30 Ekim 2019 Çarşamba

Sürmeli 

Her yaşam bir hikayedir. Bazı yaşamların kaleme aktarılmasıyla kapılar açılır ve bize içeri girip hikayeyi okumak düşer. Öyle yaşamlar vardır, okurken hayretler içinde kalırız. ''Bunlar da yaşanıyormuş'' deriz. Oysa bilmediğimiz nice yaşamlar var bu hayatta. Sürmeli de gerçek yaşamdan kaleme aktarılan bir kadının hikayesinin sadece bir bölümüdür.
Kadın olmanın getirdiği sorumluluğu hem anne hemde eş olarak yaşayan nice Sürmelilerin anısına... 






Kadın bu toplumun temelidir. İster şehir de olsun, isterse köyde olsun, kadının omzuna binen yük her zaman fazla olmuştur. Sürmeli de anlatılan köy kadının hayalleri ve sıkıntıları nasıl göğüslediğini, anne hasreti ile babasının yanında var olma mücadelesini ve evlilik ile değişen hayatını anlatıyor.
Sürmeli’de konuşmalar yöresel şive ile yazılmıştır. Bu açıdan kültürel bir öneme de sahiptir.
Kadının var olma mücadelesidir Sürmeli. Gerçek yaşamdan kaleme alınan hikaye de yaşamın zorluğu ve kadının üzerindeki baba, koca ve toplum baskısı sonucunda sessiz kalmasını ve anne özlemi ile babanın kızına gösterdiği anlayışı da bulacağınız sıcak bir yaşamın acılarına da tanıklık etmiş olacaksınız.
Şimdi gerçek bir hikayenin özüne inmeye var mısınız?


29 Eylül 2019 Pazar

Siyasetin Karıştığı Sivil Toplum Kurumlar

Dini siyasete alet etmenin ne kadar tehlikeli olduğunu yaşanan olaylarla gördük ve görmeye de devam ediyoruz. Makamlara gelmek için ''Ne istedilerse aldılar''. Yargıda, siyasi partilerde, devletin tüm kurumlarında hatta emniyet ve askeriye de söz sahibi oldular. Temizlenmeye çalışılıyor, temizlemek imkansız değil yeter ki yönetenler kararlılık göstersin. Nasıl bir zamanlar başörtü prim yapıyordu şimdi de fetö prim yapıyor.
Tüm bunlar siyasete dini veya dine siyaseti alet etmenin sonuçları. Bunun kadar önemli olan başka bir durumda STK'ları siyasete alet etmek. Siyasi partilerin STK ziyaretleri çok sıklaştı. STK'lara siyaseti alet ettiğiniz takdirde benzer sonuçlarla karşılaşacağız. STK'lar seçim bölgesinde ki nüfuslarına göre siyasi partilerden taleplerde bulunuyorlar ve bu talepler doğrultusunda STK lar adaylarını belirliyor. Bu belirlemeleri liyakata uygun yaptıklarını düşünmeyin. Düşünürseniz zaten yazık olur. STK'larda da hangi üyeler başkana yakın ise o listede yer alır. Nerede liyakat nerede eğitim ve nerede strateji bunların hiç biri olmaz. Başkana yakınlığın boyutlarını zaten açıklamaya gerek yok. Burada da biat ortaya çıkar ''Tamam başkanım, olur başkanım....'' Bu yöntem ile özellikle şehirlerde çoğulcu demokrasi ile yönetimde söz sahibi olunacak denen söyleme katılmıyorum. Bu şu demektir nüfusun kadar yönetimde yer alırsın. Sivil Toplum Kuruluşları toplumdaki çeşitli sorunları bağımsız olarak ele alıp kamuoyunu bilgilendirme ve aydınlatma görevi yapan, öneriler sunan birliktir. Sivil toplum örgütleri oda sendika vakıf ve dernek adı altında faaliyet gösterir.
Vakıf dernekler topluma yararlı bir hizmet geliştirmek için kurulmuş yasal topluluklardır ve herkese yardım etmek için kurulmuşlardır.
STK'ları siyasi menfaat peşinde koşmak mecburiyetinde bırakırsak hele buda siyasete alet ederek olursa yakın zamanda STK ların kapışmalarına tanık olacağız. Bırakında STK lar yardım faaliyetlerini yapsın. Yönetimde hangi STK'nın memleketlisi varsa kendi memleketlisine öncelik vermesi bu olaylara mahal veriyor. Dil, din, ırk, hemşehricilik ötekileştirmeden başka bir şey değil. Tüm bunlar biat kültürünün zeminini oluşturuyor. Çoğulcu demokrasi diye bir kavram sadece gruplaşmaya götürüyor. Demokrasi de her bireyin eşit haklara sahip olması demektir. Şehirde hangi STK'nın A iline ait olan üyesi fazla ise o A ilinin insanları yönetimde söz sahibi olacak diyen bir mantaliteyi bu yüzyılda anlamak mümkün değil? Anlamıyorum...

17 Ağustos 2019 Cumartesi

ÇÖKÜŞ BAŞLADI MI?


