26 Kasım 2015 Perşembe

ALDATILDIK MI?

Birileri savaş tamtamlarını çalmaya hazır beklerken, uçak olayı ile tamtamlara vurmaya başladılar.   Ama sahne gerisi ile, sahne önü çok farklı oysa. Sahne önüne çıkan Amerika, Fransa ve Nato temsilcileri gerilimi düşürme mesajları vermekte.  Biz bir kere kabadayılandık aldığımız desteğe dayanarak uçağı vurduk. Ben egemenliğimizi tehlikeye düşüren durumlara cevap vermeyelim demiyorum. Ebette vereceğiz. Ama neden şimdi? Sorusunu sormadan edemiyorum. Yaşanan çok daha başka olaylara ses çıkarmayan biz,  neden şimdi bu davranışı yaptık. Biraz geriye gidip olayları bir hatırlayalım.
·         Bir hafta önce gerçekleşen G-20 zirvesinde Rusya ile sıcak temaslar
·         23 Eylül 2015 Rusya’nın başkenti Moskova da 10 bin kişilik Merkez cami açılışı yapıldı. Bu açılışı devlet Başkanı Vladimir Putin ve Rusya Müftüler Konseyi Başkanı Ravil Gaynuddin gerçekleştirdi. Açılış törenine Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas da katıldı. Tataristan Cumhurbaşkanı Rustem Minnihanov, Çeçenistan lideri Ramazan Kadirov, İnguşetya ve Dağıstan liderleri ile Müslüman ülkelerden çok sayıda temsilcinin yer aldığı açılış törenine basının, hatta dünyanın ilgisi yoğundu. Erdoğan ve Putin’nin samimi pozları dikkat çekti. Açılış töreninde bir konuşma yapan Rusya Devlet Başkanı Putin de İslamiyet'in Rusya'nın geleneksel bir dini olduğunu, milyonlarca Rus vatandaşının kendisini Müslüman olarak tanımladığını ifade etti. Camii'nin Rusya'nın önemli merkezlerinden biri haine geleceğinden emin olduğunu belirtti. Çok sıcak pozları görsel basından seyrettik..
·         Lozan da verilmeyen 16 ada, Türk toprağı olmasına rağmen, AKP Hükümeti tarafından 2004 yılında işgal ve ilhakına sessiz kalınarak Yunanistan’a alenen verilen 16 ada ve 1 kayalık, Yunanistan Güney Ege bölgesindeki ada sayısını 14 ten 30’a çıkarttı. Ayrıca dönemin Başbakanı Türk Silahlı Kuvvetlerine işgali önlemek için direktif bile vermedi. Yunanistan’a adaların boşaltılması için nota bile gönderilmedi.
İz­mir, Ay­dın ve Muğ­la il sı­nır­la­rı içe­ri­sin­de bu­lu­nan bu ada­lar­da Yu­nan Bay­ra­ğı dal­ga­la­nı­yor, Yu­nan as­ker­le­ri do­la­şı­yor. İş­gal al­tın­da­ki ada­la­rı­mı­za pa­sa­port ile gi­ri­yo­ruz. Ada­la­rı­mı­zın çev­re­sin­de­ki ka­ra­su­la­rı­mız Yu­nan Sa­hil Gü­ven­lik Bot­la­rı ta­ra­fın­dan her­gün ih­lal edi­li­yor ( Sözcü gazetesinde Mil­li Sa­vun­ma Ba­kan­lı­ğı es­ki Ge­nel Sek­re­te­ri Al­bay Ümit Ya­lımın sözleri)  Ege de denizinde 3 mille sınırlandırıldık.
·         Yunanistan’da, 25 Ocak 2015 tarihinde yapılan seçimlerden sonra işbaşına gelen Çipras Hükümeti’in Savunma Bakanı Kammenos, 30 Ocak 2015 tarihinde Kardak Kayalıkları bölgesine helikopter ile gelerek denize çelenk bırakmıştır. Türk Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, hava sahası ihlali olmadığı belirtilmiştir.·         IŞİD gibi diğer İslami terör örgütlerinin ve cihatçıların Suriye ye girip çıkmak için Türkiye’yi topraklarını ve sınırlarını kullandıklarını bilmeyen kalmadı. Kendilerini cihatçı olarak kabul eden Suriye muhalifleri Türkiye’nin hastanelerin de tedavi edildi. Basında çarşaf çarşaf resimleri ye aldı.
·         Irağın işgalinden sonra;  22 Ağustos 2003, Telafer Katliamı,  9 Eylül 2004, Telafer Katliamı (yaşanan ikinci katliam),  21 Şubat 2005, Musul Katliamı 24 Eylül 2005, Yengice Katliamı 10 Mart 2006, Karatepe Katliamı,  4 Haziran 2006, Kerkük Katliamı 13 Haziran 2006, Tavuk Katliamı 8 Haziran 2007, Amirli Katliamı 7 Temmuz 2007 katliamları takip etmiştir. Saddam’ın devrilmesinden sonra Musul ve Kerkük teki Türkmenlere yapılan baskılar ve zulümler sonucunda bulundukları yeri terk etmeye zorlanarak demografik yapıyı değiştirmek için Kürtler yerleştirilmiştir. Bu gün ise IŞİD bahane ederek Barzani güçleri Peşmergelerin Kerkük’e girerek şehri ele geçirildiği bilinmektedir. Türk hükümeti bu konuda hiçbir yaptırım uygulamadı aksine Barzani ile kol kola karelere poz verdiler ve ticari anlaşmalar yapıldı.
·         Açılım nedeniyle PKK’nın güçlenmesine, bölgede güvenlik güçlerini istismar edici davranışlara ve saldırılara ses çıkarılmadı. Bu gün ise mücadelede sonuna kadar gidileceği vurgulanıyor.
Yukarıda birkaç madde de ki olaylara bakınca, ülkemizin egemenliğine kastedilen birçok neden varken kayda değer bir yaptırımın yapılmadığı aşikârdır.Ne kadar mantıklı bulursunuz bilemem ama bir kaos ortamı yaratılarak, başkanlık sistemi mi dayatılacaktı, acaba?Tarihte gerek bizi gerekse Rusları destekleyerek bizleri savaşa itseler de, bu gün coğrafyada güçlü iki ülkenin birbirine çok ihtiyacı var. 
Savaşı göze alabileceklerini düşünmüyorum. Bir oyun planlandı ve iyi oyuna geldik.
Aldatıldık değil mi?

