31 Ekim 2011 Pazartesi

Hayat


Hayatın sunumları vardır insana, istemediğiniz ya da elde etmeyi düşünmediğiniz şeyler bir bakarsınız altın tepsi de önünüze gelmiştir. Gelenleri görünce siz bile şaşarsınız, nasıl olduğuna. Ben ne yaptım da bunlar benim ayağıma geldi, düşünseniz de bulamazsınız. O zaman yapılacak tek bir şey var, sunulanın tadını çıkarmak.

Bazen de, hayattan bir şeyler istersiniz, olması için çabalarsınız, emek veririsiniz bu sefer altın tepside sunulmasını bırakın beklemeyi, arpa boyu yol alamadığınızı görürsünüz ve yine sorarsınız kendinize neden, ne yaptım da olmuyor, çalıştım, emek verdim, peki neden soruları, patlamaya hazır volkan gibi, beyninizde çarpışacak.
Olmayacaksa olmaz, o zaman yapılacak tek bir şey var, her şeyi oluruna bırakmak.  Ne kadar isteseniz de olmuyor işte, ya rotanızı değiştireceksiniz ya da isteklerinizden vazgeçeceksiniz.

Birileri boşa kürek çektiğinizi, hayallerinizden vazgeçmeniz gerektiğini söyleyip duracaklar. Vazgeçmeyin hayallerinizden, bu gün olmazsa yarın olur elbet.
Yarın da olmadıysa, aldırmayın siz, o artık sizin bir parçanız olmuştur. Hayat çizginizin son noktasına kadar sizinle birlikte,  olacak umuduyla yaşarsınız.

Bu gün sesini duymayı beklemediğim arkadaşım gibi, hayat ummadık sürprizlerle dolu. Yeter ki yaşamdan kopmayın, kendiniz için bencilce yaşamayın, birilerin hayatını değiştirin, birilerine yön çizin, ya da birilerin elinden tutup kaldırın ki sizin için iyi ki varsın desinler.
Bütün olumsuzluklara rağmen, vazgeçmeyeceğim, gün gelecek hayallerim benim peşimden koşacak, bana yetişmek için uğraşacak,  yakalayabilirse ne mutlu ona. Yakalayamasa da, arkamdan geldiğini biliyorum, bu bile yeter bana.
Hayat insana sunulan en büyük hazine, yaşamış olmanız önemli değil, nasıl yaşadığınız, kimlerle yaşadığınız önemli olan. Hayalleriniz erişilmez olmalı, sizin kutup yıldızınızdır. Bazen el uzatıp tutabilecek kadar yakındır, bazen de çok uzaklarda bir noktadır.
 Yeter ki hayallerinizin peşinden koşacak cesaretiniz olsun…
turkankebeci@gmail.com

28 Ekim 2011 Cuma

Yaşamak

Yaşamak, her şeye rağmen hayata tutunmak.  Bazen hayattan beklentilerinizdir sizi bağlayan, bazen ise sevdiklerinizle geçirdiğiniz bir andır. Aslında nefes alabilmektir,  hayata tutunmak.

Nefes anlık bir olay gibi görünse de, hayatla tek bağımızdır. Almadığınız an hayatla tüm bağlar kopmuştur.  Nefes aldıkça, hayatla ilk bağı kurmaya başlarız, bizler bunu düşünmeyiz, her zaman farklı beklentiler içine girerek, hayatımızı manasız bir hale getirmek için var gücümüzle uğraşırız. Başkasında gördüğümüz,  bizde olmayan herhangi bir şey bile bizi huzursuz etmeye yeter de artar  bile. Ya da mevki beklentileri, ya da aldı desinler diye fuzuli harcanan paralar, bu örnekleri, istediğiniz kadar arttırabilirsiniz. Kişilerin beklentilerine göre, hayatın anlamsız olma nedenleri değişir.

Bu olumsuzluklar içinde yaşarken, elinizde olmayan bir felaketle karşılaştığınızda, ne yapacağınızı bilmezsiniz. Bocalamaya başlarsınız, sadece nefes alabilmeyi istersiniz, gözünüz hiç bir şeyi görmez, nefes almak, sadece derin bir nefes..
Hırslarınızı, isteklerinizi unutmuşsunuzdur bile,  para bile aklınıza gelmez, o anda biri çıksa dünyaları sana vereceğim dese, istemezsiniz.Tek istediğiniz nefes alabilmek ve bir daha sevdiklerinizi görebilmektir.  