18. yıl kutlama mesajında bir umutsuzluk vardı. Bir zamanlar siyasi erkin kurucularının yeni parti kurma çalışmaları bu umutsuzluğun oluşmasında ki en önemli etkenlerden biridir. Yeni parti, siyasi erkin tabanından kuvvetle muhtemel kopmalara neden olacaktır. Yeni parti demokrasi adına bir katkı sunmayacak elbette. 
Siyasi İslâm'ın, emperyalist düşüncenin ve anti özgürlükçü fikirlerin devamı olacağından yeni partiden medet beklemek gafletine düşmemek gerekir. Yerel seçimlerde küresel şehirlerin ve küresel sermaye açısından önemli bir yere sahip olan İstanbul'un belediye yönetiminin el değiştirmesi nasıl kırılma noktası olarak kabul edildiyse, yeni parti,  17 yıldır iktidarda olan siyasi erkin yönetimden uzaklaşması için yeni bir kırılma noktası olacaktır. Demokrasinin daha ileri taşınabilmesi için daha katılımcı, daha şeffaf, daha paylaşımcı, daha sosyal, daha özgürlükçü, sayıların çoğunluğu ile değil görev insanların olduğu siyasi oluşumların olması gerekir. O zaman mevcut olan partilerin gerçekte oy alabilmek için değil ideolojilerine uygun olarak yapılanma içine girmeleri gerekecektir. Siyasi erk tüm yetkileri elinde bulundurmak için tek güç olmak için oluşturduğu güçler birliği ile demokrasiden otokrasiye geçilmiştir.
İşte otokratik uygulamaya bir örnek;
Ziraat Bankası, Botaş, Tpao, PTT, Türksat
Eti Maden , Çaykur, Milli piyango, TCDD, TDİ , Türk Telekom
THY, Halk Bank ile Kayseri Şeker Fabrikası hisselerini,
İçeren VARLIK FONU' nun satış sınırı kaldırıldı.
T.B.M.M etkisizleştirilmesi sözde demokrasi ile yönetildiğimizin bir göstergesidir. Bireylerin hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınabilmesi için güçler ayrılığının yeniden oluşturulması gerekmektedir. Bu bağlamda siyasi erkin karşısında ki ana muhalefet partisine çok büyük sorumluluklar düşmektedir. Sayıların çokluğundan ziyade, makama göre değil görevin sorumluluğunu ve yükünü kaldırabilecek görev insanlarını ve kadın kotası değil eşit olanakların verildiği eşit hakların tanındığı kadın erkek eşitliğine dayalı daha özgür, daha şeffaf, delege mantığından uzak dava insanlarına odaklı olmak durumundadır.


29 Temmuz 2019 Pazartesi

SEMERİN ALTINDAKİ YAŞAMLAR

Hamalları konuşalım diye söze başladım başlamasına fakat beklediğim cevabı alamadım.
” Huzur beni mutlu etmiyor, huzursuzluk mutluluk veriyor” Aldığım cevap ile hamalların bir bağlantısını kurmaya çalıştım ve yüzüne alık alık baktım. Kimden mi bahsediyorum Kültür ve Turizm Bakanlığının desteklediği yönetmenliğini Aydın Bağardı’nın çektiği “Hamallar” belgeseli, Osmanlı Devleti’nden günümüze İstanbul hamallarının renkli hayatını anlatıyor. Belgeselde Sirkeci’den Unkapanı’na, Mısır Çarşısı’ndan Kapalı Çarşı, Karaköy ve Perşembe Pazarı’na kadar uzanan bölgede, geçmişten bugüne ”hamallığı” konu eden yönetmen Aydın Bağardı ile birlikte çalışan Terzi Nuri Kaymazdı huzursuzluktan mutlu olan. 
Haberde İstanbul ”Osmanlı dan günümüze hamallar belgeseli nasıl oluştu?” Yıllar önce hamallar üzerine çalışmaya başlamıştım ve yönetmen Aydın Bağardı ile tanıştığımda hamalların hikayelerini kendisine anlatmaya başladım. Aydın Bağardı da hikayeleri belgesel olarak çekmek istediğini söyleyince 2016 yılında fikir oluştu. Çekimlerine iki yıl sonra başladık. Yüz yıllardır yapılan hamallık mesleğinde özellikle İstanbul’un önemli bir yeri var. İstanbul’un mimarisi ve yaşamıyla adeta bütünleşmiş bir meslek. Bu mesleği yapabilmek için aynı aşiretten aynı köyden hatta aynı dili konuşmak gerekiyor. Yapmak isteyen herkes yapamazdı. Hatta babadan oğula geçermiş. Hamallar 200, hatta 300 kiloya kadar yük taşır bunu nasıl taşıyacağını bilir. Hamallar, semerleri ihale usulü satın alıp mesleğe girebiliyor, onlar kendilerini işçi olarak değil, zanaatkar olarak görürlerdi. Hamallar Türkiye de ilk örgütlü yapı olduğunu söyleyebiliriz. Sosyal yapısı kuvvetli olmasına rağmen hamallar ile araştırma az. Mesela berber, terzi gibi hamallıkta bir meslekken araştırmalarda göremiyoruz. Kaybolan meslekler üzerine tez yapılmamış. Osmanlıdan bu yana 120 meslek kaybolmuş. Neden bu kaybolan mesleklerin belgeseli yok?
Haberde İstanbul ”Haklısınız bizim kültürümüz bu meslekler ve gelecek nesiller hiç bir şey bilmeyecekler. Peki ” Belgesel film nerede çekildi ”
İzmit SEKA Platoların da kurulan Osmanlı mahallesi dekorlarının bulunduğu mekanlarda gerçekleşti. Sirkeci, Mercan ve Tahtakale de hamallık yapanlar, Kocaeli’ne götürülerek çekimlerde de gerçek hamallar kullanıldı.