10 Kasım 2015 Salı





BİR DÜŞÜNÜN.
Bir Kemal düşünün kalpaklı karlar üstünde.
Bir Kemal düşünün atın üstünde cepheden cepheye koşan.
Bir Kemal düşünün çocuktan daha çocuk, gülüşlerde..
Bir Kemal düşünün albayraklı Edirne'den Kars'a.
Bir Kemal düşünün trenle Hataya yol alırken.
Bir Kemal düşünün zeybek oynarken.
Bir Kemal düşünün bağdaş kurup türkü söylerken.
Sarı saçlı, mavi gözlü bir dev düşünün, Samsun'dan doğan.
Amasya, Erzurum ve Sivas dan yükselen.
Ankara bozkırlarından dünyaya meydan okuyan devin arkasında
bir millet düşünün..
Ölümünde dünyanın ağladığı bir lider düşünün..
Bir insan düşünün, milletiyle var olan.
Bir on kasım düşünün..
Türk milleti Ulu önder Atatürk'ü saygıyla, sevgiyle ve rahmetle anmaya devam edecek...

























9 Kasım 2015 Pazartesi

dipKöşe: SARAYSIZ BAŞKAN' NIN DİĞER YÖNÜ

dipKöşe: SARAYSIZ BAŞKAN' NIN DİĞER YÖNÜ: Türk Siyasetinde haksız kazançlar ve hırsızlıklar ayyuka çıktığı için mi fakir bir Cumhurbaşkanı’nı  binbir gösterişle karşıladık. Bu dur...

SARAYSIZ BAŞKAN' NIN DİĞER YÖNÜ

Türk Siyasetinde haksız kazançlar ve hırsızlıklar ayyuka çıktığı için mi fakir bir Cumhurbaşkanı’nı 
binbir gösterişle karşıladık. Bu durum gösteriyor ki halk olarak dürüst siyasetçilere ve  siyaseti kazanç, zengin olma, sarayları yaşam yeri  görmeyen, bizim gibi bizden ve vatandaş gibi yaşayan liderlere ihtiyaç var .
            Dünyayı demokrasi ve barış adı altında kan kusturan Emperyalist Amerika’nın başkanı Oboma’yı bir hamburgerci de  yada ışıklarda beklerken yada alışverişte sıraya girdiğini haberlerden dört gözle ve hatta iç çekerek seyrediyoruz yada Uruguay başkanı Mujica ‘yı fakir ve mütevazi yaşamıyla basına günlerce taşıdık. Bavulunu kendi taşıyan, korumasız sıradan insanları gıptayla izledik. Belki de ah nerede bizdekiler dedik,  korumalı, son model zırhlı araçlar, kaç bin dolarlık saatler ve kravatlar, saraylık köşkler, hamamlar, gemiler…diye gider.
            Uruguay başkanının bu özellikleri tamam ama hakkındaki diğer özellikleri vermeliydi  basınımız.
Ha !bende araştırma sonucunda öğrendim. Araştırır iken, ilk Haber Türk’ te Murat Bardakçı’nın yazısına rastladım. Sonra acaba mı? dedim ve araştırmaya devam ettim.
            Evet, Mujican ‘dan başlıklar buyurun sizde okuyun ..
1.      Ermeni soykırımlarını ilk onaylayan Ülke ( 1965)
2.      Uruguay’ da ki Ermeni soykırımını anıtını bizzat açan Mujica ( 24 Nisan 2010)
3.      Ermeni Soykırım 100. Yıl Komitesinin onursal üyeliğini kabul eden (Ocak 2015)
4.      Türkiye için sarf ettiği sözler ‘Türkiye tarihinin karanlık sayfaları ile yüzleşir ve işlediği vahşet suçunu kabul ederek sorunu çözebilir’ .(zekeriyatumer.blogspot.com.tr, www.haber365.com.tr )

Uruguay Yasasına göre (26 Mart 2004 )
Önerge Numarası 17.752
Madde 1. 24 Nisan 1925 katliamın kurbanlarına saygı onuruna ‘’ Ermeni Şehitlerini Anma Günü ‘’ olarak ilan eder.
Madde 2. Uruguay Milli yayın servisi ( SODRE) ve diğer radyo ve televizyon servisleri, bu günde bu olayı tanıma yayınına pay verme görevini taşırlar.

Size sadece birkaç bilgi aktardım. Evet ülkesinde ki mücadelece ruhu ve yaşam şekli takdire şayan lakin bu örnekler beni rahatsız etti. 
Ermeni soykırımını kabul eden bir lidere hayranlık duyamam.
Biz vatan savunması yaptık. 

         

