2 Aralık 2014 Salı

HAFTAYA TAKILANLAR


Son bir hafta da ki gelişmelere bir bakarsak.

1.       En bariz olay MHP Genel başkanı Devlet Bahçelinin Tunceli ziyareti idi. Başbakanın gidemezsin restine karşılık yollara düşüldü. Eğer ülkenin bir iline gitmek için bu ülkenin başbakanı rest çekiyorsa bu hükümetin ayıbıdır. Bahçelinin güvenliğini sağlamak devletin görevidir. Unutmayalım ki başbakan polis ve koruma ordusu ile gidiyor. Bu olayın sonun da sözümüzü dinledi kelimesi ise daha da vahim.  Bu sözler bana bir zamanlar Demirel ile Ecevit’in meydanlar dan yaptıkları söz düellolarını hatırlattı. Tabi CHP bitti sıra MHP ye geldi denilebilir. Fakat bunun maksatlı yapıldığını düşünüyorum. Malumunuz MHP mecliste AKP nin kurtarıcısı oldu. Kurtarıcı olan bu partiye neden yükleniliyor. Batı da milliyetçilik akımı ön plana çıktı bu akımın esintileri bize de geliyor.
2.      Anayasa mahkemesi bu hafta seçim barajını kaldırılması kararını verecek.
3.      Alperen ocakları,  BBP den koptu.
4.      Papanın ziyareti.
5.      TÜİK başkanı aslın da halkın doğruyu söylemediğini, cebin de 100 TL olanın aslın da 1000 TL olduğu söylemleri..

Başlıklar altın da verilen söylemler incelenirse. Hepsinin birbirine bağlı olduğunu görebiliriz. Beşinci madde den başlarsak; Bizleri bekleyen bir ekonomik kriz var ve bu söylem bazı şeyleri bastırmak içindir. Hükümetlerin geçmişine Baktığımız da ekonomik istikrarsızlıklar her hükümetin gidiş zeminin hazırlamıştır. 2015 de bir ekonomik istikrarsızlık görünmekte. Bu istikrarsızlık sermaye güçleri tarafın dan kredi notunu fazlasıyla etkileyeceğinden ülkeye sıcak para girişin de sıkıntı yaşanacaktır. Ekonomide ki bu durum en nihayetin de AKP nin oy kaybına neden olacaktır.  Seçim barajı düşer ise ya da kaldırılmasıyla birçok parti meclise girecektir. Oyunun boşa gitmesinden endişe duyan kesimin mecburen AKP ye verdiği oylar başka partilere vermeleri ile AKP oy kaybedecektir. Bu durumdan dolayı seçimlerde tek başına seçilememe  ihtimaline karşı MHP’ye bu şekilde yüklenmeler ile oy kazanımına sebep olarak meclis de kurtarıcı rolünün devam etmesi sağlanacaktır. 

 Zaten hükümet kanadından yapılan açıklamalar ile Alperen ocakların geleceği Alperen kardeşlerim söylemleri ile durumu belirlenmişti.

Papanın ziyareti ise belli başına bir konu arz etmektedir. Kimin kimi kutsadığı belli değil. Fakat Patrik ve Papanın buluşması Hristiyan camianın birleştiğinin bir göstergesidir.  Dinler arası diyalog la Türkiye yi kutsadılar. İleri de ekonomik gelişmelere de öncülük edecek ve barış çubukları ile Hristiyan camianın birliği sağlanıyor.  Bura da ki çelişkiye değinmeden geçemeyeceğim. Dünya Amerika ve Rusya çevresin de kutuplaşmaya ve yeni paylaşımlara gidiyor. Bu kutuplaşma ve paylaşımlar üçüncü Dünya savaşının yakınlaştığını göstermekte. Dünya savaşın da,  birleşen Hristiyan camiası nasıl taraf alacak. Rusya bir taraf da,  Amerika bir tara da.  Ya da bu günkü kutsamalar göstermelik mi?  Malum paralel yapı da el sıkışmıştı papa ile.

Bir de açılım süreci var. Bu süreç için 4-5 ay gibi bir süre belirlendi. Sıkıntıların olduğu malum fakat güllük gülistanlık bir hava yaratılmakta. Olumsuz havanın oy kaybına engel olmaması için seçimler Mayısa kaydırılabilir. Seçim sonrası ise İmralı boşalır ve Cumhurbaşkanı ile başbakan üçlüsü Nobel barış ödülünün yanına birde Vatikan dan Papanın elinden ödül almazlarsa şaşırmayın.

Uyumadan seyreyledik deriz. Yaşayacak ya da bırakılacak bir Türkiye kalırsa.

Tabi bunlar benim küçük senaryolarım. Düşünebilip ve görebildiğim kadarıyla. Komplo teorilerim kendi çapım da sakın üzerinize alınmayın..



12 Kasım 2014 Çarşamba

KALEMLER





















Kalem zulme boyun eğmezdi. Nokta koyardı yarım cümlelere, yitip gidenlere, bitenlere, bitmeyenlere, savaşa, haksızlığa ve sevgisizliğe. 
Kasırgaları tınmadılar çünkü yolları adaletti. Mahpusa düştüler, dar ağacına gittiler, kör kurşunlara geldiler. Yine de değişmediler. Kalemleri kendileri idi. 
Farklı bedenler deki ruhları yazmadılar. Yolumuza eşlik eden yoldaşlarımızdı, dostlarımızdı. Kalemler saygılı olmalı, dost olmalı, doğru olmalı, alçak gönüllü olmalı, barışçıl olmalı, zulme karşı bir olmalı, dik olmalı.

Kalemim ben olmalı.

10 Kasım 2014 Pazartesi

dipKöşe:   HAYATLA YARIŞI VARDI MAVİ GÖZLÜ DEVİN.    ...

dipKöşe:  
 



HAYATLA YARIŞI VARDI MAVİ GÖZLÜ DEVİN.
    ...
:     HAYATLA YARIŞI VARDI MAVİ GÖZLÜ DEVİN.          Hayatla telaşım var benim. Acele etmeliyim.  Bitmeyen projeleri tamamlama...
 
 



HAYATLA YARIŞI VARDI MAVİ GÖZLÜ DEVİN.

         Hayatla telaşım var benim. Acele etmeliyim.  Bitmeyen projeleri tamamlamak ve yeni ülkenin temellerini sağlamlaştırmak için. Beyaz tren ile ver elini Anadolu.  Safiye Ayla ve Rumeli türküleri ile iki yıl için de karış karış her yerini gezmeliyim.  
Köşk yapılacak diye kesmek istedikleri  çınar ağacını kurtarmalıyım.  Kökleri hala zeytin ağaçlarına inat toprağa daha bir sağlam tutunuyor. Orman çiftliğine nice ağaçlar dikmeliyim ve diktirtmeliyim ki kök salsın kıraç Ankara’nın çorak toprağına.
Yola çıkacağımı duyunca meclis koruma ordusunu emrime vermiş. Güldüm ben nereye gidiyorum ki bu halkın bağrından geldim ve bu sevgi kalkandır zaten. 
Çocuklarla buluşmalıyım gülüşlerini duymalıyım. Gençlerle sohbet etmeliyim, öğrenmeliyim onların hallerini.  Çözüm olmalıyım geleceğe Türk kadınlarına seçme seçilme hakkı verilse de daha çok yapılacak işlerim var onlar için. Daha fazla fabrikalar ve barajlar kurulmalı okullar açılmalı. Sigara kağıdına tütün sardığı için dava edilen köylümü bulmalıyım.  Modern tarım için çalışmalara hız verdirmeliyim.
Son durağım Hatay olacak. Biliyorum ben den sonra burayı katamazlar ana yurda. Onun için hasta hasta yollara düşmeliyim.
Milletimin bana verdiği tüm malvarlığımı hazineye bağışladım. İçim rahat, gözüm arka da değil gençlere emanet ettiğim bir ülke var arkam da.


