en güzel kadınlarından olan, ressam Celile Hanım’la yakınlaştı...

Nazım’a verdiği derslerden arta kalan zamanlarda Celile Hanım ile Yahya Kemal sanat ve edebiyatla başlayan uzun sohbetlere başladılar...

Bir süre sonra bu ilişkinin kokusu Nazım’ın öğrencisi olduğu Bahriye mektebinde çıktı...


***


Dedikoduların ayyuka çıkması üzerine Yahya Kemal bir süre okula gelmekten vazgeçti...

Geldiğinde karşısına öğrencisi Necip Fazıl çıkacaktı...

Hocası olan Yahya Kemal’e şöyle diyecekti Necip Fazıl:

“Hocam, kibrit suyu içerek intihara kalkıştığınızı duyduk... Sınıfın bu durumdan duyduğu derin üzüntüyü size söylemek istiyorum...”

Hocasına yönelik bu alaycı, ironik, dalga geçen tutum Deniz Harp Okulu öğrencisi bir Bahriyeli için kabul edilmez bir davranıştı...

Necip Fazıl “Bu aşk ilişkisini alaycı bir şekilde ima eden” sözleri nedeniyle “Kodes” adı verilen tahta dolabın içinde cezaya gönderildi...

NAZIM HİKMET’İN, YAHYA KEMAL’İN CEBİNE BIRAKTIĞI NOTTA YAZILANLAR... “HOCAM OLARAK GİRDİĞİNİZ BU EVE BABAM OLARAK...”

Ancak bu olaylara karşın, Fransızca’yı ana dili gibi konuşan, piyano çalan, natürmort resimler yapan dünyalar güzeli, sanatçı genç kadın Celile ile Yahya Kemal’in aşkı alevinden bir şey kaybetmeden devam edecekti...

Olayı genç Nazım Hikmet de farketmişti...

Necip Fazıl’dan sonra bir gün Yahya Kemal’in siyah pardösüsünün cebine bir not bıraktı...

Kağıtta Yahya Kemal’e hitaben şöyle yazıyordu:

“Hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremeyeceksiniz...”

Bu not üzerine ünlü şair, tedirgin oldu...

Bir süre Celile Hanım’ın evine gitmedi...

Genç Nazım’la karşılaşmaktan çekindi...

Celile Hanım ise Yahya Kemal yüzünden kocasından boşanmış, bütün İstanbul’un kulaktan kulağa dedikodusuyla çalkalandığı bir aşka “evet” demişti...

Artık evlenmek istiyordu...

Yahya Kemal bir taraftan kadını deliler gibi kıskanıyor, diğer yandan ise bu evliliğe sıcak bakmıyordu...


***


Yahya Kemal, Nazım’ın annesi Celile’ye olan aşkını yaşadığı bir olayı şöyle anlatırdı:

“1916 yılından 1919 yılına kadar bir kadına deli gibi aşık oldum...

Bu kadın yazın adada otururdu...

Ben de orada idim...

Deli divane olmuştum...

Sonbahar’da Nişantaşı’ndaki evini düzenlemek için İstanbul’a inerdi...

1916 Sonbahar’ında yine İstanbul’a iniyordu...

Ben müthiş muzdariptim...

Artık vapur giderken iskeleden mendil sallamalar, ağlamalar...

O gidinceye kadar Ada dopdolu idi...

Gider gitmez benim için boşalıverirdi...

Tam o günlerde Berlin büyükleçisi Hakkı Paşa İstanbul’a dönecek lafı çıktı...

Hakkı Paşa, benimkinin uzaktan akrabası oluyordu ve İstanbul’a geldiğinde geceler düzenler, İstanbul’un bütün güzel kadınlarını çağırırdı...

Benimki de oralara gidecek diye içim burkuluyordu...

Hatta kendisine bu endişemi söylemiştim...

Gitmeyeceğine yemin etmişti...

Bir gece Ada Oteli’nde otururken, yandaki iki kişinin “Berlin büyükelçisi bu gece davet veriyor... İstanbul’daki bütün güzel kadınlar davetli” lafını ettiklerini duydum...


***


Müthiş bir acıyla yerimden kalktım...

İskeleye doğru gittim... Son vapur çoktan kalkmıştı...

Sert bir lodos esiyordu... Deniz karmakarışıktı, ancak ne olursa olsun, sandalla Maltepe’ye geçmeye karar verdim...

Sandalcılara gittim, yanaşmıyorlardı...

Çok para verince biri ikna oldu...

Açıldık, bir süre sonra lodos büsbütün arttı...

Denizde çalkalanıp duruyorduk... Sandalcı bana küfretmeye başlamıştı...

Ölmek üzereydik, ama ben sadece sevgilimin katıldığı geceyi düşünerek müthiş bir kıskançlık duyuyor ve biran önce orada olmak istiyordum...

Sırılsıklam Maltepe’ye gelebildik...

Hemen bir kahvehaneye gidip, araba bulmaya çalıştım...

Yoktu...

Bunun üzerine Maltepe’den Bostancı’ya yürümeye karar verdim...

Tren yoluna çıkarak koşmaya başladım...

Maltepe Bostancı arasının bu kadar uzun olduğunu o zamana kadar farketmemiştim...”


***


“Kan ter içinde Bostancı’ya geldim...

Vakit hayli geçti...

Karakola gittim. “Bana bir araba bulunuz hastam var” dedim...

Aradılar taradılar birini buldular..

Yine bir sürü para verdim...

Arabayla yola koyuldum...

Kadıköy, oradan Üsküdar... Karşıya geçtim. Doğru Nişantaşı!.. Sevgilimin oturduğu apartmanın kapıcısı ahbabımdı. Penceresini vurarak onu uyandırdım. ‘Benimki evde mi diye sordum?’

Adam halime bakıp şaşırdı: ‘Evde, bu akşam çıkmadı!’ dedi ‘Ne diyorsun diye bağırdım?’ Bütün katettiğim mesafe sanki başıma yıkılmıştı. Eve kaçta geldiğini araştırttım...

Sözüne inanamıyordum. ‘Çık bir bak! Evde mi?’ diye adamı zorladım...

Adam çarnaçar çıktı. Bir münasebetle hizmetçisine sormuş uyuyor! demiş... Geldi haber verdi... Sanki dünyalar benim oldu...

Apartmanın karşısında bir arabacı meyhanesi vardı. Orada sabaha kadar içtim...

Sabahleyin, doğru eve çıktım... Benim halim berbat. Toz toprak içinde olduğumu görünce şaşırdı ve hemen anladı... Sarmaşdolaş olduk...”


***


Yahya Kemal deli gibi aşıktı, ama evlenmekten hayatı boyunca korkmuştu...

Belki, böylesi bir kadına hiçbir zaman sahip olamayacağını bilmekten, belki o beraberlikte ters bir olaydan ürkmekten, belki de genç Nazım Hikmet’ten ve etraf ne der diye ürkmekten?..

O günlerde Celile Hanım, Yahya Kemal’e bir mektup yazdı, şöyle diyordu:

“Bugün Pazar belki gelirsin diye üç vapurunu pencerede bekledim...

Gelmedin mahzun oldum...

YAHYA KEMAL, NAZIM HİKMET’İN HAPİSTEN KURTULMASI İÇİN İMZA VERMEDİ...

Verdiğin konferansa gelmedim, kalabalıktır memnun olmazsın diye, fakat hep aklım sende idi...

Çok çok göreceğim geldi...

Beni niye aramadın...

Sana gücendim canımın içi, pek göreceğim geldi... Ben o günden beri yani Salı gününden beri evdeyim, dikiş dikiyorum... Evimiz için çalışıyorum...”

Hiçbir zaman o evlilik olmadı...

Yahya Kemal hep kaçtı o evlilikten ve beraberlikten...

Uzun yıllar geçti bu olayın üzerinden...

Nazım Hikmet büyük bir şair olmuştu...

Sosyalistti...

Dönemin iktidarı tarafından hapislerde süründürülüyordu...

Celile artık yaşlanmıştı...

O güzelliğinden eser kalmamış üstüne üstlük kör olmuştu...

Oğlunun hapislerden kurtulması için Galata Köprüsü’nde açlık grevine başlamıştı o görmeyen gözleriyle anne yüreği...

Tuhaf bir rastlantı sonucu, Celile açlık grevi yaparken, Yahya Kemal Galata Köprüsü’nden geçiyordu...

Büyük aşkını gördü...

Ama yanına gitmedi...

Bir zamanlar “Hocam olarak girdiğin eve babam olarak girmeni istemiyorum” diyen genç Nazım Hikmet’in kurtulması için kör gözlerle açlık grevi yapan Celile’ye destek imzasını vermedi...

Hızla uzaklaştı oradan...


***


SESSİZ GEMİ...

Öldüğünde evraklarının arasından içinde kurumuş iki yaprak bulunan bir zarf çıktı Yahya Kemal’in...

Şöyle yazıyordu:

“Bu zarfın içindeki hatıra, 19 Ağustos 1930’da Sirkeci Garı’nda gece saat 10’da veda ettiğim aziz bir kadının göğsündeki çiçektendir... Koparıp verdiği bu iki yaprağı daima muhafaza edeceğim...”

Celile muhtemelen bu aşkın devam etmeyeceğini anladığı gece Paris’e giderken, Sirkeci Garı’nda vermişti Yahya Kemal’a göğsünde duran o iki yapraklı çiçeği...