11 Eylül 2015 Cuma

ÇAY SEVDASI




İnsan zekası ne geçmişte ne de gelecekte çözülebileceğe benzemiyor.  Bu gün daha şanslıyız.  En azından beyinin kullanım oranının %0.05 artması bile insan oğlunun neleri başardığının bir göstergesidir. Atalarımızın ışık yılı öncesinde, insansız olarak gidebildikleri uzayda,  bizler üsler kurup yaşıyoruz. Dünyamıza bağlı beş yörünge ve bu yörüngelere bağlı 20 galaksi ve her galakside en az 46 yaşam üslerimiz var. Ben,  ikinci yörüngenin altıncı galaksisinin on ikinci üssünde çalışıyorum. Bütün bunlar  %0.05 lik artışla yaptık. Bir o kadar daha artarsa neler olabileceğini varın siz düşünün. .  Bazen de bu çözülemeyen beyinin ne kadar boş şeylerle uğraştığına tanık olmamak mümkün değil. Boş da olsa beyin ilerlemesi için bir şeylerle uğraşması,  düşünmesi ve üretmesi gerektiği kanaatine vardım. Tabi bu kanaate üçüncü yörüngenin, yedinci galaksinin, altıncı üssünde projelerden sorumlu arkadaşımın fikrini duyunca karar verdim.
İki ışık günü önce,  yörüngelerde ki galaksiler bir araya gelip Neron galaksisinin fütursuz saldırılarına karşı ortak savunma ve saldırı stratejilerini belirlemek için bir araya geldiğimiz toplantı beklenenden daha uzun, tartışmalı ve yorucu geçtiğinden galaksilerde oyalanmadan hemen üsse döndüm ve dinlenmek için daireme çekildim. Sabah aceleyle çıktığım için kahvaltı tabletlerin kutuları ortalıktaydı. Bu yorgunluğun üzerine dağınıklığı toplasam mı toplamasam mı derken kulağıma görevden döndün mü sinyali geldi. Ne desem, döndüm desem şimdi kimseyle uğraşacak halim yok, dönmedim desem toplantı yerine giderse,  yalanım ortaya çıkar oda olmaz. İstemeye istemeye ‘döndüm’ dedim.  Tekrar bir sinyal ’10 salise içinde ordayım’. Hemen yorgun düşüncemi toplamaya çalıştım. Masadaki kutulara yoğunlaşıp hepsini çöp gözünde topladım. Bir yandan da yatak için yoğunlaşmaya çalışıyordum. Bu zamanın en önemli problemi yorgunlukların düşüncelerin yoğunlaşmasını engellemesidir. O zaman küçük bir işi yapmak bile işkenceye döner. Benim işlerde işkenceye döndü anlayacağınız. Kapıda ki kırmızı ışığın yandığında yatağımı yatak gözüne kapatmış, koltuk gözünden iki koltuk çıkarmıştım. Kapıyı açmak için mavi ışığa dokundum. Arkadaş yarı aralanan kapıdan içeriye girmişti bile. Yüzünde belli belirsiz düşüncelerini kurcalayan bir şeyler var gibiydi. Sağ duvarda ki koltuğu alıp sol duvarın yanına koyunca düşüncemin doğru olduğu kesinleşmişti. Genelde bu davranışları kararsızlığının belirtisiydi. Bana göre hiç fark etmiyordu, koltuğun o köşe ya da bu köşede olması. Zaten 3 metre karelik alanda üç duvarın üçü de aynıydı. Bende diğer koltuğu karşısına çektim. Konuşmadan bir süre öyle durdu. Ne düşündüğünü merak ediyordum.  Üs yasalarına göre iş haricinde düşünce okuma algımızı açmak yasak olduğundan düşüncesini de okuyamıyordum. İnsanın en önemli özelliklerinden olan merak duygusunu korumak amacıyla alınan bir karardı. Sessizliği bozmak için ‘film seyredelim mi’  diye sordum.
-       Olur, ışık yılı öncesi olsun, lütfen.
-       Ooo sen yine eskilere gittin, sen seç. Çayda içeriz değil mi?
Çaya hayır demeyeceğini bildiğim için, cevap vermesini beklemeden kutudan iki adet alıp koltuğuma oturdum. Tesadüf o ki  2015 yılının filminde de atalarımız deniz kenarında çay içilirken görüntüleri vardı. Çay tabletlerinin kağıtlarını açarken’ Deniz nasıl bir şeydir, sıvı çay nasıl içilir’ sorusu ile karşılaşınca çok şaşırdım ve ne söylesem diye düşündüm bir an.
-       Herhalde bizim uzay gibi sonsuz bir yerdir.
Yine bir sessizliğin içine daldık. Aslında ışık yılı öncesi filmleri bende çok seviyordum. Bu yorgunluğun üzerine arkadaşın sessizliği ve bu filmler düşüncemin yoğunlaşmasına ilaç gibi geldiğini düşünürken, bir anda sorular peş peşe gelmeye başladı. ‘Nasıl çay yapılır, tadı nasıl acaba, çaydanlık nasıl olur?’ İşte buyurun iyi ki de sessizlik dedim. Boş ver desem de vazgeçmeyecekti. Ona en iyi cevap ‘istersen dene’ idi.
-Deneyeceğim, benimle çay içmeye var mısın?  Sorusu karşısında bir süre duraksadım. Olması mümkün olmayan bir şey, olur dersem ne olacak sanki,  hevesini kırmak istemediğim için ‘içerim elbette’ dedim. Bir yandan da galaksi sisteminde ki keepler-186 gezegenine göndereceğimiz aracı,  gezegenini çekim sistemine girmeden yörüngede nasıl tutacağımı düşünüyordum. Bunu başarmak Neron saldırılarını imkansız kılacaktı. Benim yaşadığım sıkıntıyı bile bile bizim arkadaşta boş işleri kendine dert edinmişti. Bu olayın üzerinden on ışık günü ya geçti ya geçmedi, üsse dönmek için hazırlık yaparken, kulağımda bizim arkadaşın sesi. ‘Sözün vardı, seni bekliyorum üsteyim hemen gel’ sıkıcı bir günden sonra bu teklif iyi gelmişti ‘tamam geliyorum’ verdiğim söz ise hiç aklıma gelmiyordu.
‘Yaklaş masaya, bak bunlara’ gördüklerim neredeyse göz algı sinyallerimi devre dışı bırakacaktı. Bardak, çaydanlık ve kaşıklar neredeyse 2015 yılından çıkıp gelmişti.
-Nasıl yaptın bunları
-Şimdi sözünü tut bakalım, gidiyoruz uzay boşluğunda çay içmeye, çabuk ol..
-Böylemi, üsse bağlanmadan.
-Evet, hadi çabuk ol. Merak etme boşluk seni yutamaz..
Ne yapacağımı şaşırmıştım. Kaçış yolu bulmak için çabalarken, yakamda ki üs tanımlama çipimin yerine takmak için bir santimetre boyutunda kartı uzattı. Korkumu gidermek için kartın boşlukta çekim kuvveti üreterek sürüklenmemize nasıl engel olacağını açıklıyordu. Kaçışım yoktu.  Aynı kartın biraz küçüğünü içine bardak ve çaydanlığı koyduğumuz kutuya taktı ve üssün ana kapısına yöneldi.
-Işınlanamayız, biraz yürüyeceğiz.
Üssün kapısına geldiğimizde bacaklarım titriyordu. Kapı açıldığında sonsuz yıldızlarla dolu, karanlık boşlukla yüz yüzeydim. Söz verdiğime bin pişmandım.
-Sadece benim yaptıklarımı yap telaş etme, sakin ol. Ayağını dışarıya uzattığı sırada, aklıma daha önce bu kartları deneyip denemediği geldi.
-Sen bu kartları denedin mi? Soruma duygusuzca aldığım koca bir hayırdı. Bir iki salise içinde boşlukta bana elini uzatmış bekliyordu. Mümkün olmaz denilen bir şeyi başarmıştı. Uzatılan bu ele güvenmemek için hiçbir sebep yoktu. Evet, bizim yüzyılımızın denizi de uzaydı. Bardaklar elimizde boşlukta kaybolmadan sıcak çaylarımızı yudumlarken, çıkış kapısının uyarı sinyali boşluğun sessizliğini yırtarcasına haykırıyordu. Çığlığı duyanlar kapının önüne yığılmış, hayretler içinde bizi seyrediyordu. Bizse kimseye aldırış etmeden çaylarımızı yudumlarken, kaptanın ‘hemen üsse dönün’ sinyali kulaklarımız yankılandı.
İkimizi de kapıda iki muhafızın olduğu her tarafı öldürücü ışınlarla korunan hücreye kapatıldık. Üsse ihanet suçundan suçluları attığım yere kendim atılmıştım.
-Bir çay yüzünden ne hale düştük, bir bak şu halimize. İhanetten yargılanacağız.
-Merak etme, sen Neron’a yapacağın saldırı stratejin hazır mı?
-Hazırda, ne ilgisi var onun şimdi.
Biraz önce seni hayal kırıklığına mı uğrattım sorusunda ki ses tonu ona karşı yaşadığım endişemi anlamış olması beni çok üzdüğünden sessiz bir şekilde ‘hayır’ cevabını verebildim. Tabi yüzüne bakmadan başım önde sessizce. Birkaç salise sonra muhafızlar eşliğinde komutanın karşısına çıktık. Komutanın bu kadar hiddetlendiğini ilk defa görüyordum, bağırdıkça algı çipleri neredeyse dışarı fırlayacak gibi oluyordu. Sizden açıklama bekliyorum sözünü duyar duymaz arkadaşım hemen atıldı.
-Keepler-186 araç projesi için deneme testi yapıyorduk cevabı karşısında aniden başımı çevirdim, bakışlarında ki güven duygusu komutanın doğrumu sorusuna tereddüt etmeden evet demeye itti.
-Beş ışık günü içinde proje bitmiş olacak.
-Tamam, bu süre içinde araştırma üssünden çıkmayacaksınız.
Beş ışık günü içinde arkadaşım yedi mikron kalınlığındaki kartın içine aracı uzay boşluğunda tutacak manyetik dalgalarıyla,  keepler- 186’nın çekim dalgalarına zıt dalgaları yerleştirmeye çalışırken bende yeni saldırı strateji planların hazırlığı içindeydim.
Gezegen komutan yardımcısı olarak üslerin denetimi sırasında ‘benimle çay içer misin’ sinyalleri beynime ulaşır ulaşmaz araçla ana üsse gitmek için koordinatları hemen çipe yükledim. Boş yer var mı diye bakınırken, köşedeki masadan el salladığını gördüm.
-Senin yüzünden bütün bunlar herkes uzayda, tüm galaksilerin çevresi dolu. Şuna bak iki adım mesafeyi kaç salisede geldim. Etrafımda ki insanların yüzünde ki mutluluğu gördükçe de haksızlık ettiğimin farkındaydım.
-Boş ver onları, Keepler-186 nın yörüngesinde film seyretmeye ne dersin.
-Kesin ışık yılı öncesi filmlerdir. Boş ver ben yokum şimdide film sevdan başımıza ne işler açar