Bir elin size uzanmasını beklersiniz, birilerin sesinizi duymasını. Bu el sizin nefesinizdir. El uzatmak düşene, el uzatmak ağlayana, el uzatmak, acıyı paylaşmak için, dertlere ortak olmak için. Halkımızın bu yardım severliğini, duyarlılığı hiçbir halkta yoktur.
Evet, tüm bu sözler,  Van depreminde yaşadığımız acılarımızı dile geliş şekli. Bazen öyle sözlerle karşılaşıyoruz ki, yaşadığımız acılar duyduğumuz sözlerin yanında hiç kalıyor. Bu sözlerden bazıları; Tüm yapılanlar karşısında yine yardım ettik, sen düştüğün zaman bende sana yardım ederim gibi, gibi.
Gönül yaralayıcı sözler, bilmeden ayrımı teşvik eden sözler bunlar. Bir düşünelim yardım ettiğimiz kim, biziz yani kendimize, kardeşimize yardım ettik.
Sen düşersen ne demek, sende kendine, kardeşine yardım ediyorsun demektir. Seni beni yok bu işin, bizi var. Bu topraklarda biz olduk, biz olacağız el ele hep birlikte, güzel günler göreceğiz.
Etnik ayrılık yarasını, çıkarları için kaşıyanlara inat, her kaşıdıkların da, daha fazla kenetlenip yaramızı yine birlikte saracağız. Bu coğrafyada doğusunu bilmem, batısını bilmem sadece doğudan batıya uzanan tek bir Anadolu’yu bilirim. 
Dalları her tarafa uzanan koca çınardır.  Gölgesi hepimize yeter.

Türkan Kebeci
turkankebeci@gmail.com

24 Ekim 2011 Pazartesi

17 AĞUSTOS


Bir haftadır,  acı olayları üst üste yaşıyoruz.  26 şehidimizin acısını yüreğimizde yaşarken, dün Van’dan aldığımız acı haber, acımıza acı kattı. Deprem kuşağındayız, bunu kabul ediyoruz fakat acımız bu kadar büyük olmamalı. Bu yaşanan acı olayı bölge halkımıza bağlamak, bu doğrultuda yapılan açıklamalar, yazılar, paylaşımlar yine bize zarar verecektir. Bizler,  bir grubun yaptığı yanlışların faturasını tüm halkımıza kesemeyiz. Bunun için tüm gücümüzle, her zorluğa göğüs gererek millet olgusunun, halk olgusunun ne demek olduğunu, nasıl kenetlendiğimizi göstermeliyiz.

Toplum olarak bu acıyı 17 Ağustos 1999 yılında, Gölcük, Yalova depremiyle yaşadık. O günlerde, ‘hak ettiler, Allah cezalarını verdi’ gibi söylemleri duymak, olan acımızı daha da arttırmıştı. 57 Hükümet içinde, uğursuzlar denmişti. Yıl 2011 yine çok acı bir deprem yaşadık,  şimdi bir çok başarıya imza atan hükümetimiz içinde aynı sözü kullanmak ne kadar doğru.

Bizler peygamberimizin ahlakı ile övünürüz, peygamber olduğu halde kimseyi yargılamamış iken, bizlerin yargılama hakkı hiç yoktur. Hüküm sadece bizi yaradan Allah’a aittir. Yaradılan her şeyin,  bir yaratılma sebebi vardır. Sebebini ise bizler bilemeyiz. Bizim şer olarak gördüğümüz her şeyde muhakkak bir hayır vardır.
Bu ülke, ne zorlukların üstesinden geldi, bu acı günleri de hep birlikte el ele vererek atlatmasını bilecektir. Yönetenler, ayırım yapmadan adaletle yönetsin yeter ki.
Diktatörlerin bile hukuka ihtiyacı vardır. Adaletin, hukukun hüküm sürdüğü, kardeşliğin, hoşgörünün olduğu yarınlara..
Türkan Kebeci
turkankebeci@gmail.com