Yahya Kemal’in Sessiz Gemi’si “hep ölüme yazılmış bir şiir olarak” bilinir...

Oysa demir alıp bu limandan kalkan gemi...

Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol dizeleri...

Yahya Kemal’in hayatındaki en büyük aşkı olan Celile’sinin Ada’dan gemiyle İstanbul’a uzaklaşışı esnasında yaşadığı çaresizliği anlatır...

Ölümdür elbette Sessiz Gemi’nin konusu...

Ama aşkta aranan ölümdür ve Celile’nin ardından ada limanında bakakalan Yahya Kemal’den esintiler içerir...


***


“Artık demir almak günü gelmişse zamandan...

Meçhule kalkan bir gemi kalkar bu limandan...

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol...

Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol...

Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli...

Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli...

Biçare gönüller!.. Ne giden son gemidir bu...

Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu...

Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler...

Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler...

Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden...

Birçok seneler geçti dönen yok seferinden...”


Bu hikaye Vatan Gazetesi yazarı Reha Muhtar’ın 06.10.2012 tarihli köşe yazısından alınmıştır

11 Ekim 2012 Perşembe

DİPLOMASİ



          H. Kıssınger Diplomasi kitabında I. Dünya savaşı öncesi Alman liderlerin tutumunu şu şekilde anlatmaktadır.
Alman liderleri, komşularına kendi kuvvetlerinin sınırlarını ve Alman dostluğun yararlarını kabul ettirmek için en iyi yolun kabadayı taktikleri olduğu kanısındaydılar. Bu sataşma şeklinde ki yaklaşım, tam tersi bir sonuç verdi. Bir yere egemen olmak için diplomatik bir kestirme yol yoktur, tek yol savaştır. Bu dersi Bismarck sonrası köylü Alman liderleri ancak küresel bir felaket olduğunda öğrendiler.
Tabi Amerika hele Kıssenger sütten çıkmış ak kaşık değiller.
Diplomasi kabadayılık değil, incelik sanatıdır. Bizler cephelerde savaş kazanıp sonuçları masada lehimize çeviremeyen bir özelliğe sahibiz. Buda diplomasi sanatını yeterince öğrenemediğimizi gösterir.
    
        

27 Eylül 2012 Perşembe

HATAY SINIRIMIZ DA NELER OLUYOR.



                Bu günlerde dış işleri bakanımızı gören var mı?
Son günlerde gündemden düşmeyen, televizyon ekranlarında bir Amerika da, bir Avrupa da görmeye alıştığımız Sayın Davutoğlu nu gözlerimiz arar oldu. Maalesef Suriye politikamız fiyaskoyla sonuçlandı. Çok hızlı giriş yaptığımız Suriye de aradığımızı bulamadık. Müdahale edilmesi için çırpındık, sesimizi duyan olmadı, tampon bölge istedik kimse tınmadı. Irak müdahalesi sırasında olduğu gibi sığınmacıları kabul etmekten başka bir şey yok elimiz de demeyin, çünkü biz bu çıkmaza bilerek girdik.  Bu gün sayıları 100.000 bini bulan sözde mülteci dediğimiz bu insanlar Hatay, Kilis gibi Güney sınırımızda ki kamplara yerleştirildiği gibi bölgede ikamet etmesine izin verildi.  Bölge halkı ile yaşanan olayları hepimiz basından takip ettik. İçler acısı bir durumdu, mülteci olarak gördüğümüz bu insanlar   ‘ buralar bizim, sizlerde gideceksiniz’ gibi sözlerle neredeyse bölge halkını kovma noktasına bile geldiler. Halkımızı tehdit etmeler ve bu süreç de kolluk güçlerimizin olaya sessiz kalması çok düşündürücüydü. Halk olarak elbette neden diye sorduk?
Suriye konusunda Amerika ve Avrupa nın bizi destekleyeceğinden emindik, çünkü Libya, Mısır örnekleri vardı önümüzde. Amerika’nın ilk başta bizlerin sırtını sıvazlaması iki ülkenin birbirini gaza getirmeleri bizi ümitlendirdi ta ki Amerika’nın Genelkurmay başkanı  müdahalenin Amerika’nın menfaatlerine ters düşer demesi ile güvendiğimiz Obama geri adım attı.

Tampon bölge arayışlarımıza Avrupa’nın yanaşmaması bizi hayal kırıklığına uğrattı. Tampon bölgeyi sınırımızın dışında değil sınırımızın içinde kamplarla kendimiz kurduk. Kısa bir süre sonra Avrupa ve Amerika tampon bölge olarak sınırımızın içindeki bu bölgeye müdahale hakkını bulacaktır.
Avrupa ya ekonomik yardımlarda bulunması için mekik dokuduk, oda nafile. Avrupa bu sığınmacıları mülteci olarak görmüyor. ‘Ancak Joli gibi sanatçılar ile iç işleri bakanımızın koyu sohbeti sonucunda takdirleri alıyoruz.’  Peki Avrupa neden mülteci olarak görmüyor, BM mülteci yasasına göre kamplara giriş çıkışlar denetim ve kontrol altında tutularak izolasyon edilir, yani mülteciler şehir merkezinde cirit atamaz.  İkincisi kamplar tamamen sivillerden oluşmalıdır. Bizler sivil ve asker olduğunu basın vasıtasıyla tesadüfen öğrendik.  Burası farklı bir sınır konumuna girdiğinden kolluk güçlerimizin müdahale etmesini bırakın, silahı belinden alınıyor. Size ait olmayan sınıra milletvekillerin alınmasını bekleyemeyiz. Bütün bu örnekler oranın artık size ait olmayan bir bölge konumuna gelmeye başladığının bir göstergesidir. Üstelik ekonomiye verdiği yük diye bir yükten bahsetmekteyiz.  Bu kadar kişinin ekonomik yükünü kaldırmak Türkiye için zor. Bu konuya şüpheli bakıyorum. Belki de ekonomik olarak burası kendisine ikame ediyordur. Ya da satın alınmış olabilir mi sorusunu sormadan edemiyorum.  Buna örnek olarak Amerika – Meksika sınırı verilebilir. Bu iki ülke arasında oluşturulan ortak bölgede ki Meksika şirketlerinde ki işçiler Amerikan işçilerinden daha düşük fiyata çalışmak için Amerika sınırına geçer. İllegal olan bu sınırı burada ki firmaların politikalarına göre belirlenir. İşte Türkiye de amaç farklı olmak kaydı ile silahlı Özgürlükçü Suriye Ordusuna ait olan kişiler sınırdan geçişleri kendileri belirlemekteler. Ellerini kollarını sallayarak geçişi bunu göstermektedir.

Bu günkü Vatan gazetesin de, Türkiye’nin İran ve Rusya ile anlaşması sonucunda  ÖSO sınırlarımızdan çıkıp Suriye sınırı içinde faaliyetlerini sürdüreceğini  veriyor.  Türkiye aradığını bulamayınca politika değiştirmeye karar vermiş. Zaten yeni Osmanlıcılık kavramı başından beri hayaldi. Ne oldu da kardeş Suriye ve Irakla ilişkilerimiz bozuldu?
Bunun en önemli nedeni  Irak Kürt Federe Devleti ile Mayıs 2012 de yapılan petrol anlaşmasına dayandırmanın yanlış olmayacağı kanısındayım.  Bu petrollere Amerikan petrol şirketleri sahip, bu durum Maliki yi rahatsız etmekteydi, hep Irak bütünlüğünü savunan Türkiye’nin Irak hükümetini devre dışı bırakarak Barzani ile petrol taşıma anlaşmasını yapması ile ipler koptu, Maliki yönünü  İran’a çevirdi. Anlaşmanın içeriğini enerji bakanımızın açıklamasından öğreniyoruz. Ham petrol Suriye sınırından petrolle Mersin limanına tankerle gelecek rafine( bu bölgede rafine işlemi özel sektöre veriliyor, kim olduğu net olarak açıklanmıyor) edilip satılacak. Bu anlaşmaya Suriye kendi çıkarı için ( bölgesinde Kürtlerin güçlenmesini istemediğinden) kabul etmeyince ilişkilerimiz hem Irakla ve Suriye ile koptu. Buna izin veren batı bunun karşılığında ne talep etti bilemiyorum. Belki de Suriye ye yada İran’a saldırmak olabilir. İlk günlerde ki saldırı konusunda ki aşırı  isteğimizi düşününce hak vermemek yanlış olur.
Kuzey Irakta tampon bölge oluşturulduğunda hatırlayacaksınız, pkk saldırıları artmış, sınırda Alman, Amerika, İngiliz istihbarat birimleri cirit atıyorlardı. Pkk ya verdikleri destekler sonucunda verdiğimiz şehitlerimizi, faili meçhulleri vb karışık olayları unutmuş olamayız. Şimdi yaşananlarda bu olayların bir tekrarı.  Diplomisilerde  kendi çıkarınız için elinizde ki tüm kartları oynarsınız. Suriye ve İran şimdi pkk kartını kullanıyor.
Coğrafya etnik ve dini açıdan karışık olduğundan Türkiye’nin oynadığı  Haması destekleyip, Hizbullaha cepe almasıyla Suriye ve İran’a yeni bir kart vermiş  oluyor. Ya ikisine de cephe alacaksınız yada ikisine de eşit mesafede yaklaşacaksınız.
Avrupa  nın yıllardır uyguladığı düşmanımın düşmanı dostum dur politikasının kopyası. Dost bildiğimiz düşman bir gün bize de ters dönecektir. Pkk kartından sonra birde Hizbullah ile uğraşmayalım.
Suriye ile ilişkilerimizin düzelmesi,  yanılmıyorsam 2000 yada 2001 yılında eski Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer’in ziyareti ile başlamıştır.
Komşularımız önemli….