Haberde İstanbul ”8. Malatya Uluslararası Film Festivali’ne katıldınız Ulusal Uzun Metraj Panorama dalında katılan 9 filmden biriydi Osmanlı’dan Günümüze Hamallar. Festival nasıl geçti?
Festivale yoğun ilgi vardı. Hatta jüri üyesi Nuri Bilge Ceylan ” kısa boylusun ama gel gözlerinden öpeyim’ diyerek gelip öpmesi benim için güzel bir anı oldu.
Haberde İstanbul ” Peki gelelim şu huzursuzlukta mutlu olma durumuna, galiba Hamallar belgeselin doğmasında ki ana neden bu cümlenin içinde”
Malatya Erguvan ilçesinden kalkıp İstanbul’a geleceksin, baban karpuz satacak. 7 yaşlarındayım bekâr odalarında kalıyorum. Terzi Yahudi Muşa ustam vardı. Bir gün bana ”Sana bir mendil dikelim, yakan kirlenmesin” dedi. Oysa yakam kirliymiş, beni incitmemek için dediğini ben çok sonra anladım. İşte yaz sıcağında bile mendil kullanmamın sebebi bu. Muşa ustamın ince düşüncesinin bir eseri. Çocuk deyip gururumu incitmeyen insanlardı onlar. Küçük pazarda hamallarla kaldım kahvelerine gittim. Buralarda 78 kuşağı ile tanışacaksın. 78 kuşağı okuldu, sevdaydı. O kuşak bana bir şeyler yapmalısın düşüncesini verdi. O dönem Gorkileri, Yaşar Kemalleri, Orhan Kemalleri, Bekir Yılmazları okuyorsun başka dünyaları görüyorsun. Gördüğün başka dünyalar beni rahatsız, huzursuz etmeye başladı ve hâlâ rahatsız eder. Bu huzursuzluk bana bir şeyler yaptırtıyor her dönem. Bende yan yana yaşadığım hamalları, kaybolan terzileri yazdım. Dediğim gibi 78 kuşağı okuldu sevdaydı. Bu sevda gün geldi içeri düşürdü. O dönemin devrimcileri, yazarları ile tanışacaksınız.
Haberde İstanbul ” Sanki sözlerinizde bir şeyler kırgınlık, küskünlük var gibi yada pişmanlık”
Hayır, hiç pişmanlık duymadım. Sadece 78 kuşağı önümü kesti.
Haberde İstanbul ”Nasıl önünüzü kesti”
Mesela onlar yüzünden kumar oynayamadım, içki içemedim, çapkınlık yapamadım bu konular da çok önümü kesti. Dediğim gibi 78 kuşağı okuldu, bilmediğimiz yaşamları öğrenince bunları yapmak, bu rahatlık haksız yaşamlar gibiydi. O dönemlerde Kemalistler beni Kürtçülükle, Kürtlerde Kemalistlikle suçladı. Ben neyim diye çok sordum kendi kendime.
Haberde İstanbul ” Peki bende sorayım Terzi Nuri Kaymaz siz nesiniz”
Bu topraklar neyse bende oyum. Bu toprakları tanımadan ne yazar olursunuz ne belgeselci. Bu toprakları tanıdığı için Yaşar Kemal, Orhan Kemal olursun. Bu topraklar öyle bir toprak ki Yaşar Kemal sineği dev yapar sizde dev gibi okursunuz. Bu topraklarda ortak yapı Ermeniler, Çingeneler, Rumlar, Yahudiler, Süryaniler vardı. 1950′ ye kadar insan vardı. Zengin kültür bir aradaydı. Kadınlarımız rengarenk giyinirdi her giyilen rengin anlamı vardı, dövmeler vardı. Bu topraklar değişti.
Haberde İstanbul ” Bu toraklar değişti diyorsunuz. Bu toplum nasıl değişti? Bu değişime etki eden teknolojiyi göz ardı edemeyiz, öyle değil mi?