Hayatımın dönüm noktasıydı, çay hayali ile gelişen bir proje galaksimizde Neron saldırılarından uzak, huzur ve barışı getirdi. Hepsinden önemlisi bu gün insanlık galaksinin içinde kalmadan uzayın sonsuz boşluğunda ellerin de sıcak çaylarını yudumlayarak korkusuzca dolaşabilmenin ve sohbet etmenin keyfi içinde. Bense güvenebileceğim ve tutabileceğim bir ele sahibim.

31 Temmuz 2015 Cuma











EKTİĞİNİ BİÇMEK
Atalarımız 'ne ekersen onu biçersin' demişler, demişler de eksik söylemişler.
Günümüz de bu grubun haricinde bir de öyle bir kitle oluştu ki, inanın anlamak da zorlanıyorum.
Darı ekipte buğday biçmeyi bekleyenleri kastediyorum. Yeni kitle zamanla toplum içinde yaygınlaştıkça sizlerde tanışacak ve hak vereceksiniz bana. Ama şimdi alışık olmadığınız için 'ne laka' diyebilirsiniz. Sorun değil, sonradan haklı çıkmaya alıştım artık. Siz siz olun buğday ekin buğday biçin. Bir ekip dört alabilirsiniz. Bu da meziyet ister. Darı ekipte buğdayı beklemek den daha iyidir.. Tohumu farklı en nihayetinde. Bu durum insan oğlunun yüzsüzlüğüne giriyor. İnsanlara kaba davranıp saygı beklemek gibi..
Buğdaylı günlere...

3 Temmuz 2015 Cuma

Küreselleşen dünyada; stratejik düşünme, değişime adapte olabilme becerisini geliştirme, değişen dünya düzenine göre uygun iş modelleri üretmeyi ve geliştirmeyi, rekabetçi olabilme özelliklerine sahip değilseniz, ne kadar kurumsallaşsanız da başarı şansınız yoktur. Yeni dünya düzeninde kurumsallaşmayla birlikte yukarıda belirtilen özelliklere sahipseniz yaşarsınız. 
Bu özelliklerin yanı sıra şirketi yönetenlerin liderlik vasıflarına sahip olmalıdır. 
Liderler işletmenin ufkunu görebilmeli buna göre yapı oluşturmalı, geleceği tahmin etmeli, geleceğe dönük stratejiler geliştirerek işletmeye yön vermeli, değişimlere kolay adapte olabilen, çalışanlarına yol gösteren, misyon ve vizyon sahibi olmalıdır. Bugünü değil geleceği görenler liderdir. Şirketler yetki devrini yaparken yönetici değil lider olabilecek kişiyi belirlemelidir.
Liderler unutmamalılar ki, gelecekte bir gün gelecektir.
Aile şirketleri için en önemli konu küreselleşen dünyada rekabet edebilmeleridir.