20 Ekim 2011 Perşembe

Oyun İçinde Oyun



Dün acı olayların ardından, doğan güneş, sanki inadına yükseliyor, yeter acılarınızı kalbinize gömün ve genç fidanlarımız için birlikte el ele inadına yaşayın diyor.
Terörü lanetlemek, buna tüm halkım evet diyor, fakat etle tırnak olan bizleri ayırmak için yapılan eylemlere, bizleri ötekileştiren tutum ve davranışlara, öfkemizi yenik düşüren tüm söylemlere hayır diyoruz. Bu faaliyetler sadece halk olarak, direncimizi kırmak bizleri ayırmak için yapılan eylemlerdir.
Gelelim dünkü acı olaya; yapılan açıklamalara göre saldırı çok iyi planlanmış ve pkk’nın işi olmadığı söyleniyor. Devlet yetkilileri de,  yardım ve yataklık edenler sözünün üstünde özellikle durmaktadır. Evet, niyetler yavaş, yavaş belli oluyor. Halk bu kadar dolmuş ve her şeyi göze almışken acaba, yapılmak istenen planlar kolayca yaptırılmaya mı çalışılacak.
*Dış basında, özellikle İngiltere bu saldırının arkasın da Suriye ve İran’ın olduğunu söylemekte.  Suriye konusunda BM aldığı karar belli ve destek veren Rusya ve Çin var. Sadece Türkiye bu konuda yaptırımlar uygulamaktan  bahsetti. Dış basında ancak bunu Türkiye’nin halledebileceği yaygarası koparıldı. Acaba askerimizi Kuzey Irak’a geçirip, daha sonra Suriye’ye yönlendirilmek istendiği için, planlanmış olabilir mi?
*Irak işgali konusun da tecrübe kazanan Amerika, İran’a müdahale konusunda maşa kullanması gerekli, Türkiye’yi bu konuda biçilmiş kaptan olarak görüyor olabilir.
*Anayasa değişikliğin  görüşüleceği, bir günde, bu saldırının olması düşündürücü. Anayasa değişikliğin olmasını isteyen Amerika, Avrupa ve Bdp, o zaman neden pkk böyle bir eyleme girişti.
*Kuzey Irak kimin denetiminde Barzani ve bu bölge de güvenliği sağlayan Amerika ve bizim stratejik ortağımız. Kuzey Iraktan çıkacak olan Amerika, koruma devir teslimi için Türk askerini şimdiden bölgeye çekmeye çalışıyor da olabilir.
*Yada İsrail’in bıraktığı üst düzey Hamas üyelerine,  sürgün yeri olan Türkiye’nin uçak göndererek kabul etmesini sindiremeyen, sözde aramız açık olan İsrail’in bize bir göz dağımı.

Ne olursa olsun pkk boyut değiştiriyor, en büyük hedefleri bölge halkını arkalarına alarak, halkı sokağa dökerek, bir bahar havası estirilmek istenmektedir. Belki de kck eylemlerine misilleme yapılmışta olabilir. Kim olursa olsun ya da hangi ülke olursa olsun, pkk kartını tekrar kullanmaya başladılar. İstihbarat teşkilatımızın zayıflığı ortada, bu kadar ağır silahlarla ve kalabalık bir eylemi haber almamaları mümkün değil. Yapılmak istenenler için, zeminin oluşması gerekli, bunun içinde sesiz kalınmış olabilir. Bizler, sahne arkasını göremiyoruz, sahnenin önünde oynanan oyunu seyrederek, sahne arkasındaki, yönetmeni tahmin etmeye çalışıyoruz. Bu eyleme bir çok gücün destek verdiği aşikar.
İnadına aynı havayı teneffüs etmeye devam edeceğiz.
Türkan Kebeci
turkankebeci@gmail.com