Bu toprakları yok etmek için kültürünü yok edeceksin, dili ile oynayacaksın. Urfa, Mardin, Diyarbakır dil, din eğitim merkeziydi. Tarih korunmuyor, bilinç yıkılıyor. Bakın İstanbul’da 100 çeşme 60 han kayıp. Nereye gitti bu eserler. Şu anda bile bir çok tarihi eser yıkılmaya bırakılmış durumda. İngiltere de 500 yıllık kiliseler korunuyor. BBC Dünyada kaybolmuş dilleri araştırıyor. Bunlarla ilgili belgeseller yapıyor ve bunları yine bizlere pazarlama derdi içinde. Mesela Abdülhamit’e ait aile fotoğrafları ABD New York da. Bizi yok etmek için folklorumuzu yok ediyorlar. Yemeklerimizi, adetlerimizi, örflerimizi, giysilerimizi yok ettiler. Oysa gelecek geçmiş de saklı. Cumhuriyetin ilk yıllarında folklorumuza sahip çıkıldı. 45- 50’li yıllardan sonra yavaş yavaş yıkılmaya başlandı. Nurettin Sarısözen Anadolu’yu karış karış gezerek bir çok halk türkülerini derledi. O zaman o türküler derlenmeseydi şimdi bu türkülerden haberimiz bile olmayacaktı.
Haberde İstanbul ” Peki biz bir şeyler yapalım. Unutulmaya yüz tutmuş folklorumuzu gelecek nesillere aktaralım. Ne yapmamız gerekir?
Bir kere Azrail den önce davranmalıyız. Bu kültürü yaşan yaşatan insanlar yaşlandı. Yaşayan insanlarımıza ulaştığımızda belki de bulamayacağız. Şu anda bize ait olmayan bir kültürü kullanıyoruz. Kültürün devamını sağlayan dildir ve dil yazılı olmalıdır. Mesela Rıfat Ilgaz romanında apartman kullanmasaydı, Yaşar Kemal dümbük demeseydi bu kelimeleri bilmeyecektik. Para için insan feda ediliyor. Her şey çok kolay harcanıyor sevgiler, aşklar, dostluklar.
Haberde İstanbul ” Evet, haklısınız her şey çok kolay harcanıyor. Bu dönemde aşk nedir sizin için?”
Yaşı olmayan, kavuşamadığım her şey aşktır benim için. Bu bir kitap, çekmek istediğim bir film, bir kadın. Toplum konuşmuyor, konuşamıyor. 2 saattir konuşuyoruz fakat telefon yok. Bizler cihaza bağlanmış komada yaşayan hasta insanlarız. Bu küçük telefonlar bizi esir almış. Teknolojinin getirdiği esaret aşkları da, sevgileri de, dostlukları da bitiriyor.
Haberde İstanbul ” Terzilik ve belgesellik zıt meslekler aslında. İleri ki zamanlarda ne yapmayı düşünüyorsunuz?”
Mesleğim terzilik fakat belgesel hazırlamak bana daha yatkın. Araştırmayı seviyorum. Sinema kurgu filmi çekmek istiyorum. Tabi yaşlanıyorum, yakışıklılığımı kaybediyorum. Kadınlar beni beğenmeyecek. 
Haberde İstanbul ” Kendinizi beğeniyor musunuz?” Herkes beğenilmek ister. Maalesef çok sevgililerim oldu. Bu yaşta hala var. Hatta bazen tipimi görünce ” Aaa bu sen miydin? diyen ve beğenmeyip gidenler bile çok oluyor.
Haberde İstanbul ” Peki bir gün sevgililerinizi yazalım”
Hiç düşünmemiştim, neden olmasın.
300 Kg’lık yükün altında geçen yaşamlardan başladığımız söyleşimiz yaşanılmış hayatın bir kesiti ile noktalandı.
Bu sıcak, samimi söyleşi için sayın Terzi Nuri Kaymaz’a teşekkür ederiz.