Askeri dehanı, yaptıklarını her şeyi bir köşeye bıraktım. Ben senin halkına yaklaşımını insanlığını özledim Atam.

4 Kasım 2014 Salı

GÜNDEMİN DEĞİŞİMİ


Türkiye Cumhuriyeti’nin bir vatandaşıyım.  Bu ülkenin bir bireyiyim. Kendime methiyeler yazacak değilim elbette. Sadece kısa bir anlatım.  Fakülte bitti, yüksek yapıldı. Derken değişik eğitimler ve arkasından branşım harici yüksek lisans eğitim.  Siyasi oluşuma katılma düşüncesi ile ilk adım lakin ikinci adımı getiremedim. Beklentilerimin çok dışındaydı bulunduğum yer. Siyaset danışmanlığı eğitimi.  2 adet  gıda üzerine, 1 yönetim ve kurumsallaşma üzerine,  1 tane anı ve düşüncelerin harmanlanması ve 1 adet öykü kitabı ve çeşitli dergiler de gıda üzerine makale ve araştırmalarım yayınlandı. 22 yıldır özel sektörde çalışmaktayım. Birikimlerimi üniversitede misafir eğitmen olarak aktarmaya çalıştım.  Lafı uzatmayayım anlayacağınız gibi boş olmayan fakatta çok dolu olmayan bir zaman geçirdim. Bu süre için de vergi verdim, hatta verginin vergisini bile vermişimdir,  kurallara uydum, hukuki ceza almadım.
Benim bir kusurum var ki, söylemeye çekiniyorum. Belki de hakkım da diyeceksiniz nasıl olur diye? Beni ayıplamayın, bir gün sizin başınıza da gelebilir. Onun için maalesef oluyor. Evet ben sigara kullanıyorum. Malum üçüncü sınıf değil belki de dördüncü sınıf vatandaşım ve terbiyesizim.
Beni yargılarken lütfen şunu unutmayın, çalıp çırpmadım, idare ettiğim insanlara adil davranmaya çalıştım, haksızlığa uğrayanların yanın da olmaya çalıştım, vatandaşlık görevlerimi yerine getirdim. Doğrularım menfaatler karşısında değişmedi.

Tüm bu yargılar benim terbiyesizliğimi ve dördüncü sınıf vatandaşlığımı değiştirmiyor ne yazık ki.

16 Ekim 2014 Perşembe

Kobani mi?

Dünyanın gündeminde olan Kobani yıllar önce , 1912 yılında Konya – Bağdat demir yolu hattı üzerinde ki durağın adıydı. Araplaştırma politikası adı adlında Ayn el- Arab yani Arap gözü anlamına gelen ismi almıştır. Günümüz de ise IŞİD,   Ayn el –İslam olarak yani İslamın gözü olarak değiştireceğini duyurdu. Kobani neden önemli? Malum Esad rejiminin yıkılmasından sonra Suriye de oluşturulacak olan Kürt yönetim bölgesinin temelleri atılacak. Kuzey Irak, Suriye bölgesini de içine alan ve ülkemizin de dahil edilmeye çalışıldığı bölge büyük Kürdistan olacak. Fakat bu bölgeler deki oluşumun liderleri arasın da bir bölünme yaşandığı gözlemlenmektedir. Bu üç lider birbirlerinin üstünlüğünü kabul etmiyor.
Kobani adı altında meclisten geçirilen teskere ile Suriye topraklarına geniş müdahale hakkı elde edildi. Malumunuz HDP teskereye ret oyu kullandı. HDP yi destekleyen kitlede Türkiye’nin müdahale etmesi için eylemler yapıldı. Tezatlık gibi duruyor değil mi?
Kobani de PYD birlikleri var. Kuzey Irak ta ki Barzani Kürtleri Kobani bölgesinde çarpışmıyor. PYD IŞİD’e karşı durmaya çalışıyor. Neden Barzani yardım etmiyor. Çünkü Kobani PKK için önemli. Abdullah Öcal an ilk bu bölgede saklandı ve PKK nın devamıdır PYD. Eğer Kobani düşer ise Barzanin üstünlüğü etkin olacak ve Suriye ile Türkiye de ki Kürtlerin birlikteliği suya düşecek ve Öcalan lider olma vasfını kaybedecektir.  Onun için Türkiye de bulunan Kürtlerin devlete isyanın sebebidir. Türk ordusunu IŞİD’i püskürtmesi istenmekte ve bir netice alamadığı için sokakları indiler. Hepsini bir köşeye bıraktım okulları yakmak ve Ziya Gökalp müzesini yakmaları içimi sızlattı. Tokat atıkları istemedikleri ordu dan İşidi püskürtmeleri isteniyor. Ne garip değil mi bu devran hep dönmeler üzerine kurulu. Neyse gelelim diğer konuya Barzani Işide karşı Türk ordusunu Kuzey Irağa çağırıyor. Çünkü Kobali düştükten sonra Işid yönünü tekrar Kuzey Irağa çevirebilir.  Bu sebepten Türkiye’ye bağlı. Tabi Kobanin düşmesi Barzaniyi bölgede güçlendirecek, Öcalan’ın elinin zayıflamasına ve özerk Kürt devleti çökecektir.
Tabi bu oluşumlar bölgenin yeniden yapılanması demektir. Güçlenen IŞİD’in devlet kurmasına izin mi verilecek ya da planlar sadece özerk yapının yıkılması için mi kullanacak Amerika. Sadece özerk yapının yıkılması için ise Kürt birliği hüsran olur ve Amerika,  IŞİD’i durdurmak için kara harekatına geçer.
Amaç yeni bir  İslam devletinin kurulması ise Kobani düştükten sonra IŞİD’in ilerlemesine izin verecektir.
Tabi bunlar benim senaryo planlarım nelerin olacağını birlikte göreceğiz. Fakat görünen o ki bu coğrafya daha sorunlu ve barut kokuların daha yoğun yaşandığı bir bölge olacak. Bu bölgeden çıkan her petrol damlasında Türk, Arap, Kürt hiç fark etmez insanlığın kanı var.
Temennim bu bataklığa Türk Ordusunun sürüklenmemesi.  Sıfır sorun diyenlerin bizi getirdikleri durum.
Yurtta barış dünya da barış..