19 Ekim 2011 Çarşamba

Gidenlerin Ardından


Evet,  halk olarak, yaşadığımız olaylar, bizi ister istemez hiddetli düşünmeye ve konuşmaya itiyor. Fakat bu sözler ve hakaretler hiçbir zaman çözüm yolu olmayacaktır. Bizim hiddetli davranışımız sadece, aramızda ki uçurumu açmaya yarayacaktır.  Bizler birliği ve beraberlik duygularımızı geliştirmek için uğraş vermeliyiz. Bizler farklılıklarımızı aynı topraklarda yaşayarak, aynı havayı soluyan, aynı kaderi paylaşan etle tırnağız. Dünyada aynı şeyleri paylaşıp farklı olan bir millet var mı? Belki de hazmedilmeyen de budur.
Bu coğrafya, yıllarca savaşları yaşayan, konumundan, dolayı herkesin sahip olmak istediği bir diyar. Kafanızı bir kaldırın şöyle bir bakın etrafınıza; kuzeyde, hırçın Karadeniz’in etrafında dizilen Ukrayna, Rusya, Bulgaristan, doğu da, Azerbaycan ve Türkiye Cumhuriyetlerini, güneyde,  İran, Irak, Suriye ve Akdeniz’in, gerdanını süsleyen inci Kıbrıs’ı, batı da Avrupa kıtasını görürsünüz. Bunları görmek için sadece başınızı kaldırıp bakmanız yeterlidir.  Her yere sahip olduğunuzu anlarsınız. Böyle bir konuma sahip  ülkeye,  herkes sahip olmak isteyecektir. Hele birde bu diyarın etrafı enerji kaynakları ile doluysa,  emperyalist canavarların  iştahını yıllarca kabartmış ve kabartacaktır.
Şehitlerimiz için çok üzüldük, bu üzüntümüzün tarifi elbette mümkün değil, fakat ateş düştüğü yeri yakar. Aynı ateş bu ülkenin evladı olan Mehmet’in karşısında ki diğer Mehmet’in evine de düştü. O da bu topraklarda doğdu, bu havayı soludu. O zaman aynı toprağın iki fidanı nasıl karşı karşıya getirildi. Biz bu senaryoyu daha önce yaşadık; 70’li yıllar gençlerimizi sağ,  sol, alevi ve suni diye karşı karşıya getirip, geleceğimiz olan gençlerin birbirilerini öldürmelerini seyrettik.  Yine sahnede gençlerimiz, senaryo aynı, halkı birbirine düşürüp aramıza nifak tohumlarını ekmek.  Bu coğrafya halkı yıllarca aşiretlerin, şıhların,  ağaların egemenliği altında kaldı. Onların dedikleri doğrultusunda hareket edebildiler. Töre uğruna, namus uğruna ezildiler. Dizilerde seyrettiğimiz ağa filmlerinde ki gibi değil her şey. Bize sadece zengin ağaların yaşamları gösterildi.
Yukarda ki yazı 19 Ağustos ta yazıldı, bu gün 19 Ekim sadece üzerinden iki ay geçti ve bugün Hakkari Çukurca’da 26 şehidimiz var, dünde 5 polisimiz şehit oldu. İki günde 31 şehit,  bu durum dünyanın başka bir ülkesinde olsa yer yerinden oynar. Hükümet iki ay öncede terör zirvesi yapmıştı, şimdide yapıyor. Cumhurbaşkanımız ‘bu saldırının intikamı büyük olacak’ diyor, evet bu sözler içimizin yandığının göstergesidir, devletin zirvesi halkı sakinleştirecek sözler kullanmalıdır. Bu olay karşısında halkımız gösteri ve eylemler için toplanmaya başlamış durumda, kin, öfke ve intikam bizleri düşmanlığa sürükler, bizler her zamanki gibi metanetimizi koruyarak, Türkü, Kürdü, Lazı, Çerkezi, Alevi, Sünni vb etnik ayırımları dile getirenlere inat birlikte el ele kader birliğimizi koruyarak, birbirimizi ötekileştirmeden yaşamaya devam edeceğiz. Biz bu toprakların evlatlarıyız.
Evet, canımız yanıyor, şunu unutmamak gerek Mehmet’i vuran yine bu toprağın Mehmet’i, bunlar psikolojik, halkı yıldırma, halkımızı karşı karşıya getirme çabaları. Asıl sorun, bu gençlerimiz  örgütün ağına nasıl düşürülüyor, kendilerine neler vaat ediliyor, bu yöredeki halkımızın beklentileri doğrultusunda çözüm yolları bulunduğu takdirde hiçbir ailenin ocağına ateş düşmeyecektir. Devlet dağa çıkan, kendine baş kaldıran çocuklarımızı, topluma kazandırmanın yollarını bulmalıdır. Bu sadece güç gösterisidir.
Sadece şunu sormak istiyorum, bu olaylar kimin işine yarıyor, ya da yapılacaklar için, bir zemin mi oluşturuluyor. Yaşayıp göreceğiz, yeter ki sükunetimizi koruyalım, tahriklere kapılmayalım…
Dönüşü olmayan bir yoldayız.
Türkan Kebeci
turkankebeci@gmail.com