2019 SEÇİMLERİ VE NEDEN İSTANBUL? -2


Ulus devletlerin parçalanması insan popülasyonun yer değiştirmesine yani insan göçüne neden olması toplumların demegrofik yapının değişmesine zemin hazırladığından dünya da göç sorununu doğurmuştur.
Geline noktada tüm sorunlar küresel sermayenin yani kapitalizmi tıkanma noktasına getirmiştir. Fakat kapitalizmin yerine yeni bir sistem geliştiremediğin den yayılımcı küresel sermayenin yaşatılabilmesi için yeni pazarlara ihtiyaç doğdu. 2007 yılından itibaren küresel sermayenin yeni yükselen değeri kentler oldu. Ulus devletlerin yıkılmasıyla coğrafi sınırların değişmesi ile kentler üretimin, ticaretin, finansın üssü haline geldi. Buda kentlerin kültürel yapısının, mekanlarının değişmesine neden olduğu gibi yerel yönetimlerin de değişmesinde en önemli sebeptir. Şehirler de mantar gibi biten sitelerin, kendilerine has donanımları, güvenliği olan topraktan uzak, dev gökdelenlerin olduğu lüks sitelerin inşa edilmesiyle birbirine benzeyen yapıların oluşması ile insanlar siteler ve sitelerin dışında ki apartmanlarda yaşayanlar olarak gelir dağılımı mekanlarla ayrıştırıldı. Hatta siteleri yapan inşaat firmaların marka büyüklüğüne göre gelir dağılımı sitelere göre de ayrıştırılmış oldu. Buda kentsel rantları, site rantlarını oluşturdu. Yerel yönetimler yasası ile yerel yönetimlere tanına özerklik yerel yönetimleri merkezi yönetimden uzaklaştırdı. Bu küresel sermaye için daha kolay yönetmek ve yeni küresel sermaye yönetimin doğması demekti. Kurucusu ABD’li yazar ve siyaset bilimci Benjamin R. Barber olan Küresel Belediye Başkanları Parlamentosu, Dr. Barber’ın 2013 yılında yayımlanan “Eğer Belediye Başkanları Dünyayı Yönetseydi?” adlı kitabında ortaya koyduğu yeni bir küresel yönetim platformu fikri ile ortaya çıktı. Bu fikir doğrultusunda 9-11 Eylül 2016 tarihlerinde dünyanın çeşitli şehirlerini temsilen 75’in üzerinde belediye başkanı, küresel dünyanın sorunlarını tartışacakları yeni bir platform kurmak üzere Hollanda’nın Lahey kentinde bir araya geldi. Yazının bundan sonrası küresel sermayenin merkezlerinden biri olan İstanbul için gelişmeleri içeriyor.
24 Nisan 2017 de İstanbul Tarabya Oteli’nde düzenlenen UNACLA Toplantısına, BM Yerel Yönetimler Danışma Kurulu (UNACLA) Başkanı ve İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Kadir Topbaş, başkanlık etti.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Yerel ve Bölgesel Yönetimler Küresel Görev Gücü’nün (UNACLA) önemli toplantısına ikinci defa ev sahipliği yapıyor. Toplantının açılışında konuşan UNACLA ve İBB Başkanı Kadir Topbaş, katılımcıları ilkbaharda lale zamanı İstanbul’da görmekten büyük mutluluk duyduğunu belirterek, uluslararası alanda güvenilirlik ve temsil kazanmak için büyük potansiyele sahip UNACLA’nın başkanlık görevini sürdürmekten onur duyduğunu söylüyor ve Topbaşın konuşması şu şekilde devam ediyor; “Yerel ve bölgesel yönetimlerin kalkınmadaki önemli rolünü gösterme vakti geldi. Yerel ve bölgesel yönetimler olarak bizler, kalkınmayı herkes için mümkün kılan temel aktörleriz” ifadelerini kullanan Başkan Topbaş, sözlerini şöyle sürdürdü;“Bunu göstermek için pek fazla ilgi odağı olmayan, fakat çok önemli bir döneme geldik. Bu bağlamda 2016 önemli bir yıldı. Daha önce hiç olmadığı kadar belediye başkanı ve vali bir araya geldi ve temsil ortaya koydu. Yerel ve bölgesel yönetimler dünya asamblesi temsil gücümüzü arttırmayı başardı. Yerelde vatandaşların yapıcı bir şekilde küresel sorumluluklar almasına imkân tanıdı. Çözüm ve fikirler üretme, ilham kaynağı olmaları fırsatını sundu. Şimdi kollarımızı sıvayıp yeni işlere girişme zamanı… Ortak küresel eyleme yönelik taahhütlerimizi yerine getireceğimize inanıyorum. Ancak daha karmaşık ve belirsiz bir uluslararası ortamda işimiz hiç de kolay olmayacak. Şehirlerimizin katma değerini herkes için mümkün kılmak şimdi her zamankinden daha önemlidir.
Dünyanın küresel kalkınmada tarihin en kapsamlı gündemiyle karşı karşıya olduğunu, BM’nin 2030 gündeminin tarihte ilk kez kuzeyde ve güneyde, doğuda ve batıda dünyanın tüm ülkelerine uygulanabilir 17 taahhüt belirlediğini hatırlatan Topbaş, “Bu ortak amaçları düzenlemek inanılmaz bir zaman ve söz birliği oluşturma gayreti gerektirdi. Yerel yönetimlerin benzeri görülmemiş bir görünürlüğü ve varlığı söz konusuydu. “Kentsel Sürdürülebilir Kalkınma Hedefini” gerçekleştirmek bizim ortak savunuculuk çabalarımızın bir sonucudur. Kalkınmanın yerel olması gerektiğinin, yerel yönetimlerin tüm vatandaşlarıyla ve yerel gündemler arasındaki ilişkiyi kurabilecek kurumlar olması gerektiğinin tanınması sağlanmıştır. Diğer yandan yerel yönetimlerin gerçek ve somut çözümler sunması gerektiği de vurgulanmıştır” diye konuşuyor. Bu konuşmanın içinde geçen küresel eylem, küresel sürdürebilirlik, küresel taahhütler, küresel kalkınma sözleri aslında emperyalist küresel sermayenin süslenmiş halidir. (Devam edecek)