Türkan Kebeci
turkankebeci@gmail.com

26 Eylül 2012 Çarşamba

UMUT


         Dalgın bir şekilde raporları inceliyordu, teşhisinde yanılmamıştı. Zaten rapor sonuçları da teşhisini doğruluyordu. Belki de, başarılı meslek hayatın da ilk defa yanılmayı çok istedi. Hastalarına kötü haber vermek çok zor gelse de, alışmıştı artık. Meslek hayatında ilk kötü haberi verirken yaşadıklarını anımsadı. Her şey ilk günkü gibi hafızasında canlandı, acımasız birinin çarpıp kaçtığı 10 yaşlarında ki bir çocuğun ameliyatıydı, sekiz saat süren ameliyattan çıktığında ellerine sarılan annenin bakışları kalbine bir ok gibi saplanmıştı. Yalvaran bakışlarla bakan gözlerde ki çaresizlik..
-          Doktor bey yalvarırım oğlumun kurtulduğunu söyle,  bir şey olmayacak ay yüzlüme değil mi? Yaşayacak de, ne olur doktor bey,
-           Sakin olun her şey yoluna girecek,
Eşi ise doktorun ellerine yapışan kadıncağızı çekerek uzaklaştırmaya çalışıyordu,
-          Tamam Ayşe, duydun işte doktorun dediğini her şey yoluna girecekmiş
Bir an önce uzaklaşmak istiyordu, yüreği dayanamayacaktı bu haykırışlara, ellerini kurtarmaya çalışırken, yüzü kıpkırmızı çıkmış terler içindeki kadıncağızın, buz gibi ellerini fark etti. Hızlıca koridorun sonun da ki odasına gitti. Sandalye ye oturdu, başı ellerinin arasında,
        -Of Allahım kadıncağız ne halde nasıl söylenir, neyle açıklayacağım durumu kendisine. Alıştıra alıştıra söylemeliyim, ellerinden geleni yaptıklarını, biraz daha erken müdahale edebilselerdi yaşama şansının yüksek olabileceğini açıklayacaktı. Saçmaladığının farkındaydı ne derse desin acı çeken ananın yüreğini hiçbir şey hafifletmeyecekti. Kendi kendine konuşurken bir yandan da volta atmaya başlamıştı. Çaresizliğinin göstergesiydi bu davranışlar. Ne zaman bir çözümsüzlük içersinde olsa kendi kendine söylenerek dolanırdı. Kapıdan hemşirenin doktor bey diye seslenişi ile kendine geldi;
      -Hasta yakınları geliyor, tamam bir iki dakika sonra alırsın.
Yerine oturdu derin bir nefes alarak sakinleşmeye çalıştı. Hemşire hastanın yakınlarını içeri aldı.  Buyurun, kadın ve adam doktorun masasının önündeki sandalyeye oturdular. İki tarafında başı önlerinde susuyordu, hafifçe kafasını kaldırıp anneye baktı ve biraz sakin gibi görünüyordu, sessizliği bozmaya cesareti yoktu. Dalgın bakışlar arasında kadın başını kaldırıp
-          Yaşayacak mı doktor,
Yüzü alev alev yanıyor, alından boncuk boncuk terler dökülmeye başlamıştı. Ellerini birleştirip sıkmaya başladı, ayakları ve elleri buz kesmişti.
-          İnanın bize, biz elimizden geleni yaptık, Allahtan umut kesilmez siz soğukkanlı olmalısınız, her şey biz insanlar için. Sözün bitmesi ile kadıncağız koltuğa yığılmıştı.
Bu olayın üstünden yıllar geçse de dünkü gibiydi her şey, hala o çaresiz annenin yüzünü yalvarmasını unutmamıştı. Sonraları bu haberleri vermeye yavaş yavaş alışmıştı. Şimdi ise yine aynı durum, ilk günkü durumdan daha da zordu. Hayatını borçlu olduğu can dostuna altı ay ömrünün kaldığını söylemek,
      - Allahım bunu nasıl yapacağım,
 eli telefona gitmiyordu, daralacak gibiydi apar topar raporları çantasına koydu. Sert ses tonuyla,
     - Kızım ben çıkıyorum, randevuları iptal et.
Sekreter kızcağız ise ne olduğunu anlamamıştı bile. Uzun yıllardır yanında çalıştığından, doktorun huyunu suyunu çok iyi bilirdi. Bu yüzden de bu günkü  davranışına bir anlam verememişti.   
      - Allahallah Ahmet beye ne oldu böyle,  odanın kapısını kapatmak için kalktığında masanın dağınıklığını görünce çok şaşırdı,
     - Ne oldu acaba hiç masasını toplamadan çıkmazdı, endişeli bir şekilde masayı toplamaya başladı. Bir yandan da arayıp aramama arasında gelip gidiyordu. Sonunda bir şeyi bahane ederek aramaya karar verdi.
Cep telefonundan bir kaç kere aradıysa da telefonu nu açmıyordu.  

                                        *************
Aynı tertiptiler, soğuk bir şubat ayında Cudi dağında on beş gündür terörist peşindeydiler.   Kendisi ekibin başında ağır adımlarla ilerlediği sırada bir elin kendisini yana itmesi ile ateş etmesi bir olmuştu. Hemen toparlandı, ekibi ateş sesi ile siper almıştı bile, arkadaşına;
         - çok sağ ol, hayatımı kurtardın
         - Şimdi sırası değil, hadi şu cehennemden çıkalım,
Yaklaşık bir saat boyunca aynı kayanın arkasında omuz omuza mücadele etmişlerdi. O günden sonra birbirlerinden kopmadılar, bu dostluğu koparmayı hayat bile denemedi. Ta ki bu olaya kadar.
-Hey gidi günler, su gibi geçmişti. Yanda ki arabanın korna sesi ile kendine geldi,
Elini kaldırarak özür diledi, fakat arabada ki adam avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Aldırış etmedi, etrafına bakarak nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Buraya nasıl geldiğini bilmiyordu.
-          En iyisi bir kenara çekip kendimi toparlamalıyım.
On onbeş dakika sonra sahil kenarına park etti. Arabadan inmeye hazırlanırken telefonunda sekreterinin dört defa aradığını gördü. Merak ettiğinden aradığını bildiği için geri dönüş bile yapmadı. Sarayburnu nu çok severdi, ne zaman hayatlarında bir boşluk hissetseler buraya gelirlerdi. Bu bir nevi kendilerini deşarj etme yöntemleriydi. Saatlerce sessiz bir şekilde denizi seyre dalarlardı. Bu sessizliği Salihin 
         -Haydi dostum gitme vakti sesi bozardı. Aslında bu söz kendini toparla demekti. Arabaya atlayıp hayata kaldıkları  yerden devam ederlerdi.Sessizlik ancak bir dostla paylaşılabilirdi.. Bundan sonra bu sessizliği kimle paylaşacaktı.
Deniz, ne çarşaf gibi sakin nede hırçın dalgalıydı. Onda da bir gariplik vardı. Dalgalar isteksiz bir şekilde kıyıya çarpıyordu. Dalgaların kıyıya vuruşunda hüzünle birlikte içten içe bir isyan var gibiydi. Galata kulesini seyrederken Nazımın dizeleri ağzından dökülmeye başlamıştı,

ben içeri düstüğümden beri güneşin etrafında on kere döndü dünya.
ona sorarsanız : “lafı bile edilmez, mikroskobik bir zaman.”
bana sorarsanız : “on senesi ömrümün.” bir kurşun kalemim vardı ben içeri düştüğüm sene. bir haftada yaza yaza tükeniverdi. ona sorarsanız: “bütün bir hayat.” bana sorarsanız : “adam sen de, bir iki hafta.” 