14 Nisan 2015 Salı

YAŞLI DÜNYAMIZA YÖN


Dünya yönünü arıyor...
Sistem çıkmazının son evrelerine giriyoruz. Sosyalizme karşı geliştirilen antitez Kapitalizm oda iflas etti. Bu gün sistem tıkandı. İnsanı ve değer yargılarını geri atan metayı ön plana çıkaran sisteme karşı bir sistem geliştirilemiyor. Sosyalizmin yükselişi olarak görmemek gerekir. Bu yüzyılın isteklerini sosyalizm karşılayacak düzeyde değil. Kapitalizm ve Sosyalizm in karışımı bir düşünce sistemine ihtiyaç var. Meta, insan ve manevi değer yargıların harmanlandığı sistem anlayışı geliştirilmeli ki bu yüzyılın isteklerini karşılayabilsin. Kapitalizmin saldırgan yapısından dolayı insanlık bu halde. Sistemin meyvesini toplayan ülkeler kazançların dan vazgeçmemek için insanlığı savaşa sürüklemekten çekinmeyecektir.
Bu hırs insanlığın kıyameti olacaktır.
Sen yönünü bul ki dünyam insanlık yön bulsun..

12 Mart 2015 Perşembe

BAHAR
















Fark etmedim..
Bahar gelmiş memleketime.
Eriğine, bademine, dağına, taşına.
Beyazıyla, pembesiyle, yeşiliyle.
Görüşmecim yeşil soğanı getirmiştir.
Geç kalışlarıma, elveda demeden çekip gitmiştir.
Ahmet Arife doğru..

5 Mart 2015 Perşembe

TÜRKAN KEBECİ 
15.01.1970 Kastamonu doğumluyum. Babamın memuriyetinden dolayı çocukluğum İstanbul da geçti.
1981 Üsküdar Halil Rüştü İlkokulu  ve  19884 Eyüp Nişancı Orta Okulu
 1987 Diyarbakır Lisesin den mezun oldum.
 1992 Edirne Trakya Üniversitesi Gıda Mühendisliği bölümünü bitirdim.
1996  Trakya Üniversitesin de  yüksek lisansımı tamamladım.
2008 Bilgi Üniversitesinde İşletme üzerine MBA tamamladım.
2012 Siyaset Danışmanlığı Eğitimi
1992 yılından itibaren  İstanbul da ‘ Konak Çikolata ve Şekerleme Firmasında’ İşletme direktörü olarak çalışmaktayım.  Mesleğim gereği, yirmi iki yılın birikimlerini sektöre yeni girenlere ışık tutması için kitaplarda toplamaya karar verdim ve Çikolata Teknolojisi, Aile Şirketlerinde Kurumsallaşma ve Mikrobiyoloji uygulamaları adlı kitaplarımı hazırlayıp yayınladım. Yedi hikaye bir araya getirip ‘Ömürden Bir Kesit’ adı altında Mart 2013’de Sokak Kitapları yayınlarından basıldı.
Çağdaş Edebiyat Kültür Sanat Eğitim Derneğin de ( ÇEKSED) Başkan yardımcılığını ve Kardelen Dergi de yayın yönetmenliği görevini sürdürmekteyim.
Siyaset ve politika hayatımda her zaman önemli bir yer tutmaktadır. Yapılan görüşlere farklı noktadan bakmak veya farklı bir soru ile insanlara acaba mı sorusunu sorarak düşündürebilmek büyük mutluluk verir. Görüşlerimi Dip Köşe Karalamaları kitabın da topladım.
www.gazeteny.com     www.sahibindenyazilar.com     www.1okur1yazar.com sitelerinde siyasi görüşlerimin ve toplumsal olaylara bakış açımı belirttiğim siyasi ve politik makaleler yayınlanmaktadır.
Ayrıca  www.yazarlartopluluğu.com  www.antoloji.com www.edebiyatdefteri.com sitelerinde edebiyatla ilgili yazılarım paylaşılmaktadır.
 Islık dergisi ve  güncel dergide de öykülerim ve kısa hikayelerim her sayıda yer almaktadır.


27 Ocak 2015 Salı


YEMEN’E NE OLUYOR?
Yemenin dini yapısına bakarsak % 55 Sünni bu oranın da büyük bir bölümü Şafidir geri kalan % 45 de Zeydi dir. 
Etnik yapısı ise; Yemen: % 97 Arap, % 1 Güney Asyalı, % 1.2 Somali, % 0.2 Malaylar, % 0.04 Yahudiler den oluşmaktadır.
Yemen etnik yapı olarak parçalanması mümkün değildir geriye din kullanarak mezhep farklılıkları kullanarak parçalamak veya kargaşalar çıkartmak kalmaktadır.
William Christian Bullitt’in 1946’da otaya koyduğu soğuk savaş kuramına göre Tanrı tanımaz Komünizme karşı dine dayalı federasyonlar bölgesel federasyonlara dayanır.
Avrupa federasyonu : Hristiyanlık
Ortadoğu federasyonu: Müslümanlık
Asya federasyonu: Konfiçyusçuluk

Üzerine yapılandırılacak ve Sovyetler yıkıldıktan sonra kurulan bölgesel federasyonlar tek dünya düzeni içinde eritilecektir. Soğuk savaş süresince Türkiye’yi din devletine dönüştürülecek ve Ortadoğu da yeniden Osmanlılaştırmaya çalışılacak
( bkz: Ortadoğu’nun etnik ve dini yapısı).
W. C. Bullit’in 1946 yılın da ortaya attığı tez günümüzün gidişatına ne kadar uygun.
Avrupa malum geçenler de Papa’nın İstanbul ziyareti ile mezhep farklılıklarını kaldırarak bir çatı altında birleştiler. 