12 Temmuz 2019 Cuma

2019 SEÇİMLERİ VE NEDEN İSTANBUL? - 1


Bu yerel seçimlerde ne oldu İstanbul bu kadar önem kazandı. Dünya basını bir yerel seçim sonuçlarıyla bu kadar çok ilgilendi. Neden Cumhurbaşkanı C.H.P’nin genel başkanı ile değil de İstanbul’un bir ilçesinin belediye başkanına bu kadar yüklendi. Bu sorulara cevap verebilmek için küreselleşmenin sürecine bakmak gerekir.
Küreselleşmeyi tek dünya, tek millet, tek para, tek kültür olarak tarif edersem çok da yanlış olmaz. Kültürlerin, ekonominin, siyasal yönetimlerin birbirine benzediği değil kopyası olan dönemi yaşıyoruz. Dünyanın bir ucunda olan olaydan anında haberimiz oluyor. Hatta özel bir eğitim kurumunun daha fazla öğrenci çekebilmek için ” Dünya insanı yetiştiriyoruz, Dünya dilini öğretiyoruz” verdiği reklam gelinen duruma güzel bir örnektir. Her geçen gün küreselleşmenin getirisi, insanı da küresel düşünmeye itiyor. Aslında itiyor demek hafifi kalır küreselleşmenin dibine itti. Bu durumu kabul etmeyen toplumlar kendi öz benliklerini ve değerlerini korumak için mücadele etmektedirler. Bu mücadeleyi eden toplumlar, ulusal bağımsızlığı savunan, üniter devlet yapısına sahip ulusal devletlerdir. Ulus devletleri gelişmeye açık olmakla birlikte kültürel yapının korunmasından yana olduğu için küresel sermayenin önünde ki en büyük engeldir. Küreselleşme ile sermayenin değişmesiyle doğan çok uluslu şirketler devletlerden daha fazla güçlendiler. Çok uluslu sermaye yeni pazarlar yaratmaları ve bu pazarlara hükmetmeleri yani sömürgeleştirerek daha fazla sermaye elde etmeleri gerekir. Çok uluslu şirketlerin küreselleşme olarak tanımlanan acımasız yayılımcı politikalarına ”Sermaye emperyalizmi” diye tanımlamak daha doğru olacaktır. Çok uluslu şirketlerin yeni pazarları ele geçirmesinde ki en önemli engel üniter devletlerdir. Üniter yapı gereği devletler egemenliğini, kültürünü korumak durumunda olduğundan sermaye emperyalizmin önünde ki en önemli engeldir. Bu engeli ortadan kaldırmanın tek yolu ulusal devletleri parçalamaktır. Küresel sermaye şirketleri giremediği ülkelere askerlerle girmiştir Yugoslavya, Irak, Suriye, Balkanlar, Sovyetler Birliği. Türkiye deki siyasi değişimden de küreselleşmeden nasibini aldı ve parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçti. Küresel sermaye Batı da devlet çıkarlarıyla sermayenin çıkarları uyum içindedir. Örneğin; Bush yönetimi ABD’nin büyük şirketlerinin desteği ile iktidara getirildi. Bush yönetiminin dünya üzerindeki işgalleri, ABD şirketlerinin dış pazar paylarını genişletti ve enerji üzerindeki denetimlerini arttırdı. O dönemde İngiltere’de İşçi Partisi hükümeti (Tony Blair hükümeti), Batı kapitalizminin yeni küresel işgalleri için Bush yönetimi ile işbirliği yaptı. Hem de, İngiliz halkının çoğunluğunun, “Irak’ın işgaline karşı” olmasına rağmen. Ancak burada “klasik demokrasi” işlemedi. Şirketlerin ve siyasetin oligarşisi egemen oldu;
Tek Dünya düzenin izlerini 1980 den itibaren hissetmeye başlıyoruz. 1990’lı yıllar tek dünya düzenin olgunlaştığı dönem olmuştur. Bu döneme yeni Kapitalizm yada yeni Emperyalizm diyebiliriz. Küreselleşmenin etkilerini;
Ekonomik,
Siyasi,
Kültürel,
Coğrafi
Teknolojik
olarak beş başlık altında toplamam mümkündür. Yukarıda küreselleşmenin kısa siyasi değişimine değindikten sonra biraz da diğer değişimlere değinelim.
Küresel sermayenin neden olduğu sorunlar; Küresel sermayenin tüketim talebini arttırması kaynakların hızlı kullanılmasına ve teknolojik gelişmeler iklim değişikliğine, mevsimlerin değişimine ve çevre kirliliğine kısacası dünyanın ekolojik dengesinin bozmuştur( Devam edecek).

16 Nisan 2019 Salı

Hem Poşetleri Paralı Yap Hem İngiltere den 80 Bin Ton Plastik Çöp İthal Et !