10 Ekim 2014 Cuma






KASKETLİ ROMANTİK
Atilla İlhan, 15 Haziran 1925'te Menemen'de doğmuştur. İlk ve orta eğitiminin büyük bir bölümünü İzmir ve babasının işi dolayısıyla gittikleri farklı bölgelerde tamamlamıştır. İzmir Atatürk Lisesi birinci sınıfındayken mektuplaştığı bir kıza yazdığı Nazım Hikmet şiirleriyle yakalanmasıyla 1941 Şubat'ında, 16 yaşındayken tutuklanmış ve okuldan uzaklaştırılmıştır. Üç hafta gözaltında kalmış ve iki ay hapiste yatmıştır. Türkiye'nin hiçbir yerinde okuyamayacağına dair bir belge verilince, eğitim hayatına ara vermek zorunda kalan yazarımız danıştay kararıyla, 1944 yılında okuma hakkını tekrar kazanmış ve İstanbul Işık lisesine yazılmıştır. Lise son sınıftayken amcasının kendisinden habersiz katıldığı CHP Şiir Armağanında Cebbaroğlu Mehemmed şiiriyle ikincilik ödülünü pek çok ünlü şairi geride bırakarak almıştır. 1946'ta mezun oldu. İstanbul Hukuk Fakültesi'ne kaydolmuş üniversite yaşamın da Yığın ve Gün gibi dergilerde ilk şiirleri yayımlanmaya başlamış ve 1948'de ilk şiir kitabı Duvar'ı kendi imkânlarıyla yayınlamıştır.
1948  yılında, üniversite ikinci sınıftayken Nâzım Hikmet'i kurtarma hareketine katılmak üzere ilk kez Paris'e gitmiş ve  bu harekette faal olarak yer almıştır. Fransız toplumu ve orada bulunduğu çevreye ilişkin gözlemleri daha sonraki eserlerinde yer alan birçok karakter ve olaya temel oluşturmuştur. Türkiye'ye geri dönüşünde başı sık sık polisle derde girmiş bu sorgulamalarda ki yaşananları eserlerinde işlemiştir.
1951 yılında Gerçek gazetesinde bir yazısından dolayı soruşturmaya uğrayınca Paris'e tekrar gitmiştir.  Fransa'daki bu dönem, Attilâ İlhan'ın Fransızcayı ve Marksizmi öğrendiği yıllar olmuştur.  1950'li yılları İstanbul - İzmir - Paris üçgeni içerisinde geçiren Attilâ İlhan, bu dönemde ismini yavaş yavaş Türkiye çapında duyurmaya başlamıştır. Yurda döndükten sonra, Hukuk Fakültesi'ne devam etse de son sınıfta gazeteciliğe başlamasıyla beraber öğrenimini yarıda bıraktı. Sinemayla olan ilişkisi, yine bu dönemde, 1953'te Vatan gazetesinde sinema eleştirileri yazmasıyla başlamıştır.
 Hazırlık dönemi kitapların dan Sokaktaki Adam ve Zenciler Birbirine Benzemez'de yazarın Paris'te yaşadığı yıllara ait deneyimlerinin ve gözlemlerinin karakterlere yansıdığı görülür.
Yazarın "olgunluk dönemi" diye tanımlanabilecek edebiyat süreci Kurtlar Sofrası ile başlar. Sokaktaki Adam'da ne istediğini değil, ne istemediğini bilen biri anlatmıştır. Bıçağın Ucu,Sırtlan Payı, Yaraya Tuz Basmak, Dersaadet'te Sabah Ezanları, O Karanlıkta Biz, Allah'ın Süngüleri: Reis Paşa ve Gazi Paşabu seriyi oluşturan romanlardır. Her romanda yer alan karakterler, Türkiye'nin tarihinde köşe başlarını oluşturmuş dönemlere ayna tutan aydınlardır. Eselerin de tarihi olaylar, politik ve sosyal dengelerle ele alınır. Eserlerinde toplumcu, gerçekçi bir bakış açısı sergiler.
Ve an gelir Ahmet İlhan ölür. 11 Ekim 2005'te İstanbul'daki evinde geçirdiği ikinci kalp krizi sonucu hayata veda ettiğinde 80 yaşındaydı.
Televizyon da efsane haline gelen Kartallar yüksek uçar, yarın artık bu gündür, baykuşların saltanatı en bilen dizleridir.
Ahmet Kaya’nın diller den düşmeyen ‘O mahur beste çalar biz müjganla biz  ağlaşırız’ dizeleri de Atilla İlhanındır.

Evet, o mahur beste çalacak biz de eşlik edeceğiz o mahur besteye, kasketli romantik..




KASKETLİ ROMANTİK
Atilla İlhan, 15 Haziran 1925'te Menemen'de doğmuştur. İlk ve orta eğitiminin büyük bir bölümünü İzmir ve babasının işi dolayısıyla gittikleri farklı bölgelerde tamamlamıştır. İzmir Atatürk Lisesi birinci sınıfındayken mektuplaştığı bir kıza yazdığı Nazım Hikmet şiirleriyle yakalanmasıyla 1941 Şubat'ında, 16 yaşındayken tutuklanmış ve okuldan uzaklaştırılmıştır. Üç hafta gözaltında kalmış ve iki ay hapiste yatmıştır. Türkiye'nin hiçbir yerinde okuyamayacağına dair bir belge verilince, eğitim hayatına ara vermek zorunda kalan yazarımız danıştay kararıyla, 1944 yılında okuma hakkını tekrar kazanmış ve İstanbul Işık lisesine yazılmıştır. Lise son sınıftayken amcasının kendisinden habersiz katıldığı CHP Şiir Armağanında Cebbaroğlu Mehemmed şiiriyle ikincilik ödülünü pek çok ünlü şairi geride bırakarak almıştır. 1946'ta mezun oldu. İstanbul Hukuk Fakültesi'ne kaydolmuş üniversite yaşamın da Yığın ve Gün gibi dergilerde ilk şiirleri yayımlanmaya başlamış ve 1948'de ilk şiir kitabı Duvar'ı kendi imkânlarıyla yayınlamıştır.
1948  yılında, üniversite ikinci sınıftayken Nâzım Hikmet'i kurtarma hareketine katılmak üzere ilk kez Paris'e gitmiş ve  bu harekette faal olarak yer almıştır. Fransız toplumu ve orada bulunduğu çevreye ilişkin gözlemleri daha sonraki eserlerinde yer alan birçok karakter ve olaya temel oluşturmuştur. Türkiye'ye geri dönüşünde başı sık sık polisle derde girmiş bu sorgulamalarda ki yaşananları eserlerinde işlemiştir.
1951 yılında Gerçek gazetesinde bir yazısından dolayı soruşturmaya uğrayınca Paris'e tekrar gitmiştir.  Fransa'daki bu dönem, Attilâ İlhan'ın Fransızcayı ve Marksizmi öğrendiği yıllar olmuştur.  1950'li yılları İstanbul - İzmir - Paris üçgeni içerisinde geçiren Attilâ İlhan, bu dönemde ismini yavaş yavaş Türkiye çapında duyurmaya başlamıştır. Yurda döndükten sonra, Hukuk Fakültesi'ne devam etse de son sınıfta gazeteciliğe başlamasıyla beraber öğrenimini yarıda bıraktı. Sinemayla olan ilişkisi, yine bu dönemde, 1953'te Vatan gazetesinde sinema eleştirileri yazmasıyla başlamıştır.
 Hazırlık dönemi kitapların dan Sokaktaki Adam ve Zenciler Birbirine Benzemez'de yazarın Paris'te yaşadığı yıllara ait deneyimlerinin ve gözlemlerinin karakterlere yansıdığı görülür.
Yazarın "olgunluk dönemi" diye tanımlanabilecek edebiyat süreci Kurtlar Sofrası ile başlar. Sokaktaki Adam'da ne istediğini değil, ne istemediğini bilen biri anlatmıştır. Bıçağın Ucu,Sırtlan Payı, Yaraya Tuz Basmak, Dersaadet'te Sabah Ezanları, O Karanlıkta Biz, Allah'ın Süngüleri: Reis Paşa ve Gazi Paşabu seriyi oluşturan romanlardır. Her romanda yer alan karakterler, Türkiye'nin tarihinde köşe başlarını oluşturmuş dönemlere ayna tutan aydınlardır. Eselerin de tarihi olaylar, politik ve sosyal dengelerle ele alınır. Eserlerinde toplumcu, gerçekçi bir bakış açısı sergiler.
Ve an gelir Ahmet İlhan ölür. 11 Ekim 2005'te İstanbul'daki evinde geçirdiği ikinci kalp krizi sonucu hayata veda ettiğinde 80 yaşındaydı.
Televizyon da efsane haline gelen Kartallar yüksek uçar, yarın artık bu gündür, baykuşların saltanatı en bilen dizleridir.
Ahmet Kaya’nın diller den düşmeyen ‘O mahur beste çalar biz müjganla biz  ağlaşırız’ dizeleri de Atilla İlhanındır.