Türkiye de ki uygulamalar ise din ağırlıklı politikaların uygulamaları görülmektedir. Osmanlı merakımız ise her alanda görülmeye başlandı. Osmanlıca dil uygulama politikaları, Türkçe ye açılan savaş uygulamaları örnek olarak verilebilir.

Sıra geldi Ortadoğu’nun Müslümanlık yani Sunni çatı altın da birleştirilmesi ne. Suriye, Irak, Libya, Mısır ve son olaylar Yemen de yaşanmakta.. 
Olaylar bir incelenirse; Yemen’e Arap darbesi var. El Kaide ve Yemen İhvan’ı Islah Partisine savaş açan Husiler, devlet başkanı A. Mansur Hadi’ye düzenledikleri darbe ile ev hapsine aldılar. Paris saldırıların ardından, Kuaşi kardeşlerin Yemen El Kaide adına açıklama yapmasından sonra gerçekleştiği unutulmamalıdır. Husulerin arkasın da ki İran ile batının görünmeyen hafif desteği ve Hadiyi destekleyen Suudi Arabistan ve Arap birliğine destek veren Amerika görülmektedir.

Bu olay resmen mezhep savaşıdır. Husiler, Sünni iktidarın azınlıkları dışladığını iddia ederek daha fazla hak ve özerklik için 2004’ten beri Ordu güçleriyle çatışıyor. Sık sık tırmanan gerginlik son iki haftadır şiddetli çatışmalara dönmüş ve Husiler başkentteki etkinliğini artırmıştı.
Bun dan sonra, IŞİD’in Irakta yaptığı gibi zengin petrol ve doğalgaz açısından zengin kentlere sıra gelecektir.
Bu gün Türk heyetinin Somali ziyareti öncesin de heyete saldırı düzenleniyor ve bu saldırıyı El- Şebab üstlenmektedir. Bu örgüt El-Kaideli militanlardan oluşmaktadır. El-Şebab, Suudi kökenli Vahabiliği savunuyor. Somalililerin büyük bölümüyse Sufi. El Şebab bugüne kadar birçok Sufi türbesini yok etti.
Suriye de ki olaylar da zaten mezhep çatışmasına dayanıyordu. Türkiye’ nin Sunni yönetimin iktidar olması için çabaları ve Esad’ın direnişine İran’ın Şii desteğini biliyoruz.. Coğrafya Sunni bir din devletinin kurulması baskısına karşı Şii direnişidir.

Malum bu dini tüm oluşumlar bir birinin uzantısı ve destekleyen güç ve güçler bilinmektedir. Ne yazık ki bu oluşumlara verilen destekle Türkiye de bu işin içinde.
Kaynaklar: Orta Doğu’nun Etnik ve Dini Yapısı Türkan Kebeci
www.sondevir.com
www.aydınlıkgazetesi.com




9 Ocak 2015 Cuma

SON TERÖR OLAYLARI.



Terörün dini, dili, milliyeti, ırkı olmamalıdır. Acı ve insan evrenseldir. O sebepten terör dünyanın neresin de olursa olsun  kınanması gereken bir olgu olduğunu düşündüğüm için  hem ülkem de Sultanahmet’te  hem de Paris’te ki  terör saldırılarını kınıyorum.
Fakat silahın geri tepme etkisi olduğunu bilirsiniz. İşte Batının kullandığı terör silahı geri tepti. Bu radikal İslam örgütleri Amerika ve Avrupa desteklidir.  Ülkelerin iç işlerine karışma, hukuksuz müdahaleler, kendi çıkar ve menfaatleri için terör örgütleri yaratmalar, dini değerlere alaycı yaklaşımlar fakat dinler arası diyalog ile insanları kandırmalar.
Afganistan da yaratılan El-Kaide örgütü ve durumu malum. Libya üçe bölünüyor. Irak bölündü. Suriye de demokrasi , daha fazla özgürlük adı altın da çıkartılan iç savaş. Özgürlük adı verilen örgütün mali ve silah kaynağı  olan ülkeler malum.  Mısır da diktatör bir yönetim var.
Afrika kurdurulan ve desteklenen mezhep farklılıkları kullanılarak kurdurulan Boko, Haram gibi örgütler başta Amerika olmak üzere arkasın dan gelen Fransa ve Almanya’nın milyon dolarca destekleriyle yaratılan savaş ortamları, karışıklıklar bu bölgeler deki  enerji kaynaklarını çok rahat kullanmalarını sağladı. Bu coğrafya mezhep farklılığı ile bir bir parçalandı.  Işid’ in yayılmasına ses çıkarılmadı ne zaman Amerika’nın belirlediği görev alanını aştı o zaman sözde müdahale düzenlendi.
Merkel İşid ile savaşmaya giden PKK lılar için silah yardımı yapılacağını açıklamıştı. Bu coğrafya da Sünni İslam devleti  kurma politikaları üzerine kurulan ve desteklenen Radikal İslam örgütler  batının amaçlarını yerine getirmektedir.
Fransa da yaşanan olayları ve bugün televizyonlardan malum film gibi dünya basınına verildi ve bizlerde seyrettik. Fakat Nijerya da öldürülen 2000 kişi için dünya sessiz.  Nijerya da olan olayların sebebi ise ABD petrol şirketi yerine Çin şirketlerinin tercih edilmesin den beri olaylar başladı ve ayyuka çıktı. Fransa’nın Nijerya başta olmak üzere, Libya, Somali, Sudan da yaptıkları ortadadır.  Fransa çıkarları için karıştırdığı bu bölgelerde yarattıkları terör örgütleri ile emellerine ulaşmıştır.  Destekledikleri bu örgütlerin geri tepmesi elbette olacaktır.  Yani ne ABD nede Fransa sütten çıkmış ak kaşık değiller.  Can yakanın canı yakılır. Fakat bu olayları silahın geri tepmesi olarak görsem de şu soruları da sormadan edemiyorum.

Bu olaylar acaba  11 Eylül gibi bir senaryo olabilir. Bu olaylar bahane edilerek müdahale edilecek bir yer mi kaldı diye sormadan edemiyorum.