”Herkes konuşurken susmak gerekir ki sonradan söylenen sözler akılda kalsın” Bizde sustuk ne poşet hakkında yazdık nede konuştuk. Şimdi gelelim şu poşetin aslına astarına.
Plastik dünya için tehlike olmaya devam ediyor ve gün geçtikçe de tehlikenin boyutu katlanarak artıyor. 10 sene önce yılda 300 milyar adet plastik şişe kullanılırken  2016 yılında ise 480 milyar adete yükselmiş durumda. Son araştırmalar 2021 yılında toplam 581 milyar adet plastik şişe tüketileceğini göstermekte. Plastik şişelerin büyük kısmı  ‘polyethylene terephthalate’ (Pet) malzemesinden üretilmektedir. Pet aslında geri dönüşümü kolay bir madde olmasına rağmen geri dönüşüm çabalarının yetersiz kalmasında dolayı plastik şişelerin çoğu doğaya atılıyor ve  Ellen MacArthur Vakfı’nın bir raporuna göre her sene 5-13 milyon ton arası plastik madde denizlere dökülüyor ve denizlerde yaşayan hayvanlar, balıklar ve çeşitli organizmalar tarafından yeniliyor. Birleşmiş Milletler Çevre Programı (BMÇP) Dünya Çevre Günü’nde, plastik üretimi ve kullanımına ilişkin rapora göre dünya plastik kullanımının yüzde 50’si plastik ambalajdan oluşuyor. Bunların da çoğunluğu tek kullanımlık üretiliyor ve üretildiği yıl ‘çöp’ olarak dünya ekosistemine dahil oluyor. Çin plastik poşet üretiminde birinci sıradayken, kişi başına üretimde ABD, Japonya ve Avrupa Birliği ülkeleri ilk üç sırada yer alıyor. Üreten ülkelere karşı önleme alan ülkeler de var elbette,
Poşet tüketimini azaltmak için marketler başta olmak üzere poşetler 1 Ocak tan itibaren ücretli oldu. Çevre açısından çok önemli bir karar görünüyor. Evet görünüyor diyorum çünkü yazının devamını okuyunca sizlerde hak vereceksiniz. Hazır alınan gıdaların neredeyse hepsi poşet ambalajlarında ve tüm içeceklerin çoğu pet şişelerde o zaman tek kullanımlık pet şişeler veya ambalajlı gıdalar neden yasaklanmıyor. Sadece Coca Cola’nın her yıl tek başına 110 milyar tek kullanımlık plastik şişe ürettiğini ve bu sayıyı düşürmek yerine, daha fazla plastik üretimine yatırım yapıyor. Yaz kış tükettiğimiz pet şişelerde ki sular ne olacak?
Bazı ülkeler pet şişe, plastik poşet konusunda yasaklamalar getirse de, plastik üretimi dünyada artmaya devam ediyor. PAGEV’in paylaştığı rapora göre, dünyadaki toplam plastik üretiminin yaklaşık yüzde 25’ini karşılayan Çin, 81 milyon ton plastik üretiyor. Türkiye ise yaklaşık 9 milyon ton plastik üretimi ile Avrupa’da Almanya’dan sonra ikinci, dünyada ise altıncı sırada yer alıyor.
Türkiye ise 2017-18 döneminde İngiltere’den 80 bin ton plastik çöp ithal etti.
Hem poşet kullanımını azaltmak için poşetleri paralı hale getireceksiniz hem de İngiltere den 80.000 ton plastik çöp ithal edeceksiniz.
Sizce de burada bir çelişki yok mu?



9 Nisan 2019 Salı

Siyaset ve Tanımlanması

Siyaset;  Siyaset sözlük anlamı ‘’Devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatıyla ilgili özel görüş veya anlayış’’ olarak tanımlanırKöken olarak Arapça’dan gelmektedir ve anlamı  Arapça’da siyāsa,  seyislik, at bakıcılığıdır.  Tabi bu tanımlamalar literatürde geçen gerçek tanımları bir de sözlükte verilen mecazi anlamı da var tabi.  Mecaz anlamı; Bir hedefe varmak için karşısındakilerin duygularını okşama, zayıf noktalarından veya aralarındaki uyuşmazlıklardan yararlanma vb. yollarla işini yürütme’
Politika sözlük anlamı Eski Yunanca politikē: Devlet yönetme sanatı, vatandaşlara dair olan  Eski Yunanca pólis: Devlet.
Siyasetin incelenmesi Eflatun ve Aristo ile başladığı kabul edilir ve MÖ 400- 300 yıllara dayanır ve kamu yararına yönelik faaliyetler şeklinde tanımlamışlardır. Kamu çıkarlarını özel çıkarlardan üstün tutmuşlardır. Aristo insanı siyasi düşünen bir hayvan olarak tanımlamıştır. Buraya kadar yapılan tanımlamalarda bir terslik görülmemekte lakin zaman içinde siyasetin anlamı boyut değiştirerek farklı anlamlarla anılır oldu. Kargaşa yaratma, aldatma- aldanma ile yalan ve şiddetle anılır hale geldi. Bunda da en önemli neden siyasetçilerin devletten yani kamudan daha ziyade partisi için veya kendi menfaat ve çıkarlarını gözetmesinden kaynaklandığı gibi olayların üzerini kamu çıkarları ve ideoloji ile örtmesinden kaynaklanmaktadır. Özellikle iletişim araçlarında, sosyal medyada ortaya çıkmasıyla toplumda güvenirsizliği gün geçtikçe artmaktadır. Siyaset kendi çıkarına hizmet eden, iki yüzlülük olarak algılanmaktadır. Makama oynamak olarak ta bakılmaktadır.
H. Laswell: Kimin nerede, ne zaman ve ne elde edeceğinin otorite tarafından belirlenmesidir.
Lord Butler: Siyaset, mümkün olanın sanatıdır.
Benjamin İsraeli: Siyaset, insanları aldatma yoluyla yönetme sanatıdır.
Adolf Hitler: Siyaset, Bir milletin dünyadaki varlık mücadelesini yönetme sanatıdır.
Yukarıda ki tanımlamalar da siyasetin bu günkü durumunu açıklamaktadır. Bu sebepten günümüzde yaşanan olayların doğrultusunda siyasete yeniden tanımlama getirmek durumundayız.
Siyaset; İnsanların bir arada yaşayabilmeleri için sosyal statü, etnik ve dini yapılarına bakılmaksızın iş birliği içinde eşit hak ve hukuka dayalı olarak toplumun etik değerleri göz önünde tutularak bir arada tutabilme sanatıdır tanımını yaparsam günümüzün normlarına uygun bir tanımlama olacaktır.
Bunun içinde siyasetin çatışma kültüründen uzak uzlaşmacı olması gerekir. Tarafsız, bağımsız hukuk anlayışının geliştirilmesine ihtiyaç vardır.
Hiçbir kurum ve kuruluş hukuk dan üstün olamaz. Bu siyasetçi olsa da. Hizmet için gelen kişinin dokunulmazlığı diye bir şey mümkün olamaz.