13 Ekim 2011 Perşembe

Dünya Düzeni II


Gelelim,  alev topu Ortadoğu’ya,  her zaman patlamaya hazır bir coğrafya, bilgim, beni yanıltmıyorsa,  Dünya petrol rezervlerin % 60’ına sahip, dünyanın diğer coğrafyaların da ki petrol rezervleri, bu coğrafyadaki rezervlerin altında. Son yıllar da, Kutuplar da, Akdeniz ‘de, Karadeniz’de harıl, harıl petrol aramalarına hız verildi. Ortadoğu’nun ve Afrika’nın zengin petrol yatakları güç olmak isteyen ülkeler için çok kıymetli.
 Ekonomistler, Çini geleceğin gücü olarak görmekteler. Çin bu ilerlemesini devam ettirebilmesi için enerji kaynaklarına yani petrole ve Türk cumhuriyetlerinde ki kaynaklara ihtiyacı var.  Ayrıca, bu bölge onun için çok iyi bir pazar.
Gelelim Rusya’ya;  Rusya da ekonomisini güçlendirmekte, Putin in son yıllardaki tutarlı politikaları sayesinde, Rusya eski günlerine dönüyor. Türkiye cumhuriyetleri, Rusya’dan ayrılmış olsalar da, ondan habersiz hareket etmemekteler. Rusya, bu bölge deki enerji kaynaklarını, bana göre,  hala rahatlıkla kullanabilir. Ortadoğu ya bu kadar yakın olması, onun için büyük bir avantaj. Petrol kaynaklarına sahip olmak demek gücünü arttırmak demektir.
O zaman mesele buralara kimler hakim olacak. Amerika bu bölgelere, neyi bahane ederek müdahale edebilir. Tabi ki karşısın da, düşman olarak yaratacağı bir güç olmak zorunda.  Bu güç kim olabilir?
Rusya’nın bu göreve soyunması demek,  İran, Çin, Pakistan’ı ve Türkiye cumhuriyetlerini karşısına alması demektir. Bu ülkeleri karşısına alıp Amerika ya rakip olamaz. Çin içinde, aynı durum söz konusudur. Tek başına buna cesaret edemez,  ya Amerika ile ya da Rusya ile hareket etmek durumundadır. Rusya ile kurduğu, Şhanghay birliğini devam ettirdiğine göre, Rusya ile birlikte hareket etmesi mantıklı geliyor.
Suriye ye yaptırım konusunda, iki ülkenin anlaşarak veto hakkını kullanması bunun bir göstergesidir. İran’a müdahaleye izin vermeyeceklerdir. Amerika’nın bu bölgeye yerleşmesi demek, Rusya ve Çin enerji kaynaklarını, istedikleri gibi kullanamamaları ve bağımlı olmaları demektir.  Ayrıca füze kalkanları bahanesiyle, Montrö anlaşmasını delerek, Karadeniz’e yerleşme niyetin de olan Amerika, bu bölgenin tüm kontrolünü eline alacaktır.  Bu, Çin ve Rusya’nın dünya gücü olmasına engel olacaktır.
Amerika,  malum en büyük destekçisi, İngiltere ile birlikte, Ortadoğu politikalarına yön vermek için Türkiye’yi yanlarına alarak, emellerine ulaşma planlarını yapmaktadır. Hocalarım, Amerika’nın karşısında,  güç olarak, Türkiye olacak deseler de ben buna kanaat getiremiyorum. Dünya bilir ki, Türkler kontrol edilmeyen bir güçtür.  Bu güçten de her zaman çekinirler. Osmanlı korkusunu hala yaşadıklarından,  tekrar başlarına musallat edilmesini istemezler.
Avrupa ise bu konuda nasıl bir politika izleyecek, şu anda Amerika’yı kızdırmadan, ekonomik krizlerle boğuşarak yollarına devam etmeye çalışıyorlar. Türkiye’nin yükselişi onları rahatsız ediyor.
Bu yükseliş Amerika’nın yörüngesinde devam ettiği için sıkıntı yaratmıyor. Asıl sıkıntı, Rusya ve Çin açısından problem olacak gibi. Suriye ye yapacağımız yaptırım karşısında buna nasıl bir tavır takınacaklar. Uluslar arası hukuku, ihlal etmek bizi zor durumda bırakacaktır.  Stratejik ortağımız bizi geçmişte çok konularda,  hüsrana uğrattı. Devletlerin güvenirliği olmaz, çıkar ve menfaatlerinin korunması önemlidir.
Bütün mesele,  Coğrafya ya hakim olmaktır. Güçlü olan, gücünü devam ettirecek, ya da  yeni güçler gelecektir. Aslın da, Amerika, Rusya, Çin pastadan büyük payı alma yarışındalar. Bu,  ya anlaşarak coğrafyayı paylaşacaklar ya da, taraflardan biri hakim olacak. Rusya ve Çin birlikte hakim olursa , bu sefer,  bu iki gücün mücadelesi boyunca coğrafya,  yeni emperyalist güçlerle mücadele edecek yani, bu emperyalist güçlerin, yeni demokrasileri ile yaşayacak demektir.
Kısacası iki karşı güç oluşuyor, Türkiye bu güçlerin yanında mı olmalı, ya da güçleri birbirine bağlayan denge unsurumu.
Bu soruya anti tez olarak; devletler bekaları için çıkarlarını ve menfaatlerini korumak zorundadır. Bu coğrafyanın beklentilerini, umutlarını, hayallerini bilen Türkiye’dir. Bölgede bir zamanlar başlatan sıfır sorun politikası devam ettirilip, ortak birlik oluşturulup, bu birliğin liderliğini üstlenmelidir. Türkiye’nin bunu yapabilecek gücü fazlasıyla var. Bu liderliğe soyunurken, yeni, eski Osmanlı kavramını kullanmadan, sömürmeden, sömürülmeden, Ortadoğu birliğini kurulabilir. Bu istenmediği için, bu bölgelerde ki etnik yapıyı kaşıyarak, huzursuzluk yaratılmaktadır.
 Amerika, Rusya, Çin, amaçları bu kaynakları, kendileri için insafsızca sömürmek niyetindeler. Ne demokrasi, ne halklar nede ölenler umurlarında.
Mısıra gelen demokraside görüldüğü gibi, din çatışmaları başladı. Bu bir Müslüman birliği değil, coğrafyanın birliği olmalıdır. Müslüman, Hiristiyan, Şafi, Sunni, Musevi vb din ayrımları olmadan. Aynı toprakta yaşayan Müslümanı , Hiristiyanı, Musevisi, aynı kültürü paylaşıyor. Mesela Suriye de yaşayan Şiler ve Suniler aynı kültürün halkı, burada birleştirici unsur kültür ve coğrafyadır,  yani geçmiş ve gelecektir. Korkum  din savaşların yaşanması.
Bu coğrafyada ki çocukların, diğer coğrafyada ki çocuklar gibi barut kokusu olmadan, huzur içinde ailesiyle birlikte yaşamaya hakları var.
Halkların bekası için, coğrafya da birliği oluşturacak, bir lidere ihtiyaç var.
Türkan Kebeci
turkankebeci@gmail.com

10 Ekim 2011 Pazartesi

Dünya Düzeni I


Dünya, soğuk savaş sonrası,  tek güçle yönetildi, gidişat göstermekteki, tek güç yönetimi artık iflas etmekte. Dünya düzenine,  baktığımızda, muhakkak çatışan iki farklı güç olmuştur ne zaman güçler tek kaldığında, işte o zaman hükmeden güç zayıflamaya başlayacaktır. İnsanoğlunun doğası da böyledir, karşımızda mücadele etmek zorunda olan birileri varsa, mücadelemiz kazanmaya yöneliktir. Eğer rakip olarak, birilerini görmüyorsak, kendimizin güçlü olduğunu düşündüğümüzde, kendimizi geliştirme adına çaba sarf etmek bir yana, yavaş, yavaş ataletin içine gireriz. Yaşamak için birilerini kendimize rakip almalıyız, ya da kendimizin rakibi yine kendimiz olmalıyız. Yani bir rakip bulmalıyız.
Avrupa’da Krallıklar, yapmak istedikleri icraatların da, Vatikan’ı engel gördüğünden, mücadeleler bu yönde olmuş, Rönesanslar ve Reformlar yapılmıştır. Osmanlı imparatorluğu ne zaman Avrupa’yı karşısında güç olarak görmeyip, kendisinin yenilmeyeceği düşüncesine kapıldığı an,  gerilemeye başlamıştır. İmparatorlukların yakılmasında bir sürü nedenler var, çöküşlerin nedenlerini,  tek buna bağlamak yanlış olur, bu sadece etkenlerden biridir. Amerika ile Rusya arasındaki soğuk savaşta bunun bir göstergesidir. İki tarafta,  karşı tarafı, kendine rakip gördüğünden, tüm gelişmelerini karşı tarafın stratejilerine göre geliştirmişlerdir. Soğuk savaş sonrasında Amerika’nın karşısında,  kendine rakip olacak herhangi bir güç kalmayınca, dünyaya hükmetme politikalarında yanlışlara sürüklenmiştir.
Amerika karşısına bir rakip yaratmak zorundadır. Bu işe de ilk önce,  siyasal İslam düşmanlığı ile başladı. Bu düşman sayesinde,  İslam coğrafyasına müdahale etme hakkını kendisinde görmüştür. Fakat, hükmetmek istediği diğer coğrafyalar için,  düşmanlar bulmalıdır. Irak müdahalesinin nedeni, hepimizin bildiği gibi nükleer silahların olmasıydı. Müdahale nedenini buna dayandırmıştı. Sonradan özür diledi, yokmuş yanılmışız dedi. Yıkılan bir medeniyeti,  bu özür geri getirmez. Bir milletin geçmişini sildiler, Bağdat kütüphanesi, geçmişin ve geleceğin tüm izleri oradaydı. Geçmişi olmayan bir milletin geleceği olmaz.  Bu durum ister istemez,  Dünya da, tepkilere neden oldu.  Amerika  övündüğü, Wilson ilkelerine ters düşüyordu. 
Gücünü devam ettirmek zorunda, bunun için yeni coğrafyalara müdahale etmeli. Tek başına yapamayacağı için,  kendisine yeni bir düşman yaratmalı ki müdahaleleri meşruluk kazansın.
Türkan Kebeci
turkankebeci@gmail.com



5 Ekim 2011 Çarşamba

İstanbul Boğazı


Bu gün, İstanbul da çok güzel bir hava var. Güneş bütün haşmetiyle gökyüzün de yükselse de, gözünüzü kamaştıran ışığı, yavaş,  yavaş içinizi ısıtıyor. Sonbahar güneşinde ki hüzün, bundan olsa gerek.
Çevre yolunda, bu şekilde işe giderken, Gaziosmanpaşa sapağında bir anda, güneşin ışıklarının azaldığını, hissetmemle gözlerimi açışım bir oldu. Etraf da sis bulutları oluşmaya başlamıştı. Zavallı güneş, sise rağmen ışığını bana ulaştıracağım diye çabalıyordu. Ben bunları düşünürken, sis deryasının içine girmiştik bile, başımı her çevirdiğim yerden, süzülüp geçen beyaz bulutlara, hayranlıkla bakıyordum. Tabi bir güzelliği yaşarken diğer güzelliği kaybediyorsunuz, güneş ışınları artık hissedilmiyordu.  Fakat bu bulutların içinden çıkmak için müthiş mücadele veriyordu. Sanki bütün güçlüklere rağmen ben varım diyen haykırışını, zayıflayan ışıklarıyla dile getiriyordu.
Okmeydanı sapağına kadar beyaz tünelin içinde ilerledik. İçimi dolduran huzuruyla, güneş gücünü tekrar göstermeye başladı. Bir anda aklıma işe gitmemek, Beşiktaş’a sahile inmek geldi, güzel bir bardak çay ve bir sigara sonra serin ve sıcak İstanbul sabahında avare gibi dolanmak, sonbaharın tadını çıkarmak. Olabilirdi aslın da, neden olmasın. Bir anda benim hayatımda benim için çok önemli olan kişinin fabrika da olmadığını hatırladım, doğru ya, bugün günlerden Çarşambaydı. Onun duyduğu güveni zedelemek istemem. Büyük bir istekle fabrika ya gidiyorum.
Aslında bu yazıyı politik düşünce ile bölmek istemesem de, düşünmeden edemiyorum. Biz politikayla uğraşmasak ta o bizimle uğraşıyor. Birleşmiş Milletlerin, Suriye ye uluslar arası yaptırımların uygulanması hakkında ki tasarıyı, Rusya ve Çin veto etti. Libya için onay veren Rusya, Suriye için veto ediyor. Rusya, Çin’le birlikte hareket etmeleri, ilerde İran’a yapılacağı söylenen müdahalenin o kadar kolay olmayacağının bir göstergesidir.  Altı ay öncesine kadar kol kola girdiğimiz, Asi nehrinin kardeşliği, sınırları kaldırma vb söylemlere dayandırılan dostluk ne çabuk yıkıldı ki, Suriye ye düşman kesildik. Sınırda gözdağı operasyonu yapıyoruz.  Libya ya müdahaleyi neden onayladılar. Bence yenidünya düzeni rotasını şaşırmış, tek güç dünyayı dengesinden çıkarıyor.
Malatya ya yerleştirilecek kalkan konusunda nasıl bir tepki verecekler. İran’ın kalkan konusunu kabul etmeyeceği kesin. Rusya, bu konu da tabi ki endişeli.ABD savaş gemileri, kalkanların yerleştirilmesiyle, Akdeniz bölgesine demir atacaklar. Bu ne demek , ABD kendisi ve İsrail için tehlike gördüğü anda Karadeniz’e çıkma hakkını kazanması demektir. Yani geçen sefer insani yardım adı altında çıkamadığı Karadeniz’e istediği anda çıkması demektir. Montrö anlaşmasını delmektir.

Dünya iki başlı düzene gidiyor, peki biz bu iki başlı düzenin neresinde duracağız. Denge unsuru mu olacağız, ya da taraf mı? Tabi taraf olmayan bertaraf olur sözünü unutmayalım.
Bu güzel ,İstanbul gününde, hiçbir emperyalist gücün, gemilerini bırakın, takalarını bile görmek istemiyorum, boğazı süsleyen gerdanımda al beyaz bayraktan başka.

Türkan Kebeci
turkankebeci@gmail.com

4 Ekim 2011 Salı

Bu Topraklar

Son bir hafta içersinde,  ABD ve İngiltere bakanları Türkiye hakkında peş peşe demeçler verdiler. Gelin bu açıklamalara kısaca değinelim.
ABD savunma bakanı Panetta;  Türkiye ye CIA başkanı iken gelmiş, bakan olunca İsrail ve Filistin ziyaretinden sonra, Türkiye ziyaretti sonrasında verdiği demecinde ‘ İsrail yalnızlaşıyor, bölge güvenliği için İsrail’in, Mısır ve Türkiye ile ilişkileri düzeltmek için her şeyi yapması gerektiğini düşündüğünü beyan ediyor’
İngiltere dış işleri bakanı William Hague, Observer  gazetesine verdiği demeçte; Türkiye bölge de büyüyen bir unsur ve Avrupa birliğinin üyesi olarak görmek istiyorum. Fransa ile  1945’den beri ilk defa Libya operasyonu sayesinde  yakın olduklarını dile getirdi.
ABD ticaret odası başkanı  Tom Donohue Dış ilişkileri  kurulu( DEİK), Türk Amerikan iş konseyi(TAİK) tarafından düzenlenen  toplantıda ki konuşmasında şu açıklamalar da bulunmakta.  Amerika ekonomisinin planlarının, Amerikan ürünleri ve hizmetleri için pazarlar, ekonomik ve zengin enerji tedariki temin etmeye, turizm sektörünü  desteklemeye odaklandığını ve bu alanlarda Türkiye nin gelişme kaydettiğini belirtiyor. Katlanarak büyüyen  Çin ile Euro bölgesinin yüzleştiği krizine değindi. Yaşanabilir Euro bölgesi ve AB’nin, Türkiye’nin ekonomik refahı ve büyümesi için elzem olduğunu vurguluyor. İkili ticaret 15 milyar dolar civarında.
 Savunma bakanı Panette, İsaril in yalnızlaştığını söylüyor, bu açıklamanın doğruluğuna inanmak mümkün değil. Akdeniz’ de İsrail i destekleyip, Rum kesimine yüz veren, petrol aramayı yapan Amerikan şirketleri olduğuna göre açıklamanın pek önemi kalmıyor. Filistin’in BM başvurusu sonucunda,  kabulü için dış temaslar da bulunan, gerektiğinde rest çekme noktasına gelen Türkiye,  KKTC tanınması için malesef aynı çabayı göstermiyor. O zaman KKTC üzerin den Akdeniz politikası şekillendirilmeye çalışılmaktadır. İsrailin tutumu, aslında Amerika tarafından desteklendiğinin bir göstergesidir. Bu sayede Amerika,  Akdeniz üzerindeki üstünlüğünü sağlamlaştırmaktadır.  
Türkiye’nin,  Suriye ile ilişkileri bozulması sonucunda, Suriye bizimle olan ticari ilişkilerini kesti. Bu yılın ocak- temmuz döneminde ki ihracat hacmimiz 1 milyar 432 bin dolardı.
Peki,  biz ne yapıyoruz. İsrail ile ticari ilişkilerimizi kesmek bir tarafa, ticaret hacmimizi artırıyor,   Akdeniz’de savaşın eşiğine gelindiği imajını veriyoruz.
İngiltere dışişleri bakanı Willium Hague, bizi Avrupa birliğinde görmek istiyormuş. Şu anda dağılmaya yüz tutan bir Avrupa birliği var. Aslın da İngiltere euroyu kabul etmemekle  birliğin çatlamasına neden olmuştur. Amerika ve İngiltere arasındaki anlaşma ile  İrlandanın euro dan çıkmasına  ve kendi para birimini basması için anlaşmaya varılmıştır. İtalya da euro dan ayrılmayı düşünürken, İngiltere Türkiye’yi Avrupa birliğinde görmek istiyor. Çünkü yaşlanan Avrupa kıtasına Türkiye’yi dahil ederek toparlanmanın yolları aranmaktadır. Birlikte olan Fransa ile İngiltere 1945 den beri Libya sayesinde yakınlaştığını açıkça dile getirmektedir. Bu durum İngiltere,  Amerika politikalarını uygulayan fakat birliğin amaçları ve çıkarları doğrultusunda hareket etmediğinin göstergesidir. Aralarında güvenin oluşmadığı bir birlikte, biz onlara nasıl güvenelim.

ABD ticaret odasının başkanı Donohue’de,  aslında niyetini açıkça dile getirmektedir. Amerika ürünleri ve hizmetleri için pazarlama ve zengin enerji tedarikine ihtiyacı olduğunu, bunları elde edebilmek için ticaretimizin geliştirilmesini istiyor. Tabi ticaretin geliştirilmesinde ki amaç, petrol kaynaklarına, Orta Asya ve Afrika’nın,  zengin enerji kaynaklarına,  küresel sermaye için iyi bir pazar olan bu bölgelere bizim aracılığımızla sahip olmak istemektedir.
Bütün bu açıklamalar göstermekte ki, bu coğrafya bizim yönetimimize bırakılmayacak kadar değerli. Yapılacak tek bir şey, bu coğrafyadaki ülkelerle ortak birliğin kurulmasına öncülük ederek,  liderliği üstlenmemiz gerekir. Tabi bu liderlik birilerin diretmeleri sonucunda değil, bu coğrafyanın bekası için olmalıdır. Biz her dönemde yeni devletler kurarak yaşamımızı devam ettiren bir milletiz. Etnik ayrılıklara fırsat vermeden birlikte yaşamalıyız.
Bu coğrafya, diğer kıtaların yaşaması için varlığını sürdürmek zorundadır.  
Bu birikim Anadolu topraklarında fazlasıyla var.
Türkan Kebeci