Evet, o mahur beste çalacak biz de eşlik edeceğiz o mahur besteye, kasketli romantik..

9 Ekim 2014 Perşembe

GÜNE DAİR..
Bazı duygular vardır ki bireysel olmak zorun da dır. Bazı duygular da evrensel. Bireysel duygular kişiyi bağlayan değer yargılarıdır. Eleştirebilirsiniz, yargılarsınız, katılırsınız veya katılmazsınız. En nihayetinde kendi vicdanınız muhakemeyi yapar. Zararı veya yararı bireye aittir.
 Evrensel duygular ise eleştirmek, yargılamak dan daha ziyade ortak payda da birleşilir. O ortak payda herkes için aynıdır ve değişmez. Evrensen duygular acı, zulüm, adalet, savaş ve barış dır. Bunlar insanlığın ortak paydası olmadığı müddetçe gelinen nokta karanlığın çıkmazları olacaktır. 
Bu gün yaşadıklarımız en iyi örnektir. Zulüm kendimize yapılmadıysa sustuk, görmemezlikten geldik. 
Ta ki ne zaman zulüm bize döndü aklımız başımıza geldi. Sokaklara indik.
Emperyalizmin dini, ırkı, milliyeti yoktur. Irak emperyalizmin çizmesi altında ezildi. Mısır, Libya ve diğer ülkeler. Suriye de sıra. Musul, Kerkük kan ağladı insanlar sürgün edildi, zulüm gördüler, işkence ve tecavüzler. Sessiz kaldık bize olmuyordu olanlar. Ne zaman silah bize döndü sokaklara indik.
Bu sözler sadece bu örnekler için değil, dünyamızın neresinde olursa olsun yaşanan acılar insanlığın acısı olmalıdır. Bu düşünce ile bakılmadıkça çok uluslar emperyalizmin çizmesi altında ezilip gidecektir. Destek alanlar unutmayalım ki bu çizmenin çıkarı bittiğin de sizi ezmek için de kalkacak.
Ortak payda insanlık olmalı. Bir dostumun dediği gibi beş harf lakin bir evren çözülmeyen muamma varlık, insan.
Unuttuğumuz merhamettir insanlığın derin dehlizlerinde.
Evrensel duyguların ortak paydalarında birleşmediğimiz müddetçe ne ben kaybederim, ne sen kaybedersin, biz oluruz kaybeden.
İnsanlık kaybeder...

26 Eylül 2014 Cuma

YAŞAMIN İÇİNDEN

Her şehrin kendine has yaşam tarzı, zamanı ve koşuşturması vardır. Neredeyse tüm şehirlerin  özellikleri  az  çok birbirine benzer, hatta insanları bile. Oysa İstanbul öyle mi?  onu diğer şehirlerin dışında tutarım. Her şeyi ile farklıdır, hiç birine benzemez,  koşuşturması için bile daha fazla enerji harcarsınız. Aynı şehrin bir ucundan çıkar diğer ucuna ulaşmaya çalışırsın. Zamanı kovalayan şehirdir. Zaman şehri kovalar, sizse zamanı. Ne siz ona yetişebilirsiniz nede o sizi yakalayabilir. Bu kovalama içinde geçen ömrünüzün farkına bile varamazsınız.
İş çıkışıydı. Yazmaya daldığım için on dakikalık geç çıkışımın bedeli daha fazla koşuşturmacanın içinde olmam demekti. Mantomu kaptığım gibi kapağı sokağa attım.  Kapıcı iyi akşamlar derken, mantonun sol kolunu geçirmekle meşguldüm. Altı metrosunu kaçırırsam yanardım. Bir sonra ki 6.15 tıklım tıklımdı,  binmesi bir dert olduğu gibi, eve bir saat daha geç gitmemdi. Basamakları tüm hızımla indim ve akbilimi basıp turnikeleri geçtim. Adımımı atmamla metro’nun kapısı arkamdan ‘çat’ diye kapandı. Yetişmenin rahatlığı ile bir oh çekip ön tarafa ilerledim. Her zamankinden fazlaydı kalabalık.  Metrolar bana hep sıkıcı gelmiştir. Otobüste olsanız pencereden şehrin rengarenk yapay parıltısını seyre dalarsınız. Vapurda olsanız bir birine kavuşamayan iki yakayı ayıran gerdanın maviliğini martılarla seyredersiniz. Metroda seyredecek bir şey yoktur. Kulağımdaki müziğin eşliğinde iki vagonu birbirine bağlayan metal dairenin hareketindeki ahengine baktığım sırada hafif tozlu, bir kaç gün önce boyanmış kahverengi ayakkabı dikkatimi çekti. Hafifçe başımı yukarıya kaldırdım, diz izi belirgin kahverengi kadife pantolon ve üzerinde siyah kaşe bir kaban.  Kollar ise demire sıkı sıkı sarılmış.
Yüzü  göremiyordum. Görebilmek için sağa kaydım, olmadı önümde ki iri cüsseli bayan mani oluyordu. Amma da yapılı bayan, iki kişinin yerini kaplamış.
-Müsaade eder misiniz?
Kadıncağız, ‘Dur durduğun yerde geçecek ne var sanki’ der  gibi hafifçe öne eğildi.  İçimden ‘İzin isteyende kabahat, bu kımıldanmış halinse, kımıldanmamış halin nasıl acaba?’’ diye söylendim. Bir birimize yapışık vaziyetteyken geçmeye çalıştım, eh be biraz az yeseniz ölürsünüz. Kadının arkasından geçince presten geçmiş gibiydim. Adamı artık görebiliyordum. Başını önüne eğmiş, kır saçlı, hafif kel,  seyrek kırçıllı kirli sakalı vardı. Görebildiğim yüzünün sol tarafında ki kırışıklıklardı. Bir dirhem et olmayan kırmızımsı, beyaz yüzünde,  kırışıklıklar kulak memesinden başlayıp çenesinin altında bitiyordu. Aslında taş çatlasa 45 yaşlarında gibiydi. Bu yaşta bu kırışıklıklar, kim bilir neler yaşamıştır, geçim derdi belki, yılların yorgunluğu, beyaz ve kırışıklık olarak düşmüştür yüzüne..
Ne kadar süre seyrettiğimin farkın da değildim. Fakat adamcağız da tık yoktu, kolları demire kenetli, başı önde öylece duruyordu hala. Uyuyordu belki de. Bu kalabalığın içinde, yanından geçenlerin çarpmasına rağmen uyuyabiliyorsa pes doğrusu. Bir yandan da kendime kızıyordum sana ne el alemin adamından sen işine baksana, uyursa uyur. Merakımın nedenini bende bilmiyordum aslında. Bir anlık meraktı belki de.
Telefonun sesi ile başını kaldırdı,  kollarını çözüp telefonda konuşmaya başladı.  ‘Geliyorum yoldayım’’ diye cevap verdiğine göre karşıda ki nerede olduğunu soruyordu.  Kesinlikle eşidir. Biz kadınlar meraklı olduğumuzdan neler yapıldığını an be an bilmeliyiz.
-Ahmet tamam, yarım saat sonra oradayım. Hastaneden geliyorum. Çok sağ ol, bu gün biraz daha iyi. Patrona söyler misin? Şimdi bir de o söylenmesin. Kaç gündür idare ediyorsun, sağ ol kardeşim. Geliyorum hadi eyvallah.
Adamla telefonu kapatırken göz göze geldik. Kızarmış, iki pörtlek göz. Onu seyrettiğimi anladı galiba. Yoksa bu şekilde bakmazdı. Başını öne eğme sırası bendeydi. Allah’tan bir durağım kalmıştı. Durak anonsunu duyar duymaz kalabalığın koşuşturmasına karıştım, hızlı adımlarla
Benim için biten çalışma hayatı birileri için yeni başlıyordu..
Dedim ya size bu şehir uyumaz, sokakların, caddelerin yoğunluğu azalsa da yaşamaya devam eder. Sabaha daha çok zaman var. Biliyorum sana dinlenmek haram, ekmek kavgasının şehri…





20 Eylül 2014 Cumartesi

EVRENE ENERJİ


Son günlerde moda haline gelen bir düşünce akımı var. Geçenler de televizyon kanalların birinde iki akademisyen tartışıyordu. Dikkatimi çekti programı bir süre seyrettim. Düşüncenin özeti ‘’Evrene verdiğiniz enerji size geri dönüşü aynı şekilde olur. İyi ve olumlu enerji verirsek evren bize bu enerjiyi olumlu olarak yansıtır. Kötü karamsar enerjinin dönüşü ise kötü, üzücü olaylar olarak yansır’’. Sizin anlayacağınız işin özü bize polyannacılık oynayın demeye getiriyorlar. Ne kadar katılmasam da bilinç altımın bir köşesinde kalmış olacak ki dün yaşadığım olaya bu düşünceyi uygulayayım dedim.

Uzun zamandır yazı yazamamak bende sıkıntı yaratmaya başladığı sırada; dün birden mizahi bir hikaye sayfaya dökülmeye başladı. Bir yandan da bir dosta göstermek için acele ediyorum. Neyse hikaye bitti. Bilgisayara kaydet komutu verdim, acele ettiğimden bilgisayarın bekleme komutuna geçtiğini fark etmedim ve dosyanın kaydedildiğini düşünerek kapattım. Kapatış o kapatış dosya yok, ne yaptıysam bilgisayarın hiçbir yerinde yok..
Deli olacağım yetiştirmek için uğraşırken tamamen kaybettim. Bunun üzerine arkadaşım da bu süre zarfında aramadığım dan bana darılmış. Buyurun buradan yakın hangisine yanayım yazımı kaybettim ona mı ya da arkadaşın bana küsecek kadar darılmasına mı?

Bu iki üzüntü ile ben tıpış tıpış evin yolunu tuttum. Yol boyunca neden, nasıl ve niçin sorularına cevap aradım. Ben o üzüntü ile telefonun sessizde bırakmışım. Sabah telefonda çok sevdiğim birinin çağrısı. Duruma üzülsem de yapacak bir şeyim yoktu ve mesajla durumu izah ettim. Araçta aklıma geçen ki düşünce akımı geldi ve uygulamaya karar verdim. Yol boyunca kendi kendime ‘İyi düşün Türkan, bilgisayarını açınca dosyanı bulursun sen iyi düşün evrene iyi enerji yay o sana bunu yansıtacak diye diye kendimi telkin ederek geldim.

Bilgisayarı açmaya çalışıyorum açılmıyor. Bir ara açılır gibi oluyor kapkara bir ekran. İçimden ‘Hoca senin evrenle benim evren farklı demek ki’ diye söylenmeye başladım.. Neyse bir şekilde bilgisayara çözüm bulundu.
Yemekte hikayeyi yeniden yazacağıma karar verdim. Geldim bilgisayarın başına yeni bir word dosyası açıldı birde ne göreyim yan çubukta dünkü hikaye..
Çok sevindim ‘Hoca haklıymışsın senin evren benim evren aynıymış’..

11 Eylül 2014 Perşembe

11 EYLÜL



11 EYLÜL 
11 Eylül petrol coğrafyasının şekillendirildiği gün. 
Radikal İslam ile tanışmamız dolaylı yollarla olsa da kesin tanışma soğuk savaş döneminde Rusya’ya karşı Afganistan da kurulan Taliban ile oldu. Söylemleri dinsizliğe karşı mazlum insanları din adı altında korumaktı. Maddi ve silah yardımları ve lider kadronun eğitimleri CIA tarafından verildi. Radikal İslam örgütü de istekler doğrultusunda kurucu sisteme hizmet etti tabi bütün bunlar din adınaydı.
Hiçbir zaman bu oluşumun lav edilmesi düşünülmediği için aşırı faaliyetlerine ve eylemlerine göz yumuldu. Göz yumulmasında ki amaç bu yapı başka bölgelerde kullanma ve kontrollerinde olması düşüncesiydi.
11 Eylül planlarıyla Radikal İslam örgütünü hedef göstererek, petrol coğrafyasına postallarıyla, füzeleri ile silahları ile demokrasi, özgürlük söylemleri ile girdiler. Etnik, dini yapıyı kullanarak paramparça ettiler. Bundan sonra ne demokrasi toplar nede özgürlük söylemleri. Nede bu söylemlerle başka yerlere girebilirler.
Suriye parçalanmayan ve bizimde girip iki saatte alamadığımız yanı başımızda ki komşumuz da sıra. Demokrasi ve özgürlük söylemi olmayacağına göre bir süre önce El- Kaide uzantısı olan Işid bölgeye sürüldü ve Başbakan Maliki’yi devre dışı bırakıldı, demografik yapıyı değiştirildi, petrol bölgesi Kürd oluşuma bırakıldı. Bu gelişmeler tamamlanana kadar Amerika’dan kayda değer bir ses gelmedi. İlk söylemleri Irağın sorunuydu.
Bu gün 11 Eylül ve Amerika açıklama yaptı ve 475 askerini Irağa gönderiyor, ancak bu askerler muharip görevde yer almayacak. Amerika’yı tehdit eden teröristleri yenme stratejilerinin yıllar boyunca Yemen ve Somali'de de başarıya ulaştığını söyledi. İslam Devleti’nin önemli bir terör tehdidi olduğunun altını çizen Obama, bu grubun ne ‘İslami’ ne de ‘devlet’ olduğunu, kurbanlarının da ağırlıklı olarak Müslüman olduğunu söyledi. Esad rejimi meşruluğunu kaybetmiş. Obama'dan inciler nedense 11 Eylülde döküldü..
İşte size demokrasi sandık diyenlere, seçim diyenlere. Esad’a halkı evet dedi. Hem de %50 filan değil. Işid bahanesiyle hedef Suriye.. 475 askerle bunu başaramayacağına göre Türkiye bu yolda en istekli ülke olduğuna göre Amerikan askerlerini koruma görevine talip olmasın..
11 Eylül ve Suriye…
Gücün devam etmesi, karşısında ki düşmana bağlıdır. Düşman yok ise süper güçte yoktur. Rusya artık tehdit olmadığına göre süper gücün karşısında ki düşman kendi yarattığı Radikal İslam terör örgütleridir.
Radikal İslam terör örgütünü temizlemek için conin ayak sesleri Suriye ye doğru ve tarih 11 Eylül.. 
11 Eylül Amerika için niye önemli…