Bu şiiri ikisi de çok severdi. Kimimize göre kısa olan hayat,  kimimize göre uzun bir ömür.
      - Ben bu yaşamın neresindeyim sen neresindesin Salih, diye mırıldandı.
Arkadaşını aramaya karar verdi. Telefon elinde sağa sola çevirerek oynuyor, bir yandan da telefonda bir şey belli etmemeliyim diye düşünüyordu. Numarayı çevirdi,
       - Salih ne haber dostum
       - İyilik de, senin sesin pek iyi değil, hayırdır ofiste değilmisin.
       - Dışardayım, yoğun bir gündü biraz erken çıktım.
       - Sende gelsene sahildeyim,
      - Anlaşıldı sen pek iyi değilsin,  geliyorum..
Omzuna dokunan bir elle kendine geldi.
-          Ne bu dalgınlık, hiç görmüyorsun bile, gemilerin mi battı.
İki dost kucaklaşırken, bir yandan da hal hatır sormaya devam ettiler.
-          Bildiğin gibi zor geçen bir gün,
-          Tamamda bu kadarda olmaz ki arkadaş kendine gel.
-          Hadi Nazımın dörtlüğünü söyleyelim. İki arkadaş bir ağızdan dörtlüğü tekrarladılar,
-          Ahmet uzatma artık seni tanırım, neyin var. İş yoğunluğu seni bu hale getirmez. Salih biliyordu arkadaşı sustuysa konuşturmanın mümkün olmadığını, onun için oda sessiz bir şekilde beklemeye başladı.
Bu seferki sessizliği Ahmet in sorusu bozdu. 
        -Tanışalı kaç yıl oldu.
       - Yirmi yılı devirdik.
       - Zaman çabuk geçiyor,
       -  Boş ver geçsin, nasıl olsa her şeyin bir sonu var.
Arkadaşından son bir senedir buna benzer sözleri duyuyordu, nedense kendisinde bir bezginlik ve bıkmışlık vardı. Ona göre nedensizdi, çünkü Salih’in hayatı, işi çok düzgündü. Bu güne kadar herhangi bir bıkkınlık bile duymamıştı.  Bu sözleri ehemmiyetsiz buluyordu.
Yüzü birden bembeyaz kesildi, alnından boncuk boncuk terler dökülmeye başlamıştı, arabaya yöneldi çantasından raporları çıkardı. Arabanın kapısını kapatıp arkadaşının yanına geldi.
-          Benim raporlarım mı?  Aslın da sen bu işi çok abarttın Ahmet, sadece biraz yorgunluk ve stres, boş ver her şey olacağına varır.
Ahmet cevap vermedi sadece dalgın dalgın yüzüne baktı ve başını öne eğdi. Salih bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı.
-          Tamam hadi söyle ters giden ne var.
-          Tıp sürekli ilerliyor, ümitsizliğe kapılmamak lazım. Bu konuda uzman bir hoca var onunla da görüşeceğim.
-          Tamam söyle.
-          Tümör iyi huylu çıkmadı….Derin bir sessizlikten sonra
-          Ne kadar ömrüm var.
-          Altı ay
Salih hiç istifini bozmadı, yüzünde üzülme ya da isyan adına hiçbir ibare yoktu. Soğukkanlılığı devam ediyordu,
-          Tamam ne yapalım, azıda bir çoğu da. Biz önümüzdeki altı aya bakalım.
-          Allahtan ümit kesilmez, beklide ben yanılıyorum. Bunu da atlatırız.
-          Tamam hadi gidelim yeter bu kadar, bir yemek yiyelim.
Arkadaşının böyle bir tepki vermesini hiç beklemiyordu. Çok soğukkanlılıkla karşılamıştı olayı.
                                      ************

Eve geldiğinde her yer zifiri karanlıktı, salon da ki lambanın birini yaktı,  bir kadeh doldurup koltuğa oturdu. Yüzünde sakinlikle birlikte hafif bir hüzün vardı. Aslında duydukları onu pek üzmemişti. Son zamanlarda yaşamak için kendinde bir neden görmüyordu,  yaşamında ki tekdüzelikten olsa gerek yaşam sıkmaya başlamıştı. Elinden geldiği kadar insanlara yardımcı olmaya çalışmıştı, toplumun sosyal sorunları ile yakından ilgilenmiş ve kendi çapında bunları çözmeye çalışmış, tüm çözüm faaliyetlerinde aktif olarak yer almıştı.  Kendince hayattın yüklediği tüm görevleri yerine getirmişti. Bu düşüncelerden dolayı duyduğu habere çok üzülmemişti, onun için zor olan sonu beklemekti. Hayatta beklemekten hep nefret etmiş olsa da yaradan yine beklemeye mahkum etmişti. Bir çınar gibi ayakta birilerine yardım etmek için koşuştururken ölmeyi tercih ederdi. 
-          Beklemek istemiyorum diye mırıldandı.   
Bu ruh halinden Ahmete de bahsetmemiş, anlamaması için çok çaba sarfetmişti.
Karmaşık düşünceler içinde koltukta uyuya kaldı. Gözlerini açtığında saat  sabahın yedisiydi. Bir müddet boş gözlerle eşyaları seyretti. Duş alıp sahile gitmek için hazırlanmaya başladı. Aynada kendisi ile yüz yüze geldi. Yüzünü görmek istemeyen cüzamlı gibi yavaşça başını kaldırıp kendisini seyretti.
     - Ne yapacaksın şimdi, gün gün sayıp  kalan ömrünü mü dolduracaksın.

                                      ****
Gazete bayisinden bir kaç gazete alıp, çay bahçesine şöyle bir göz attı, hangi masaya oturacağına karar veremeyen müşteri gibiydi. İş günü olduğundan günün bu saatinde nerdeyse tüm masalar boş sayılırdı. Bir iki masada lise ve üniversite öğrencileri vardı. Gençlerin umut, neşe dolu sesleri onu rahatsız etti. Dip köşede ki masaya oturdu. Bundan bir iki sene önce olsaydı neşeyle gençlere günaydın der, bir iki dakika sohbet edip şakalaşırdı. Şimdi ise seslerinden rahatsız olmuştu. Nerdeyse biraz sessiz olun demek geliyordu içinden. 
Esmer,zayıf on altı yaşlarında ki garsona seslenerek,
   - Oğlum bir çay getir.
Gazeteleri masanın üzerine koyup, dalgaların kıyıya vuruşunu seyretmeye başladı. Garson çocuğun,
   - Simit, börek başka bir şey ister misin abi sesi ile kendine geldi.
    - Sağ ol istemem,
Gazetelerden birini açıp okumaya başladı, bu gün köşe yazılarına ya da ekonomi sayfasına bakmak istemiyordu. Gazetelerin ikinci sayfasını hayatında taş çatlasa ancak bir kaç defa  okumuştu.
Çayından bir yudum alırken ikinci sayfada ki bir haber gözüne ilişti. 
15 yaşında ailesinin zoru ile kendisinden yaşca büyük birisi ile evlendirilen, sonrada koca dayağına dayanamayan genç bir kadının intiharını yazıyordu.
    - Yaşam herkese eşit olanaklar sunmuyor, ne dersin bu ana babaya asıl bunları asacaksın, sonrada kocasını.
 Diğer gazetelerinde ikinci sayfa haberleri de, bu olaya benzer intihar, aldatma, intikam, kıskançlık duyguları ile işlenen cinayet haberleri ile doluydu. Bir anda intihar etmenin nasıl bir ruh hali ile işlenebileceğini düşündü. Tüm intihar olayları çaresizlik içinde olan, bir çıkar yol bulamayan, zayıf karakterli kişiliklerin başvurduğu kaçış yolu olduğunu kendisi çok iyi bilse de, aslında oda bir kaçış yolu arıyordu. Kafasından çeşitli intihar yollarını denemek geçti.   Fakat hiç birini kendisine yakıştıramadı, böyle günleri beklemekte kolay olmayacaktı.
Son gazeteye de göz atarken, garson başına dikilmiş,
-          Abi tazeleyim mi
Bir yandan da başını uzatıp gazetede ki haberi okumaya çalışıyordu.
          -Adama bak karısını öldürtmek için kiralık katil tutmuş, tabi bu yabancılarda cesaret ne gezer, katile yaptırıyorlar. Madem aldatıyormuş, namusunu kendin temizlersin.
           - Ne diyorsun delikanlı
           - Abi şu haberi diyorum, karın seni aldatsa katil mi tutarsın, paşa paşa kendi elelrinle verirsin cezasını, delikanlılıkta var mı böyle bir şey.
           - Tamam tamam sen bırak çayımı,
On altı yaşlarında ki garson çocuğun bitirim konuşmalarına kızsa da biryandan da hak vermiyor değildi.
          -Aldattı diye kiralık katil tutmak kimin aklına gelir, bizim çocuk aslında çok haklı diyerek haberi okumaya başladı. Gazeteyi kapattı, kiralık katilin cesaret edemeyen insanlar için iyi bir fikir olduğunu düşündü. Çayından son yudumu alarak gazeteyi toplamaya başladı. Bir yandan da okuduğu haberi düşünüyordu. Saatine baktı,
            - Biraz daha oyalanırsam randevuya geç kalacağım, kimsenin bu olaydan haberi olmamalı.
Çay parasını bırakıp,  çıktı, taksi çevirmek için caddenin karşısına geçti.
Muayenehanesi Nişantaşın da idi, müşterileri üst tabakadan idi.  Genelde psikolojik sorunları bir birine yakındı, her şeye sahip olmanın verdiği boşluk, ilgisizlik, üstün olma arzusu ve ilişkilerde ki samimiyetsizlikten kaynaklanan sorunlar bireylerde zamanla psikolojik problemlere dönüşmeye başlamıştı. Kendilerine fanustan yeni bir dünya yaratıp çevrelerinde nelerin olduğundan haberleri olmayan bu insanlar, zamanla düştükleri boşluklarda artık boğuluyorlardı. Bu sabah da sorunları nerdeyse aynı olan iki müşterisine randevu vermişti.
           -Nişantaşına lütfen.
 Sekreterini arayıp yolda olduğunu haber vermek için telefonu çıkardı.
-          Hay Allah kapatmıştım, beni aramıştır.
Telefonu açması ile peş peşe arandığını gördü. Hayat yine aktığı gibi akmalıydı. Son aramaya bastı.