6 Nisan 2019 Cumartesi

Bahçeli Ne Söylemeye Çalışıyor?

Seçimler bitti fakat sonuçlara itiraz eden ve seçim sonuçlarını kabul etmeyen hükumetin itirazları karşısında YSK da nöbet tutan CHP beklemede. Bu yazıyı hazırlarken bazı ilçeler de YSK sayımı durdurdu. Seçim öncesi beka sorununa dönen yerel seçimler, seçim sonrasında da muallaklığını koruyor. Tüm bu ortamda sonuçları kabul eden fakat bu güne kadar belediye başkan adaylarının yerine miting yapan, her olaya müdahale eden cumhurbaşkanın dan bu muallaklığı sonlandırmak için hiç bir girişimi görmüyoruz. İstanbul’da ilçeler de ağırlıklı AKP kazandı.
Tüm bu durum içinde Sayın Bahçeli çıkıp “Zillet İttifakı ise sadece üç ilçede sonuç aldı. 22 ilçe belediyesinin kazanılmasına rağmen büyükşehir belediye başkanlığına maalesef CHP’li bir isim seçildi. Benzeri bir durum İstanbul’da da yaşandı. Bu nasıl bir iştir? Karşımızda bir sistem adaletsizliği, bir sistem dengesizliği söz konusu değil midir? İlçelerde başarı kazanıp büyükşehirde kaybetmek gerçekten normal ve kabul edilir şey olmayacaktır. Bu sistem sorununun ele alınıp çözüme kavuşturulması önümüzdeki gündem konularından birisi olmalıdır. İlçelerde sandığa yansıyan iradeyle büyükşehir belediyesi seçiminde sandıktan çıkan neticenin çelişmesi demokrasi açığı, bir sistem arızasıdır. Bu kadar yorulmaya gerek yoktur. Pek çok oy pusulasıyla kafaların karışmasına da gerek yoktur. Büyükşehir belediye başkanlığı seçimi olsun olmasına, ama ilçelerdeki irade büyükşehire istikamet çizmiyorsa, etki etmiyorsa buna ne diyeceğiz, nasıl yorumlayacağız? Öyle bir sistem inşa edilsin ki, sadece büyükşehir belediye başkanını seçelim, o da üstlendiği görev ve yetkiye dayanarak ilçe belediye başkanlarını belirlesin. Hiç olmazsa büyükşehir ölçeğinde hem bir tutarlılık hem bir ahenk hem de bir denge sağlanmış olur. Tıpkı Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde olduğu gibi. Bu kapsamda da merkezi yönetim ile
yerel yönetimler arasında tam bir uyum sağlanarak Türkiye daha da güçlenmiş hale gelecektir.”
Bahçeli’nin bu açıklamasından yola çıkarsak bu eyalet sisteminin açıklamasından başka bir şey değildir.
BOP Projesinin maddelerinden biride eyalet sistemi değil miydi?
Şimdi gelelim anayasa değişikliği referandumunda anayasanın 123. maddesinin sonunda yer alan ”bölgesel düzenleme, kamu tüzel kişiliği (eyalet, özerk bölge, otonom bölge) ‘ancak kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanarak kurulur’’ cümlesi değiştirildi yerine ” İdare, kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir.
İdarenin kuruluş ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanır. (Değişik: 16/4/2017-6771/16 md.)
Kamu tüzel kişiliği, kanunla veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle kurulur.” cümlesi eklendi.
Bahçeli’nin anlatmaya çalıştığı eyalet istemini Cumhurbaşkanı kararnameyle kurma yetkisine sahip. 
Acaba Bahçeli eyalet sisteminin sinyallerini mi verdi?
Yaratılan bu muallak ortamda herkes seçim sonuçlarının yeniden sayımına odaklanmışken kimse Bahçeli’nin ne dediğinin farkına bile varmadı.
Bahçeli ne dediğini çok iyi biliyor.
Türkan Kebeci