22 Ağustos 2014 Cuma

GÖĞE BAKMAYI ÖĞRENDİK..

4 Ağustos 1927 yılında Ankara da dünyaya gelen  yazarımız edebiyatımızın mihenk taşlarındandır. Babası Hayri beyin subay olması nedeniyle ailesinden uzaklarda yaşaması Turgut Uyar’ı derinden etkilemiştir.İlk okula başlamadan babasını kaybetmesi ile duyduğu baba özlemi  bir yanının eksik hissetmesine ve  onun naif bir kişiliğe sahip olmasında en önemli etken olmuştur. Şairimizin bu ruh hali yaşamı boyunca devam eder. Naif ruh halini şu cümlelerle kaleme alır.‘’ Hüzünlü bir çocuktum. Nedense hep ağlamaya hazır. Ağabeyim bana sataştıkça annem ’yapma oğlum o içli bir çocuk’ derdi’’  Bursa Işıklar lisesi ve askeri memurlar okulunu bitirdikten sonra Posof, Terme ve Ankara da personel subayı olarak görev yaptı.  İlk evliliği annesinin isteği kişiyle yaptı. 18 yaşında baba olan Uyar ilk eşinden olan 3 çocuğunu memurluk yaptığı yerlerde büyüttü. 1958'de askerlikten ayrılarak Türkiye Selüloz ve Kağıt Sanayisi'nin Ankara şubesinde çalışmaya başladı. Artık bilinen bir şair olmuştu ve en iyi arkadaşları arasında Cemal Süreya, Edip Cansever, Nurullah Ataç, Muzaffer Erdost vardı. Halkla ilgili şiirlerden daha çok varoluşsal şiirler yazmaya başladı. Şiirlerinde Nazım, Orhan Veli, Cahit Külebi den esintileri bulmak mümkündür. Çocukluğunda ki ağlamaklı ve sıkıntılı ruh hali ömrü boyunca devam etti. 1966 yılında eşinden ayrılıp İstanbul’a yerleştiği dönemde  Cemal Süreya ile ilişkisi bitme aşamasında olan Tomris Uyar ile şiir üzerine mektuplaşmaya başladılar. Turgut  Uyar yedi yıldır şiir yazmıyordu, Tomris hanımın sürekli mektuplarında yazmasını tetiklemek için konuşmaları, telkinleri ve ricaları  yavaş yavaş şiir yazma isteği yeniden uyanmaya başladı. Bu mektuplaşmalar 1969 da evlilik ile sonuçlandı. Yedi sene şiir yazmaya ara veren yazar yazmaya Tomris Uyarla beraber başladı ve en güzel şiirlerini ona yazdı. 12 Mart muhtarısın dan sonra öldürülen gençler onu derinden etkiler ve şiirinde başkaldırışa dönüşür.
Kanın ateşin ve seslerin böyle cömertçe kullanıldığı
böyle sorumsuzca kullanıldığı bir dönemde
herkesin şimdilik hakkı vardır hüzünlenmeye
yukarda dediğime bakma aslında
başarısız boktan bir kış geçirdik
kanımız bile doğru dürüst akmadı
bir sürü çocuğu öldürdüler.
12 Eylül darbesi de onu derinden sarsar bir şeyleri değiştirmek için yazdığı şiirler insanları ve düzeni değiştirmedi. Tüm şairler gibi yazmaya devam etti.
Eylül toparlandı gitti işte
ekim filan da gider bu gidişle
tarihe gömülen koca koca atlar
tarihe gömülür o kadar..
Darbeden dört yıl sonra siroz hastalığına yakalanır ve tedaviyi kabul etmez. 1985 yılında çok sevdiği eşinin yanında sıkıldığı bu dünyayı sessiz sedasız bırakır..

Herkesin
Bir umudu vardır,
Bir savaşı,
Bir kaybedişi,
Bir acısı,
Bir yalnızlığı,
Bir hüznü…
Çünkü herkesin bir gideni vardır,
İçinden bir türlü uğurlayamadığı…"

Sonra dalacağım kalabalığa.
Ya hep bildiğiniz o yere gideceğim.
Günüme göre.
Ya da yolüstü bir kahveye oturup
orta şekerli bir kahve içeceğim
Ne derseniz deyin ardımdan.”
Senin ardından söylenecek tek şey sana dar gelen bu dünya da bizler göğe bakmayı öğrendik. Nurlar içinde yat..

20 Haziran 2014 Cuma

Ilımlı İslam Ve Cumhurbaşkanlığı Seçimi

Ilımlı İslam; ABD ve Batı düşüncesine, yayılmacı politikalarına karşı oluşan karşıt eylemlerin önlenmesi ve sempatinin duyulması amacıyla ABD düşünce grupları tarafından geliştirilen, İslam’a protestan yaklaşımla oluşturulan ılımlı kelimesi ile yumuşatılmaya çalışılan fakat temelinde emperyalizmin zulmünü onaylatma düşüncedir.
Bu düşünceni temeli William Christian Bullitt’in 1946’da otaya koyduğu soğuk savaş kuramına göre Tanrı tanımaz Komünizme karşı dine dayalı federasyonlar bölgesel federasyonlara dayanır.

Avrupa federasyonu :  Hristiyanlık
Ortadoğu federasyonu: Müslümanlık
Asya federasyonu: Konfiçyusçuluk

Üzerine yapılandırılacak ve Sovyetler yıkıldıktan sonra kurulan bölgesel federasyonlar tek dünya düzeni içinde eritilecektir. Soğuk savaş süresince  Türkiye’yi din devletine dönüştürülecek ve Ortadoğu da yeniden Osmanlılaştırmaya çalışılacak. Bu çalışmalar  Türkiye de 1947 yılında imzalanan FULBRIGHT Antlaşması ile ilk adımları atılır. Milli eğitimimiz Amerika ve Türkiye hükümeti ile ortak komisyon kurularak eğitimimiz Amerikalı uzmanlar ve CIA birimleri tarafından düzenlenir.  Bu düzenleme ile dini meslek okulları açılmaya  ve okullarda din dersi okutulmaya başlanır.  1950’de tekke ve zaviyelerin ziyarete açılmasını öngören yasa TBMM geçirilir. Demokrat partinin din eksenli söylemleri ve politikaları ile uygulamaya geçilmiştir.