                                    ********

Ahmet ise sabahın sekizinden beri arkadaşına ulaşmaya çalışıyordu. Defalarca cebini, evini aramış cevap alamayınca eve bakmaya gelmişti.
Birkaç kez zili çaldıysa da kapı duvardı, ne açan vardı nede içerden sesler geliyordu. Aklına kötü şeyler getirmek istemese de şeytan rahat durmuyor, olmadık düşünceleri aklına sokuyordu. Elini kapının pervazına dayayıp, Salih’in kendisine zarar vermiş olabileceğini düşünüyordu.
-          -Umarım bir delilik yapmamışsındır.
Ne yapacağına karar veremiyordu, polise gitse aldırış etmezlerdi bile, 
-          Gece evine sen bırakmışsın, görüşmeyeli şunu şurasında sekiz saat olmuş, çocuk değil ya bu koskoca kırk sekiz yaşında adam,  
Diye çıkışacaklarını adı gibi biliyordu.
-         - Çilingir çağırsam oda bir dert diye söylendi. Polisler çıkışırsa çıkışsın en iyisi karakola gitmek, diyerek merdivenlere yöneldi.
  Telefonu çalıyordu. Salihin aradığını görünce
-          -Eh be nihayet neredesin sen kaç saattir sana ulaşmaya çalışıyorum,
-          -Merak etme bir şey yok, işe gidiyorum, hava almak için çıkmıştım,  telefonu kapalı unutmuşum.
-          -Bir delilik yaparsın diye endişelendim.
-          -Yok ne deliliği, her şey yolunda
-          -Sonra görüşürüz,
-          -Tamam
Muayenehanesine geldiğinde hastasının gelmemiş olduğunu gördü. Sekreterinden bir kahve istedi, bilgisayarın başına oturup bir şeyler araştırmaya başladı, bir yandan da notlar alıyordu.
On onbeş dakika sonra hastası gelmişti, yan odaya geçip hastasını dinlemeye başladı. Hastası için aldığı notların yanına kodlarla bir şeyler yazıyordu.
Birkaç gün sonra evin yüz metre aşağısında ki telefon bayisine uğrayarak yeni numara ve telefon alıp evine gitti.
Son günlerde topladığı bilgileri yazdığı not defterini çıkardı, son defa bilgileri kontrol etti ve sim kartını takıp hafızasından numarayı çevirdi. Evde yalnız olmasına rağmen telefonda ki kişi ile kısık bir sesle konuşuyordu. Birisi görse evde birisinin olduğunu bu yüzden onun  duymaması için sessiz konuştuğunu düşünürdü.
-          -Böyle bir iş için ne kadar istersin.
-          -Kırk bin lira, peşin alırım.
-          -Tamam,
-          -Kişi hakkında ki bilgileri iki hafta içinde göndereceğim. Parayı da, salı günü kurye getirir.
-          -Tamam.
Telefonu kapattı, tamamdır bu iş. Büyük bir yük kalkmıştı omuzlarından. Rutin hayatına devam etmeye başladı, pazartesi günü muayenehaneye gelince ilk işi bankayı arayıp talimat vermek oldu.
-          -Öğleden sonra çekebilirsiniz,
-          -Tamam dört gibi gelirim
Çektiği paraları bir paket yapmış kuryenin gelmesini bekliyordu, sekreteri kapı’dan 
-kurye geldi Salih bey,
-          -İçeri al lütfen
Çekmeceyi çekip yazılı adres kağıdını aldı ve kurye ye
-          -Paketi burada yazılı olan adrese saat ikide teslim edeceksiniz.
-          T-amam, merak etmeyin saat ikide paket teslim edilmiş olacak.
Kurye odadan çıktıktan sonra koltuğuna oturdu, nedenini bilmediği bir his kaplamıştı içini, pişmanlık olmayan fakat huzurda vermeyen bir duyguydu.
Çıkmak için hazırlanmaya karar verdi, son defa gelen iletilerini kontrol etmeye karar verdi, iletiler arasında çok önemli yazan iletiyi fark etti,
-          -Buda ne ki,
Gönderen kişiyi tanımıyordu, herhalde ürün tanıtımı, dikkat çekme için önemli yazdıklarını düşündü, tanımadığı iletileri genelde açmaz silerdi bunu da sildi.
Bir iki gün sonra aynı iletiyi tekrar aldı,
-          Tekrar göndermişler, iletiyi açıp okumaya başladı.

Hocam merhabalar,
Bir iki gün önce size yazmıştım. Beni hatırlamanız zor olacak biliyorum, Ankara Üniversitesinde psikoloji bölümünde ders verdiğiniz dönemde sizinle bitirme tezim olan 'çalışma hayatında ki kadınların yaşadığı sorunların, yaşamlarına etkileri' araştırmayı birlikte yürütmüştük. Mezun olduktan sonra da sizin makalelerinizi ve katıldığınız sosyal projeleri takip etmeye çalıştım. Şimdi İstanbul da sığınma evlerinde kalan kadınlara sağlanan psikolojik destek projesinde iki yıldır görev almaktayım. Fakat yeni uygulama ile kadınlarımıza verilen bu destek kaldırılacak. Psikolojik desteğin kaldırılması ile kadınlarımızın iç dünyasında meydana gelen yıpranmalara bir çözüm bulunmadan topluma kazandırmanın mümkün olmadığını düşünüyorum.
Sizden bu sosyal projede bana destek vermenizi, kadınlarımız adına rica ediyorum.
Yardım ve desteklerinizi bizden esirgemezseniz, bizleri çok mutlu edersiniz.
Saygılarımla;
Elif Sever

İletiyi okuduktan sonra, üniversitede ders verdiği yılları hatırladı.  Çalışma hayatında en keyif aldığı yıllardı, askerden yeni gelmiş asistan olarak çalıştığı dönemlerdi. Öğrencilerle arası çok iyi olan idealist öğretim elemanıydı. Öğrencilerle arasının iyi olmasında ki en önemli sebep yaş farkının çok olmamasından dolayı onların seviyesine rahatlıkla inebilmesiydi.  Elifi ise hemen hatırlamıştı,
   -o zamanda toplumun sosyal sorunlarına ilgi duyan bir öğrenciydin
Onun hazırladığı tezi, ikinci kitabında kaynak olarak kullanmıştı. Bilgisayarını kapatırken,
    - neden olmasın,
Son defa yardım isteyen birisine yardım etmenin kendisine iyi geleceğini düşündü. Saat yedi olmuştu,

Sevgili Elif,
Okul yıllarında da sosyal konulara ilgi duyan bir öğrenciydin, çalışma hayatında da böyle bir projede yer alman beni çok mutlu etti, sana yardımcı olabilmeyi elbette isterim,
 yazarken bir yandan da neler yapılabileceğini düşünüyordu 
Kapının sesi ile kendine geldi 
Sekreteri kapıdan
        -Salih Bey,  saat yediyi geçiyor, siz kalacak mısınız?
        -  tamam, sen çıkabilirsin, ben biraz daha kalacağım 
Sekreteri iyi akşamlar diyerek yavaşça kapıyı çekti,
         -hayret bu adam yediden sonra acil bir şey olmasa bağlasan durmazdı.
Yazıya ara verip, koltuğa yaslanıp ellerini kafasının arkasında birleştirerek nasıl bir çözüm bulunacağını düşündü, kafasında bir çözüm bulmadan Elifi umutlandırmak istemiyordu, sığınma evlerindeki kadınları görmeden dinlemeden çözüm bulmanın doğru olmayacağını düşündü.
        - İşin içinde olan Elif,  belki de onun çözümü vardır.
Doğrularak iletiye kaldığı yerden devam etti,
Bunun için çözüm yolarını bulmak gerekli, sana yardımcı olmak beni de mutlu eder.
Umarım bu çalışmanda başarılı olursun,
Sevgilerimle
Hocan.
                            *****
Ertesi sabah Elifin iletisini gördü;
Hocam beni kırmadığınız için teşekkür ederim, neler yapılabileceğini konuşmak için, sizin içinde uygunsa yarın sizi saat iki de Beşiktaş ta ki çay bahçesinde bekleyeceğim geldiğinizde beni bu numaradan arayabilirsiniz sizi karşılarım. Eğer müsait değilseniz sizin uygun olduğunuz bir zamanda ofisinize gelebilirim.
Çok teşekkür ederim,
Elif 
Gülerek,
            - sabırsız kız hiç de zaman kaybetmiyor.
 Aslında kendiside sabırsız biriydi, sabırlı, olgun biri gibi konuştuğunun farkına varmamıştı.
-          -Yarın,  öğleden sonraki randevularımı iptal eder misin?
-          -Fakat Yeşim hanımın randevusu,
-          -İptal et.
Elife yarın geleceğine dair cevap yazmaya koyuldu.
Geleli on beş dakika olmuştu, sürekli etrafı kolaçan ediyordu. Kapıda saçlarına beyazlar düşmüş, hafif kilolu, spor klasik giysili birini fark etti dikkatli bir şekilde baktı, ayağa kakıp el salladı.
 Salih de, Elifi fark etti, hızlı adımlarla masaya yöneldi.
-          -Merhaba hocam, beni kırmayıp geldiğiniz için teşekkür ederim, hiç değişmemişsiniz
-          -Yapma şimdi baksana yaşlandım, nerdee okuldaki halim
-          -O kadar olsun hocam, yinede çok iyisiniz, tez canlılığınızdan bir şey kaybetmemişsiniz.

Bir saat kadar okul yıllarından, hocalardan bahsettiler. Salih’in bu konuşmadan mutlu olduğu belliydi, son bir yıldır ilk defa yüzünde yapmacık olmayan huzurlu bir gülümse vardı.
-          -Hadi şimdi konuyu anlat bakalım, bu kadar gevezelik yeter.
Bu söz üzerine Elif hararetli bir şekilde konuyu anlatmaya başldır. 
-Sığınma evlerine koca, baba, abi dayağı, küçük yaşta evlendirilenler, aile ve töre baskısı yüzünden gelen birçok kadın var. Fiziki hasarları toparlamak kolay fakat iç dünyaları param parça maalesef, toparlamak da o kadar kolay olmuyor. Bunun için altı aydır psikolojik destek vermekteyiz, destek sonucunda kendisine ulaşabildiğimiz kadınlarda bariz ilerlemeler var. Kendilerine güvenmeye başladılar, geleceğe daha umutlu bakıyorlar. Bu uygulama yetersiz kaldığını düşünürken geçenlerde bakanlıktan bir yazı geldi, uygulamayı tamamen kaldıracaklar.
-          -Peki ne yapmayı düşünüyorsun
-          -Bakanlığa dilekçe yazmak, durumu anlatmayı düşündüm.
-          --Siz ne dersiniz,
-          -Madem bu uygulama olumlu sonuçlar veriyor, o zaman yolumuza devam edeceğiz, tamamı mı?
-          -Seve seve
-          -Hastalarım arasında hatırı sayılır kişiler var, onlarla konuşayım, bakanın danışmanından bir randevu ayarlayalım önce, sonra gidişata bakarız.
-          -Şimdi sığınma evlerine gidip durumu görelim.
-          -Tamam hocam araba hemen yan tarafta,
İkisi de bir şeyler yapabilme umuduyla alel acele kalkıp arabaya yürüdüler.
Danışma da ki görevliye, kimlik kartını gösterip hocası içinde misafir kartı aldı ve ikinci kata çıktılar. Elif hocasını bir odaya aldı
-          -Hocam siz burada biraz dinlenin ben bir bakayım müsait olanlarla konuşmaya başlarız.
-          -Tamam sorun değil,
Salih beklerken içinde ki fırtınaların son bulduğunu, içini kaplayan huzurun ve mutluluğun farkında değildi. Yapılabilecekleri düşünüyor, bunlara kafasında bir sıralama yapıyordu.
Elleri ceplerinde pencereye yöneldi, tüm kadınların yüzlerinde zoraki mutluluğun imarelerini görmemek için kör olmak gerekliydi. Bahçenin ücra köşesine oturmuş elinde kat kat kıvrılmış bir kağıt parçasını okur gibi görünen on üç on dört yaşlarında bir kızcağız dikkatini çekti. Çok masum, bembeyaz bir yüzü, iki tarafından bolca örülmüş örgüleri olan beyaz bir güvercin gibi ürkek bakışlarla etrafa bakıyordu. İlk önce bu kızla konuşmak istedi.
Bu sırada Elif odaya girdi,
        -Tamam hocam, ilerleme kat ettiğimiz bayanlardan ikisi ile konuşabilirsiniz. Size hikayelerini ve ilk günkü düşünceleri ve iki ay sonraki düşüncelerini anlatacaklar.
        - Elif şura da ki kızın adı ne, niçin burada
        - Hocam kimseyle konuşmuyor
        - Sadece buraya geliş sebebi intihara teşebbüs olarak yazıyor ama bunun sebeplerini bilmiyoruz. Bir haftadır da hiç ziyaretçisi gelmedi.
        - Onunla konuşmak istiyorum.
        - Kimseyle konuşmuyor
         - Bi deneyelim bakalım.
Salih kızın karşısında ki sandalyeye oturur. Kız ürker, kollarını kavuşturarak, hafifi hafif sallanmaya başlar.
-          Kızım korkma, adın ne senin diye sorar, cevap yok kız duvar gibidir, duymamış gibi sallanmaya devam eder.
-          Benim adım Salih, doktorum istersen doktor abi diyebilirsin.
-          Bu kağıtta ne var bakabilir miyim? Kağıdı kollarının arasına alarak kollarının sıkıca kapatır.
-          Benden korkma sana yardım etmeye istiyorum, cevap yok. Tamam korkma yarın yine geleceğim o zaman konuşalım olur mu?
Kısa bir süre, cevap almak yada hareketle tepki vermesini bekler, alamayınca beş on metre arkada bekleyen Elife geri döner,
-          Daha çok küçük, kim bilir ne travmalar geçirdi bu hale geldi. Bu kızcağızı topluma kazandırmaya çalışalım,
-          Tamam hocam, tedaviye cevap vermeyebilir, bu sizi üzmesin.
-          Hayır her hasta gerekli ilgiyi görürse cevap verir.
Dört saattir sığınma evindeydi, bıkmadan usanmadan kadınların yaşamlarını dinliyor bir yandan da Elife notlar aldırıyordu. Saatin dokuz olduğunun farkında değildi, hastalarının kır dakikalık seansların da daralacak gibi olur zor sabrederdi, saat yediye kadar kaldığı da nadirdi. Şimdi ise dinlemekten bıkmamış, saatten bile haberdar değildi. Elifin sesi ile kendine geldi.
-          -Hocam sizi bilmeme ama ben çok yoruldum ve acıktım bu günlük yeter mi?
-          -Saat kaç oldu
-          -Dokuz
-          -O kadar oldu mu? Tamam çıkalım.
-          -Önce isterseniz bir şeyler yiyelim, buraya yakın bir lokanta var.
-          -Pekiyi olur bende acıkmışım.
Yemeklerini yerken Salih Elife yarın için, durumu anlatan dilekçe yazmasını söyler, bakanın danışmanından alınacak randevu tarihine kadar öğleden sonraları sığınma evine gelinecek, sorunlara göre kadınlara seans ve uygulanacak tedavi yöntemleri üzerine çalışmalara başlamaya karar verdiler.
-          -Elif,  küçük kız beni çok etkiledi, çocuk yaşta bu kadar travma mümkün değil
-          -Sormayın hocam, kim bilir neler yaşadı, ne hayatlar var.
-          -Onu kazanmanın yolunu bulalım.
-         - Hocam ben size demiştim eskisi gibisiniz, sizde ki bu enerji, istek hiç değişmemiş, sınav kağıtlarını toplarken 'çabuk olun tembeller' derdiniz unuttunuz mu?
Nedensiz olarak ikisi de gülmeye başladı, umutların bittiği karanlık bir yolun sonunda iğne deliğinden sızan ışığın verdiği umudun yüzlere yansımalarıydı.
-          -Ben sizi evinize bırakırım
-          Olur, hesap ödeyip kalkarken Salihin telefonu çaldı
-          Ooo Ahmet arıyor, onu arayacaktım unuttum, söylenmeye başlar.
-          -Alo, Ahmet nasılsın
-          -Ben iyiyim de sen arayacaktın,
-          -Kusura bakma işe daldım, unutmuşum
Ahmet arkadaşının sesindeki canlılığı hemen fark ettiğinden üstüne gitmek istemedi, bu canlılık ve isteklik onu çok mutlu etmişti
-          -Hayırdır, nerelerdesin görünmedin iki gündür.
-          -Şimdi dışarıdayım üniversiteden bir öğrencimle proje üzerine çalışıyoruz, o yüzden fırsat bulamadım.
-          -Sorun değil yarın sana uğrarım, konuşuruz, tutmayayım seni.
-           -Fakat yarın ikiye kadar muayenehanedeyim
-          -Sabahtan uğramaya çalışırım. Kendine iyi bak
-         - Sende,  iyi akşamlar.
Eve gelir gelmez yatmaya hazırlandı. Uzun zamandır ilk defa hemen uyuyacaktı.  Derin uykunun arasında birden gözlerini açar ve  ne olduğunu anlayamaz,
-          -Hayırdır, buda neyin nesi, rüya filanda görmedim, sanki biri seslendi gibi geldi
Sığınma evindeki küçük kız, o günde hiç kimseyle konuşmamış, bir köşede bir iki lokma yiyip odasına yatmaya gitmişti. Katlı gazete sayfalarını yastığın altına koyup, yorganı üstüne çekti, dizlerini karnına doğru toplayıp kıvrıldı.
Yaşlı insanlar küçük kızı çevreleyip, bağırıyorlar bir köşeye sinen kızcağızı yumruklarken, sabahki doktor kızı, gözü dönmüş insanların elinden kurtarır.
-          -Yapmayın ne olur, ben bir şey yapmadım.
Kız bağırarak kan ter içinde uyanır, onun bu çığlıklarına odada arkadaşı
-          -Ne oldu, al bir bardak su iç kendine gel.
Kızcağız doktor, doktor diye mırıldanıyordu.
-          -Ne dedin anlamadım, bir şeymi istiyorsun.
Küçük kızı başı ile hayır işareti eder, yavaşça başını yastığa koyar.

                                    ****
Ahmet’e olanlardan bahsederken bir yandan da çıkmak için hazırlanıyordu.
-          -Daha zamanın var, acele etme
-          -Elifle buluşmadan önce bir şeyler almak için alış veriş merkezine uğrayacağım.
-          -Tamam o zaman birlikte çıkalım, 
İki tarafına bakınan Salih ne alacağına karar veremez. Tezgahtar yardımcı olmak için birkaç tane elbise modeli gösterdi.
-          -Bu elbiseye ne dersiniz,
-          -Aslında olabilir, fakat beyazı var mı?
-          -Elbette
Paketini aldı, kitapçının önünden geçerken biraz duraksadı, vitrinde ki rengarenk boyalar dikkatini çekti, küçük kızın konuşmak yerine, hissettiklerini resimle daha kolay anlatabileceğini düşündü. Boya kalemi, resim defteri ve bir hikaye kitabı aldı.
Sığınma evine geldiğinde Elif çoktan gelmişti, hazırladığı dilekçeyi okudu, birkaç ilaveden sonra temize çektiler.
-          -Elif  üç dört  gün sonra Ankara ya bakanla görüşmeye gidebiliriz. Sunacağımız dosyayı hazırlamaya başlayalım.
-          -Tamam hocam yarın hazırlamaya başlarım, çok çabuk oldu, bu kadar erken olacağını beklemiyordum.
-          -Sen dün belirlediğimiz iki hasta ile seanslara başla, ben küçük kıza bakıp geleceğim.
-          -Hocam hiç vazgeçmiyorsunuz.
Salih kız için aldığı paketlerin bulunduğu çantayı alarak bahçeye çıktı. Küçük kız, dün bıraktığı yerdeydi, sanki hiç yerinden kıpırdamamıştı.
-          -Oturabilir miyim?
Babası yaşında ki bir insan oturmak için kendisinden izin istemesi ona çok tuhaf geliyordu, oysa babası kızkısmısı oturup durmaz diye bir yumrukla yerinden nasıl da kaldırmıştı. O yumruğun acısını omzunda hissetti, omzunu önüne doğru indirdi.
-          Kızım korkma sadece oturacağım,
Yavaşca karşısına oturur, önce elbise paketini uzatır.
-          -Bunlar senin için, olmazsa değiştiririz.
Kız hiç tepki vermez. Boya kalemlerini, resim defterini, kitapları görünce gözleri bir anda değişir, onları seyretmeye başlar.
-          -Bunların hepsi senin, istediğini yapabilirsin, konuşmak istemiyorsan istediklerini çizer, yazarsın. Benimde insanlarla konuşmak istemediğim zamanlar olur, oturup resim çizer, yazı yazar, rahatlarım. Seni de rahatlatacak göreceksin.
Elif  ise bir hafta  önce gelen, Zeliha’nın hikayesini dinliyordu.
-          -On altı yaşında zorla evlendirildim, benden on beş yaş büyüktü, ilk bubamla eve geldiğinde gördüm, bakışlarında ki ifadeden çok korkmuştum. Ben o eve kuma olarak gidecektim, zaten ilk gördüğümde tiksinmiştim. Çayı verip odadan çıktım, ne konuştuklarını merak ettiğim için kapı aralığından onları dinledim, bir şeyin pazarlığını ediyorlardı.
-          En son on bin olur,
-          Tamam anlaştık, ben onların alış veriş için pazarlık yaptığını düşündüm, oysa bubam beni satıyormuş, o parayla inek aldı. Anama yalvardım, beni verme diye ama ne fayda anamı dinler mi. Dövmeye ilk günden başladı,
-          -Peki babanlar dövdüğünü biliyor mu, söyledin mi, niye dövüyorsun diye sormadın mı?
-          Ah Elif abam söylesem ne değişecek sende, zaten en son anamı gördüğüm de, yüzü gözü mosmordu, erkektir döver, dışarıda canı sıkılmıştır, hırsını senden çıkarır. Niye dövüyorsun diye hele bir sor daha beter döver o zaman.
-          -Peki buraya nasıl geldin,
-          En son dövdüğünde bayılmışım, çocuklar ayıltamamış komşular gelmiş hemen hastaneye getirmişler.
-          -Hastaneye getirirlerken seninki ne yaptı,
-          Boyu devrilsin ne yapacak, çekip gitmiş,  hastane de ki doktora yalvardım beni çıkarma, geri dönersem öldürür diye, bubama telefon etti, giden kız geri gelmez diye haber gönderdi, kabul etmedi. Sağ olsun o doktora tuttuğunu altın etsin, beni buraya yerleştirmek için çok uğraştı.
Elif hocasını merak etti, cama yönelerek dışarıya baktı. Hocası sürekli kıza bir şeyler anlatıyordu. Hayal kırıklığına uğrayacağını düşündü. Tekrar yerine geri döndü,
-          -Kaç tane çocuğun var.
-         - İki dane, biri kız biri erkek, gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı.
-          -Ağlama neden ağlıyorsun
-          -Nasıl ağlamayayım, yirmi gündür görmedim, burnumda tütüyorlar.
-          -Onları görmek istiyorsan görebilirsin,
-          -Ya beni bulursa, gelir alır ne olur beni ona verme
-          -Merak etme sen istemedikçe buraya gelemez,
-          -Ne iş yaparsın, elinden ne gelir..
-          -Güzel yemek yaparım, nakış yaparım, kazak örerim
-          -Tamam o zaman dikiş, nakış atölyemiz var, hocasıyla konuşalım sende katıl, çocuklarını da en kısa sürede görmeye getireceğim.
O sırada Salih içeriye girdi, Zeliha ise erkek görünce ürkmüş, yüzünü korku kaplamıştı.
-          -Korkma o benim hocam, hem doktor bizlere yardım edecek.
Elifin açıklaması onu rahatlatmamıştı, ürkek bir şekilde çekinerek başı önde dışarı çıktı. Elif üzgün bir şekilde arkasından baka kaldı.
-          -Nasıl gitti Elif,
Elif  durumu aldığı notlardan kısa kısa anlattı.
-          -Peki ne yapacaksın
-Önce atölye faaliyetlerine katılsın, yaptıkları işleri satışından bir şeyler kazanırsa, kendine güveni gelir, rahat uyuması için bir iki ilaç tedavisi uygulayacağım, en önemlisi çocuklarını görmeye ihtiyacı var, bunun bir yolunu bulmalıyız hocam,
-          -Siz ne yaptınız
-          -Çok zor olacak, kim bilir neler yaşadı..
-          -Çocuklarını nasıl getirebiliriz?
-          -Yarın atölyeye başlasın, haftaya buna bir çözüm düşünürüz.
Küçük kız boya kalemleri paketini açmaya çalışıyordu, bir yandan etrafına tedirgin tedirgin bakıyordu.
-         - Hocam çabuk gelin
-          -Ne oldu
-         - Gelin gelin, ama kendinizi belli etmeyin, küçük kıza bakın.
Salih kızın boya kalemlerini açmaya çalıştığını görünce çok sevindi, onun için bu ilk adım çok önemliydi.
-          -Arkası çorap söküğü gibi gelir, yinede çok kolay olmayacak, hassas olmamız gerekli.
                                              ****
Uçak kalkışa geçmişti, Elif bakana sunacakları dosyanın son kontrollerini yapıyordu.
-         - Sizce bakan olumlu karşılar mı? Karşılamazsa yardıma ihtiyacı olan bu insanları ne yapacağız.
-          -Hayatta her şeyin bir çaresi vardır. Baksana bir hafta da neler değişti.
-          -Doğru söylüyorsunuz, bizim ufaklık nasıl,
-         -Bir şeyler çizmeye başladı, sürekli yuvarlak çiziyor,  dün yanına uğradım, iki gün görmeye gelemeyeceğimi söylediğimde üzüldü, ama bir şey öğrendim çikolatayı çok seviyor.
Bakanlık binasına gelmişlerdi, sekreter onları bekleme salonuna aldı. Elif heyecanlıydı, ilk defa bir bakan ile görüşecek hem de sonucun nasıl olacağını merak ediyordu. Çok iyi bir sunum hazırlamıştı, bakan dosyayı inceleyince oda kendileri ile aynı kararda olacaktı.
Salih ise sakindi, fakat o Elif kadar umutlu değildi, dosya ne kadar iyi hazırlanmış olursa olsun, siyasi karar ters yönde olabilirdi. Önemli olan bunun siyasi getirisi ve çıkar çevrelerin baskıları her şeyi değiştirebilirdi.
İki saatlik görüşme sonucunda olayın tüm detaylarını anlattılar ve dosyalarını bıraktılar.
-          -Merak etmeyin bu konu hakkında gerekli olan her şey yapılacaktır, başbakana da bu konuda bilgi vereceğim.
-          -Teşekkür ederiz, bakanım
Karşılıklı iyi niyet ve temennilerini sunarak odadan çıktılar.
-          Hocam bu iş oldu gibi, bakın ne kadar ilgili davrandı
-          -Hemen ümitlenme, haftaya belli olacakmış bekleyelim. Ankara’ya gelmişken okulu ziyaret edelim mi?
-          -Çok iyi olur
Bölüm başkanına bu projeden bahsettiler,
-          Bu projede çalışmak isteyen gönüllü arkadaşlara ihtiyacımız olabilir,
-          Öğrencilere ve yeni mezun arkadaşları haberdar eder yönlendiririz.
Eski günleri konuşarak okulu gezmeye koyuldular. Elif hocasının tek okulu ziyaret etmek için gelmediğini anlamıştı, demek ki olumlu yanıt alamama ihtimaline hazırlıklar yapmaktaydı.
-          -Hocam aklınızdan neler geçiyor, buraya tek okulu dolaşmak için gelmediniz değil mi?
-          -Bir şeyler düşünüyorum, bakalım nasıl olacak
Ankara da ki işlerini iki gün içinde bitirip saat on iki uçağı ile geri döndüler.
Küçük kız ise siyah kalemle deftere bir yüz çizmeye çalışmıştı, kalın kaşlar, siyah gözler, sivri burunlu, korkulacak bir yüz çizmiş, sonra yüzün üzerine çarpı çizmişti.  Bir başka sayfada ise gelişi güzel karalanmıştı. İki gündür bunlarla oyalanıyordu.
Küçük kızın,  önündeki masada Elif,  bayanlara bakanla yaptıkları konuşmadan bahsediyor, 
-sağlanan bu yardımın devam ettirmek için elimizden geleni yaptık.
-          -Zaten biraz sonra hocamda gelecek oda size anlatır.
Küçük kız yavaşça yerinden kalkıp içeri girdi, bir süre sonra beyaz elbisesinin içinde bahçeye geri döndü. Tüm kadınlar ona bakıyorlardı. İlk defa başka bir kıyafet giymişti, sessizce tekrar yerine oturdu. Elif ise bunun mucize olduğunu düşünüyordu.
Salih ise bahçeye girer girmez küçük kızı beyaz elbisenin içinde görünce çok sevindi. Bayanlarla sohbetten sonra, küçük kıza hatırını, iki gündür neler yaptığını sordu. Küçük kız defteri önünden yavaşça ileriye doğru itti. Salih çizdiklerine bakıp ruh halini analiz etmeye başladı. İçeriye giren Elif,  kızın odasına gitti, elinden bırakmadığı gazetenin yanında olmadığını fark etmişti, etrafa bakındıktan sonra yastığın altında ki kat kat kıvrılmış gazete parçasını bulup okumaya başladı.

Okumak isteyen, 6. Sınıf öğrencisinin hazin sonu; Yine töre cinayeti
Yörenin önde gelen aşiretlerinden T.A nin yine aynı aşiretten G. A ile evlendirilmesi ile başlar, bakire olmadığı anlaşılan G.A baba evine geri getirilir. G.A amcasının işkencelerine dayanamaz ve oğlunun yaptığını açıklar. Aile meclisi tarafından ölüm fermanı imzalanan kız ilçedeki sığınma evine sığınır. Aşiret tarafından rahat bırakılmaz, yetkililer tarafından başka bir sığınma evine yollanır.

Elif gazete de okuduklarını Salih e anlatır.
-          -Kağıda çizdikleri ruh halini anlatıyor, çizmeye çalıştığı o yüz amcasının yüzü olmalı, bu yaşta yazık yavrucağa.
Aradan bir hafta geçmesine rağmen bakandan bir haber yoktur. Danışmanına ulaşarak durum hakkında bilgi sordular. Olumsuz haber Elifi çok üzer, Salih ise böyle bir sonucu beklediği için Elif kadar üzülmez.
-          -Üzülme başka bir çıkar yol buluruz.
-          -Nasıl olacak
-          -Neler yapabiliriz bir bakalım, medyanın dikkatini bu olay üzerine toplamazsak başarılı olamayız. -Şimdi güncel gazetesinden Hakan beye ulaşalım ve durumu anlatalım, numara burada sen alıp konuş.
-          -Tamam hocam,
-Elif, Hakan beyi arayıp durumu anlatır, kısa bir röportaj’dan sonra, proje haber yapılır ve  sosyal medyada da yer alır. Özellikle kadın derneklerinden, muhalefet partilerin kadın kolların ilgisini çeker bir anda. Fakat en önemlisi de yıllarca yapılan haksızlıklara ve eziyetlere sessiz kalan ya da durumlarını kabullenen kadınlar yaşadıklarını, korkmadan konuşmaya başlamışlardı. Bu durum Elifin çok hoşuna gitmişti. Salih ise küçük kızdaki ilerlemeleri gördükçe mutlu oluyordu. Kitap okuyor, azda olsa konuşuyor en önemlisi tebessüm etmeye başlamıştı.
-          -Hocam bu sizin başarınız, ben boşa kürek çektiğinizi düşünmüştüm.
-          -Bende bu kadar çabuk olacağını beklemiyordum. Büyük bir hayranlık ve sevgi ile hocasına bakıyordu.
Medyanın bu konuya ilgisi haftalarca devam etmesine rağmen,  bakanlık tarafında hala bir gelişme yoktu. Küçük kız ise, diğer kadınlarla konuşmaya başlamış fakat geçmişi ile kimseye hiçbir şey anlatmıyordu. Bu onlar için o kadar önemli değildi nasıl olsa kaderleri bir şekilde birbirlerine benziyordu.   Salih muayenehaneyi iyice boşlamıştı, yine bir öğleden sonra gelir gelmez küçük kızın yanına uğradı.
-          -Merhaba, nasılsın
-          -İyiyim
-          -Ne çiziyorsun, kafasını hafifçe uzatıp bakar,
-          -Gül
-          -Demek ki gülü seviyorsun, bende çok severim, hele kırmızı gülü,
bir müddet sessizlikten sonra, küçük kız hafif sesle
-          -Adım,
Salih tepki vermez normal bir olay gibi davranır
-          -İsmin çok güzel, artık adını bilseler de,  küçük kız demeye devam ettiler.
                                        *****
Medyanın yardımı ile konuya ilgi fazlasıyla oluşmuştu. Yarın ki eylem için,  kadınlarla ilgili tüm kurum ve kuruluşlar katılım için aramışlardı.
-          -Yarın bayağı kalabalık olacağız gibi,
-          -Evet, yarın onlar için büyük gün  
-          -Biraz önce muhalefet partilerin kadın kolları ve gençlik kollarının yanı sıra milletvekillerinden de katılımlar olacağına dair bilgi geldi
-          -Çok iyi,
-          -Sabahtan dövizlerin yazılmasından başka bir işimiz kalmadı o zaman.
-         - Evet, Ahmet Bey de aradı,  yarın sabah buraya geleceğini söyledi.
-          -Gidip dinlenelim

                                                                ******
İçecek bir şeyler alıp, gönül rahatlığı içinde koltuğa kuruldu. Camdan şehrin ışıklarını seyrederken,  bir yandan da derin düşünceler dalmıştı.  Rengarenk, göz alıcı ışıklar, fakat her ışığın ait olduğu evlerde farklı farklı hikayeler yaşanmaktaydı, kimileri acı dolu, kederli, kimileri neşe doluydu. Yıldızsız, kapalı bir geceydi ama bu göz alıcı şehrin ışıkları,  gök yüzüne yansıyarak karanlı gök yüzünü aydınlatıyordu. Bu karanlık yıldızsız geceler umut dolu nice sabahlara gebeydi beklide. Bir anda ödeme yaptığı adam aklına geldi aradan nerdeyse dört aya geçmişti, kendisinden hiç ses seda yoktu.
-          Parayı alıp kayıplara karıştı herhalde, böyle olması iyi oldu,
Kendisini çok iyi hissediyordu, hiçbir sıkıntısı da yoktu, Elif ve küçük kız onu  hayata yeniden bağlamıştı.. Sığınma evinde hummalı bir çalışma vardı.  Herkes bahçede toplanmış, kimileri dövizlerin yazılarını hazırlıyor, kimileri pankartları kontrol ediyor, kimileri şiddete hayır yazan şapkaları dağıtıyordu. Bizim küçük kız ise dövizin üstüne bir şeyler yazmaya çalışıyordu. Elif  yapacağı konuşmaya göz atarken, Salih de pencereden bu hummalı çalışmayı seyrediyordu. Üç dört ay önce üzerlerine ölü toprağı atılmış gibi sessiz, umutsuz kadınlardan eser yoktu. Bir şeyler için çabalıyor, neşe içinde, umut dolu gözlerle bir o tarafa bir bu tarafa koşuşturuyorlardı. Kapı aralığından Ahmet’in
-          -Herkes çok heyecanlı, sizleri tebrik ediyorum.
-          -Günaydın Ahmet Bey
-          -Gel arkadaşım, bende onları seyrediyordum
Ahmet de arkadaşının yanına geldi, pencereden yarınlardan umudu olan insanlara bakmaya başladılar.
-          -Bunların hepsi senin sayende oldu
Dövize yazmayı bitiren küçük kız yazıyı kontrol etmek için kendisine doğru çevirdiğinde, pencereden bakan Salih ile Ahmet küçük kızın döviz yazısını görünce duygulanmışlardı. Herkes bahçede toplandı önde Salih sağında Elif ve solunda Küçük kız ve yanında can dostu el ele tutuşup Taksim meydanına yürüdüler. Taksim meydanında diğer gruplarla bir araya gelip hep bir ağızdan sloganlarını atmaya başladılar.  Küçük kız ise en önde sıkıca tuttuğu elden cesaret alarak  ‘ bizlere umut oldun’ dövizini slogan atarak sallıyordu. 
Küçük kız elinde ki acı ile başını yana çevirdiğinde Salih yere yığılmıştı, Ahmet Salih in başına geldi, göğüs bölgesinde kan geliyordu,
-          Kim bunu sana yapar, Salih ne olduğunu anlamıştı. Güçlükle konuşmaya çalıştı
-          Tamam konuşma, kendini yorma hemen hastaneye gidiyoruz
-          Gerek yok beni dinle, iş yerinde ikinci çekmecede bir mektup var, onu al. Elif ve küçük kız sana emanet.
Her şey istediği gibi olmuş,  çınar gibi ayakta yaşamı son bulmuştu.


2022’nin sıcak temmuzunda Fatih teki umut evinin müdürün kapısı çalınır.
-          -- Girin
Diplomayı elinde sallayarak, beyaz yüzlü beyaz bir güvercin içeri girer,
-          -Elif abla, ben geldim…


                      *********