Dünya da  yaratılan İslam fobisi nefrete mi dönüştürülmeye  mi çalışılıyor?

Ya da malumunuz Suriye olayların da ÖSO ya destek verdiğimizden dolayı  bu olaylar Türkiye ye mi sıçratılmaya çalışılıyor?

Çin ve Rusya’nın enerji kaynaklara ulaşmasını önlemek ve kurulan Şengay birliğini bozmak ve İran hedef mi?

Sultanahmet te ki saldırı ile bağlantısı var mı? Var ise olayların bağlantısı ne ölçüde Türkiye ye sonuçlarını nasıl yansıtacaklar.

Amerika, Almanya, İngiltere başta olmak üzere aynı anda batı ülkelerinde milyonlarca insan toplanarak Fransız milli marşı söylenmesi ile Batı birleşiyor sinyalleri mi verilmek istendi?

Bu olaylardan sonra bizim basın da çıkan kişiler dinler arası diyalogdan bahsediyorlar. Dinler arası diyalog olsaydı İslam aleminin peygamberine saygı duyulurdu.

Terörün her türlüsünü kınıyorum…


KELİMELERE DANS ETTİREN ŞAİR

Edebiyatımızın  mihenk taşların dan Cemal Süreya   9 Ocak 1990 tarihin de 59 yaşın da aramızdan ayrılmıştır. Genç yaşta aramız dan ayrılana şairimiz 1931 yılın da  o dönem de Erzincan’a bağlı ( bu gün Tunceli’ya bağlı) Pülümür ilçesin de doğdu. Annesi  Gülbeyaz, Babası Hüseyin. Asıl adı Cemalettin Seber dir.  Dersim olayları sırasın da büyük amcası Memo için sürgün kararı çıkar. Ağabeysini  yalnız bırakmak istemeyen Hüseyin  Seber de  ailesi ile birlikte Erzincan dan Bilecik’e sürgün edilir. Erzincan’dan sürgün edildiklerinde bindirildikleri sürgün treni, nereye götürüldüklerini bilmeyen insanlarla doludur… Yedi yaşında çıktığı bu yolculuk Cemal Süreya’nın bütün hayatını etkiler, şiirini besleyecek bir dönemin başlangıcı ve ‘bir doğum anı’ olur. Trenden Bilecik’te indirilirler. Bilecik halkı gelenleri horlamak bir yana, bağırlarına basar sürgünleri; tepsi tepsi baklava börek taşırlar onlara. Bilecek’ e yerleştikten kısa bir süre sonra yedi yaşında annesini kaybeder.  Sürgün ve annesini kaybetme acısı hayatına giren tüm kadınlar da annesini arama ve sürgün yaşamlara neden olacaktır. Kendisi edebiyata yönelişi ile ilgili olarak şunu söyler: "Belki beni edebiyata götüren bir sürü neden vardır. Ama bir keskin neden ararsam bunu annemde bulduğumu söyleyebilirim." 
Annesinin ölümün den sonra ilkokul son sınıfta babası yeniden evlenir.  Hüseyin bey İstanbulda ki ablası Fatma hanımın evlenmeyi bir şekilde kabul eder evleneceği kişi kendisinden büyük ve kısır olacaktır.

Üvey anne Esma,  çocuk Cemal Süreya ya ve kız kardeşlerine hayatı zindan eder Esma, şairin kız kardeşleri Perihan ve Ayten'i köle gibi çalıştırıyor. Okula gidebilmeleri evi baştan aşağı temizleyip Esma'nın önüne kahvaltısını koymalarıyla mümkün olabiliyor… Şiddetin bini de bir para. Örneğin akşam yemeği için hazırlanan balığı kediye kaptırmanın cezası koldan bıçaklama! Sonra da Hüseyin Bey'e söylenecek yüzlerce yalandan biri: "Ben yapmadım, akrep soktu." Bir başka sinirlenişinde ise Perihan'ı saçlarından tutup kuyuya sarkıtıyor. Bu olay yıllar sonra Cemal Süreya'da şu acı cümleyle uç verecektir: "Bu yüzden kız kardeşlerimin saçları gür değildir.".
Tomris Uyar’ın Cemal Süreya ile olan ilişkisi hem enteresan, hem dillere destandır…
“Hangi kapı, ne kapısı” der bakan.
“Gönlümüzün kapısı”.
Bir yandan da Süreya’nın Memo’ya sevgisi hep aynıdır: “Beni çok üzüyor. Ama gene de seviyorum. Ona bir şey olursa intihar ederim.” 
Tomris Uyar çok önemli bir saptamada bulunuyor Cemal Süreya ile ilgili: "Tanıdığı kaç kişi varsa, o kadar Cemal Süreya vardır. O yüzden ben bir tane Süreya biyografisi düşünmem. Üç tane yazılabilir. Üçü de apayrı."