Dinler arası diyalog ve hoşgörü projesi ile ilgili ilk çalışmalar Konsil tarafında görüşülmek üzere 1962 yılında toplanır. 1960 ve 1970 yıllarında ülkemizde ki gelişmelerde ise dini  komünizme karşı  dini akımlar ve siyasallaşmalar başlamıştır.  
1963 yılında Fethullah  Gülen  Komünizimle mücadele derneğinin ikinci şubesini Erzurum da kurmuştur. 1969’da Necmettin Erbakan’ını kurduğu Milli Nizam Partisi ile siyasallaşan milli görüş akımının temelleri atılmıştır.  Özellikle Özal döneminde dini akımlara yakınlığı ile dini eğilimler artmaya başladı. Özellikle milli görüşün 1996 ve 1997 yıllarında Doğru yol partisi ile hükumetin büyük ortağıydı.  Kapatılmalar ve tekrar yeni isimlerle açılan milli görüş düşüncesi 2000 li yıllara kadar geldi.  Gülen akımı ise siyasi yönetimle iyi ilişkilerin sonucunda devlet yapısına sızma faaliyetleri başlar. 

21 Ekim 2004 Yılında ilk kez İspanya başbakanı ‘Zapatero’  BM konuşmasında Medeniyetler ittifakını  ortaya atar bunun içinde ılımlı bir İslam’ a ihtiyaç vardır.  Bunun içinde  Milli görüşün yumuşatılması gerekiyordu. Milli görüş katı, ülkeye dönük çizgisi olan, ağır koşullarda çalışan yoksul sınıfa hitap eden, silahlı saldırıyı savunan bir görüntüye sahipti.   Bu dönemde yayılan Gülen cemaati ise  gönüllü ve cemaat yapısı olmayan, orta ve akademisyen sınıfa hitap eden, bulunduğu ülke ve koşullara göre değişken davranan, silah yerine diyalog, medya ve eğitime ağırlık veren, çoğulcu demokrasiden bahseden, yönetimle barışık yapıya sahip olması Gülen cemaatinin IDIZEM( Münih kültürler arası diyalog merkezi) nin işini kolaylaştırıyordu.  Fakat  cemaat yapısına siyasi yapı kazandırmak kolay değildi. Milli görüşün içinde ki bir grupta Cemaat düşüncesinde idi. Gelen Amerikalı temsilciler bile Erbakan yerine bu grubun ileri geleni Tayip Erdoğan ve Abdullah Güle ile görüşüyorlardı.  Destekler ile Kasım 2012 de Adalet Kalkınma Partisi ile ılımlı İslam düşüncesi siyasallaştı.  Önündeki TSK, Yargı ve Bürokrasi zamanla etkisizleştirildi.

Ortadoğu da ise başta İran, Suriye, Irağın başı çektiği ülkelerin Amerika ve Batıya karşı olan katı savaşçı tutumlarının yıkılması ise mezhepler üzerinden olacak sürekli çatışan ve radikal İslam grupları oluşturularak parçalama hedefleri. Bunu Rusya ya karşı Afganistan da denemişlerdi.
İşte Ilımlı İslam ve Medeniyetler ittifakının kısa gelişimi. Bu günlerde sürekli tartıştığımız Cumhurbaşkanlığı seçimi. CHP ve MHP nin önerdiği aday ile  amaç bireyselleştirildi.  Toplumun yarısının tepkisi Ilımlı İslam düşüncesinden doğan yönetim anlayışına tepki göstermektedir.  Görünen o ki başta Amerika olmak üzere küresel güçlerin  Ortadoğu da hedeflerine  ulaşmak için Türkiye de Ilımlı İslam projesinin devam etmesini istiyorlar.
Bireysellikten uzaklaşıp bütüne yönelmek durumundayız. Ilımlı İslam,  aday gösterilen kişiyi seçerek devam mı edeceğiz ya da alet olduğumuz ülkemiz ve Ortadoğu’nun parçalanma projesine hayır mı diyeceğiz ?

Kaynak: Türkiye’nin siyasi intiharı- Yeni Osmanlı tuzağı. Cengiz Özakıncı
Atilla Coşkun. Oda TV
www.vikipedia.org


6 Haziran 2014 Cuma

SEÇİM ÖNCESİ SEÇİM SONRASI

Yenilenen seçimlerin gösterdikleri ne bakılırsa AKP nin oy kaybı var.  İki ili ve on iki beldeyi  kaybetti.  Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesin de istenmeyen bir durum olduğu gibi seçimlerin o kadar kolay olmayacağının da bir göstergesidir.  AKP’nin % 51 oy alması gerekiyor. Bu oyu tek başına alması mümkün görünmüyor. Yerel seçimler,  genel seçim havasını ve kutuplaşmayı beraberinde getirmişti.  Cumhurbaşkanlığı seçimi de aynı mantık ölçüsünde olacaktır. O zaman AKP  meclis de ki partilerden birinin oyunu alması gerekli. MHP ve CHP olmayacağına göre BDP yeni adıyla HDP olması kesin.  Bu yargıya nereden vardık. Bunu da son günlerde dağa kaçırılan çocukların annelerin yaptığı eylemler. PKK’nın uzun zamanlardır dağ kadrosunu ikna edilen gönüllüler, mecburiyetten katılanlar ve kaçırılan gençler oluşturmaktaydı.  Bu durum yıllardır bilinen gerçeklerdi.  Bu gün gündeme gelmesi sadece planlanmış bir oyun. Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde PKK ile görüşmelerden rahatsız olan kesimin oyunu alabilmek içindir. BDP ile didişmelerin yegane sebebi de budur.  Anlamamız gereken tek şey bunun danışıklı dövüş olduğudur.   Mit’in Oslo görüşmeleri ile her şey ayarlandı uygulaması Cumhurbaşkanlığı seçimine bağlı.  Onun için bu seçim hem AKP, hem PKK için çok önemli.

Bunu rakamlarla açıklamak gerekirse;  30 Mart 2014 seçimlerinde partilere göre oy dağılımı:  AKP:  % 45.6, CHP: % 27.8, MHP: %15.2,      BDP: % 4.2, SP: %2, HDP: %1.9, BBP: %1.1, Diğer partiler: % 2 
Görüldüğü gibi AKP, BDP ve HDP’ nin oy oranları toplamı % 51.7 eder ve seçilmek için yeterlidir. Bu durumda CHP Ve MHP nin çıkaracağı ortak aday çok önemli. Bu iki partinin oy oranı % 43 ve seçilmek için yeterli değildir. Belirlenen adayın SP ve BBP oylarını ve diğer partilerin oy oranın en az % 1 ni alması gerekir.  Geriye açık kalan %4 oy oranı da AKP tabanından gelmesi gerekir. Yaşanan olaylardan AKP tabanında yaşanan bir rahatsızlık var. Bu rahatsızlık iyi değerlendirildiği takdirde ortak adaya kayması elzemdir. Ülkede yaşanan kutuplaşmanın sebebini onlarda çok iyi bilmekteler.  Ayrıca Başbakanın aday olduğu takdirde partinin eski gücünü kaybedeceğini düşünen ve başbakan kalması gerektiğini düşünen kitlede az değil. Onun için belirlenen adayın bu kitlelere hitap etmesi gerekmektedir. Başbakanda bunu bildiği için satranç tahtasında beklemededir. 

Geri adım atma olasılığı var mı? Bana göre var. Buda çıkarılacak ortak adayın yukarıdaki belirlenen oy oranını almasına bağlı. Muhalefet böyle bir adayı çıkarmayı başarabilirse Başbakan adaylığını açıklamayacak ve üçüncü kez seçilme maddesinin tüzük değişikliğine gidecektir. Açıklanan adayın bu oyları alma olasılığı düşük olursa Başbakan adaylığını açıklayacaktır.
Muhalefetin bu konuda tüm önyargı ve çıkarlarını bir kenara bırakarak güçlü bir adayı öne çıkarmaları gerekir.


3 Haziran 2014 Salı

Haziranda ölmek zordur. Nurlar içinde yat memleket sevdalısı, çınarlar gölgen olsun...

Nazım Usta seni nasıl anlatmam gerekir, hayatını mı, şiirlerini mi, vatan sevgini mi, komünistliğini mi, vatan hainliğini mi, sevdalarını mı, mahpushaneleri okullara çevirdiğini mi hangisini anlatayım. 
Ailesi
En iyisi kısa hayat hikayenden başlamak;  Anne tarafından büyük dedesi asıl adı Karl olan Mehmet Ali Paşadır. Aile içi geçimsizlikten dolayı Fransız yetim hanesine verilir. Gemilerde miçoluk yapar. Hamburg’dan kalkan gemi İstanbul’a gelen 12 yaşında ki Karl,  denize  atlar ve yüzerek Kız Kulesine çıkar. Gemiye dönmek istemediğini söyleyen Karl iki ülke arasında politik sorun yaratır. Osmanlı sadrazamı Ali Paşa sorunu çözer ve kendisine Mehmet Ali ismi verilir. 2. Abdülhamit döneminde paşalığa kadar yükselir.  Yahya Kemal Bayatlı ya  Sessiz Gemi şiirini yazdıran annesi Celile Hanım yüzerek Kız Kulesine sığınan küçük Karl’ın torunudur. Teyzesi Münevver Hanımda Oktay Rıfat’ın annesidir. Babası Hamburg Konsolosluğu yapmış Hikmet Beydir.
Kısa Yaşamı
Nazım Usta 1918 yılında Heybeliada Bahriye okulundan 8. olarak mezun oldu. 1920 Yılında milli mücadeleye katılmak için arkadaşı Vala Nureddin ile aileden habersiz Anadolu’ya kaçar. Bolu da öğretmenlik yapar ve 1921’de Moskova’ya eğitim için gider. Devrimin ilk yıllarında Komünizm ile tanışır. 1924 yılında ilk şiir kitabı yayınlandı. Bu dönemde Türkiye ye döndü ve Aydınlık dergisinde yazdığı şiir ve yazılarından dolayı 15 yıl hapis cezasına çarptırılınca tekrar Moskova’ya kaçtı.  Moskova da bulunduğu süre içinde iki evlilik gerçekleştirdi. Birincisi orada görevli bir Türk ailesinin kızı olan Nüzhet Hanım ile kısa bir evlilikti, ikincisi ise bir Rus kızı olan Dr. Lena ile memleket hasreti yüzünden sona eren bir evlilik...1928 yılında çıkan af kanunundan yararlanarak Türkiye’ye döndü ve Ay dergisinde yazmaya başladı.  1935’de büyük aşkı üç çocuklu Piraye Altınoğlu ile evlenir. Dört kişilik aile geçimini dergide yazdığı yazıları ile karşılar. 29 Mart 1938'de "askeri kişileri üstlerine karşı isyana teşvik" suçuyla 15 yıl ağır hapse mahkûm edildi. 10 Ağustos 1938 günü başlayan davada, on dokuz gün sonra, 29 Ağustos 1938'de, "askeri isyana teşvik"ten, 20 yıl ağır hapse mahkûm oldu. İki cezası birleştirilince 35 yıl tutuyordu. Mahkeme bunu çeşitli gerekçelerle 28 yıl 4 aya indirerek karara bağladı. 15 Temmuz 1950 yılına kadar Çankırı ve Bursa ceza evinde geçen yıllarda başta Orhan Kemal olmak üzere bir çok kişiye Fransızca, siyaset, edebiyat dersleri vererek öğretmen rolünü üstlenmiştir. Hatta hapishane yönetimi ile zorlu mücadele sayesinde mahkumlar için çeşitli atölyeler kurdurarak çalışmalarına ve üretip kazanmalarını sağlamıştır. Hapisten çıktıktan sonra çürük raporu olmasın rağmen askerliğin yapılmaması nedeni ile göz altına alma olayları gündeme gelince Romanya üzerinden Moskova’ya kaçar. 25 Temmuz 1951 yılında da Bakanlar kurulu kararı ile Türk vatandaşlığından çıkarılır.
1955 Yılında kendisinden bilgi almaya gelen Valentina’nın yardımcısı Veraya bir anda aşık olur. Fakat aşık olduğu kızın evli ve bir kızı olduğunu bir yıl sonra öğrenir. 3 Haziran 1963 sabahı geçirdiği kalp krizi onu Vera’sından ayırır.
Şiiri hece ölçüsünden kurtararak

Davet 

Dörtnala gelip Uzak Asya'dan 
Akdenize bir kısrak başı gibi uzanan 
Bu memleket bizim! 
Bilekler kan içinde, dişler kenetli 
ayaklar çıplak 
Ve ipek bir halıya benzeyen toprak 
Bu cehennem, bu cennet bizim! 
Kapansın el kapıları bir daha açılmasın 
yok edin insanın insana kulluğunu 
Bu davet bizim! 
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür 
Ve bir orman gibi kardeşçesine 
Bu hasret bizim! 

Mavi Gözlü Dev, Minnacık Kadın ve Hanımelleri 

O mavi gözlü bir devdi. 
Minnacık bir kadın sevdi. 
Kadının hayali minnacık bir evdi, 
bahçesinde ebruli 
hanımeli 
açan bir ev. 

Bir dev gibi seviyordu dev. 
Ve elleri öyle büyük işler için 
hazırlanmıştı ki devin, 
yapamazdı yapısını, 
çalamazdı kapısını 
bahçesinde ebruli 
hanımeli 
açan evin. 

O mavi gözlü bir devdi. 
Minnacık bir kadın sevdi. 
Mini minnacıktı kadın. 
Rahata acıktı kadın 
yoruldu devin büyük yolunda. 
Ve elveda! deyip mavi gözlü deve, 
girdi zengin bir cücenin kolunda 
bahçesinde ebruli 
hanımeli 
açan eve. 

Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev, 
dev gibi sevgilere mezar bile olamaz: 
bahçesinde ebruli 
hanımeli 
açan ev..