 Çocukluk yıllarında halk edebiyatı ve Alevi kültürü ile tanışmasına vesile olan annesinin, sürgünlüklerinin ilk yılında ölmesi ve akabinde kendisinin ve kardeşlerinin yaşadığı üvey anne zulmünün, Süreya’nın hayatının en yıkıcı dönemi ve şair oluşunu en çok etkileyen faktörlerden biri olduğu söylenebilir.  Babası, ailenin Bilecik’te zorunlu ikamet süresinin henüz bitmemesine rağmen, Cemal’i ilkokulu okuması için İstanbul’a küçük amcasının ve halasının yanına gönderir. Bir süre sonra bu durumun dikkat çekmediğini fark eden babasının da, yerleşmek için İstanbul’a gitmesiyle işler değişir. Ailenin izinsiz olarak Bilecik’ten ayrılışı altı ay içinde fark edilir. Aile 1942 yılında tekrar Bilecik’e yollanır.
Parasız yatılı sınavını kazanarak lise öğrenimi için İstanbul'a geldi. 1950 yılında Haydarpaşa Lisesi'ni, 1954 yılında da Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni bitirdi.
Seniha Hanım, Cemal Süreya’nın ilk aşkıdır ve ortaokul yıllarında başlayan bu aşk evlilikle sonuçlanır. Hatta Süreya, Seniha Hanım’dan bahsederken, o yıllarda sınıfın tahtasına yazdığı kızıl mısralar adlı şiirinde ‘Seni sevdiğim anda her şeyim kızıl oldu, Masmavi defterime kızıl satırlar doldu’ der. 1955 güzünde Eskişehir’den İstanbul’a yardımcı maliye müfettişi olarak atanır. İstanbul’a yerleşmesiyle edebiyat çevrelerinde ve etkinliklerinde daha sık görünmeye başlar; ancak bu durum ailesini ihmal etmesine yol açar.
ikinci evliliğini Zuhal Tekkanat’la, üçüncü evliliğini Güngör Demiray’la yapar, ondan ayrıldıktan kısa bir süre sonra tekrar Zuhal Tekkanat’la birlikte olur (tabii bu evliliklerin arasında sayısız gönül macerası, evlilikten dönen nişanlılıklar da vardır) ve bunlardan sonra Cemal Süreya Birsen Sağnak’la evlenir. Bu evliliklerin de eşlerine şiddet uygulamıştır.
Tomris Uyar, Ülkü Tamer ile evliyken âşık olur Cemal Süreya’ya… İkisi de evlidir, ikisi de birbirleri için boşanırlar eşlerinden ve bugün bile, ‘Türk edebiyatının en verimli aşkı’ tanımını hak eden üç yılı birlikte geçirirler. Tomris Uyar ile ilişkisinde aktarılan bir şiddet olmamıştır. Hatta şöyle demiş Tomris Uyar "Feodal değil. Evine bağlı, evinde olmayı, çalışmayı çok seven bir adam… Son derece şefkatli... Sözgelimi nezle olayım, aman efendim çaylar yapılır, yatağa getirilir, başımda oturulur, saçım okşanır, ilaçlar... O güne kadar başka hiç kimsede görmediğim bir şey." 
Her akşam işten çıkıp şıp diye eve damlardı Cemal Süreya. Bir gün Tomris Uyar, “Biraz gez dolaş, arkadaşlarınla falan buluş” der. Ertesi gün geç gelir Cemal Süreya, daha ertesi gün de, hep geç gelir. Bu akşamlardan birinde, örtü silkelemek için pencereyi açan Tomris, apartmanın girişinde oturan Cemal’i görür ve gerçek ortaya çıkar. Her akşam iş çıkışı eve geliyor ama aşağıda oturup ‘gecikiyordu’ Cemal Süreya… Tomris Uyar tarafından durumun adı derhal kondu: Şahsiyet Rötarı…
Cemal Süreya Darphane’de müdür; paranın yerinde şair müdür. Bütün yolsuzlukları tespit edip, rapor eder, Ankara’ya gönderir, mükafat bekler, ama ses yok. Bir daha yazıp bir daha gönderir.
Çok geçmeden zamanın bakanı Darphane’yi teftişe gelir. Gelir ama Cemal Süreya’nın elini bile sıkmaz. “Bu kapının arkasında ne var?” diyerek bütün odaları dolaşır. Cemal Süreya’ya hiç muhatap olmaz, yardımcılarına sorar. Bu kapının arkasında ne var, burada ne var… İki saat dolaşır ve gider.
Giderken Cemal Süreya der ki:
“Bir kapı var ki, onu size hiç açmayacağız”.
Bakan gider, bir rapor hazırlar: Darphaneyi gezdim, çok pis buldum. Müdür Cemalettin Seber’i (Cemal Süreya) görevden alıyorum.
Cemal Süreya bu yazıyı alınca bir basın toplantısı düzenler ve der ki:“Bakan haklı, gerçekten de o gün şanlı Darphane, tarihinde ilk defa kirliydi. O da Sayın Bakanın burada teftişte olduğu saatlerdi.”
Şair edebiyatçı arkadaşlarına sık sık küserdi. Bu küslük günlerinin birinde Edip Cansever “Cemal Süreya’ya içki içmesini ben öğrettim” deyince intikamını “Edip’e şiir yazmayı ben öğrettim” diye alır ancak barıştıklarında da, dünyaya ilan ederbunu: “Edip’le barıştık.” diye.
Ona göre şiir her şeyi söyleyebilme sanatıydı.
Yazarın son yılları özellikle üzerine çok düştüğü oğlu Memo’nun acısı ile geçer. Ağrılarını yatıştırmak için içkiyi arttıran annesine ayrı, babasına ayrı kızıyor. Babasının müzik setini, videosunu satıp silah alıyor. Eli silahlı bir kabusa dönüşüyor. Evi dini kitaplarla doldurup, sağcı örgütlerle ilişki kuruyor. Yıllar ilerledikçe Memo’nun durumu da ilerliyor. Polislerce aranıyor. Hapse girip çıkıyor. Birsen hanımla birlikte yaşayan babasının evini işgal ediyor. Babasını kimseyle görüştürmüyor, telefon kaplosunu koparıyor. Kağıtlarını, yazılarını yırtıyor. İçkisini ya döküyor ya saklıyor. Memo’nun bakkala gittiği bir gün Cemal Süreya Birsen hanıma ulaşıyor. “Gel al beni buradan. Kurtar beni.” Birsen hanım kendisini alıp annesine götürmek istediğinde ise reddediyor. “Gelir basar bu. Öldürür. Seni de öldürür, herkesi de öldürür.” 

HERKESİN CEMAL SÜREYA'SI! 

SOYADINDAKİ "Y" HARFİNİ İDDİADA KAYBETTİ
Cemal Süreya iddiaya girmeyi severdi. Arkadaşıyla bir şey üzerine iddiaya girmiş. Kaybederse soyadındaki "y" harfinden birini sildireceğini söylemiş. Kaybetmiş ve Süreyya olan soyadını Süreya olarak değiştirmiş.”
İkinci Yeni şiirinin en önemli isimlerindendir. Geleneğe karşı olmasına karşın geleneği şiirinde en güzel kullanan şairlerden birisiydi. Kendine özgü söyleyiş biçimi ve şaşırtıcı buluşlarıyla, zengin birikimi ile, duyarlı, çarpıcı, yoğun, diri imgeleriyle İkinci Yeni şiirinin en başarılı örneklerini vermiştir.


Kaynakça: