30 Aralık 2017 Cumartesi

Orta Doğu'da Yeni Planlar Kuruluyor


Afrika gezisiyle bazı şeylerin değiştiği aşikâr dersem yanlış olmaz. Avrasya birliği ile güçler dengesi değişti. Avrasya birliğinin oluşumu ilk defa 1994 yılında Kazakistan Devlet Başkanı Nur Sultan Nazarbayev tarafından Moskova Üniversitesi'nde gündeme getirildi. Bu dönemde Rusya tarafından dikkate alınmayan bu düşünceyi Putin 2011 yılında sahiplendi. 18 Kasım 2011'de Kazakistan, Belarus ve Rusya tarafından birliğin kurulmasına karar verildi. 29 Mayıs 2014'te Kazakistan’da üç ülke tarafından imzalanan antlaşmaya göre birlik 2 Ocak 2015'te resmen kuruldu. Dünyanın en büyük tüketim pazarı, enerji üretim kaynakları açısından güçler dengesi Avrupa’dan Asya’ya kaymış oldu. Kazakistan ve Türkmenlerin,  Çin ile  yapmış olduğu petrol ve doğal gaz anlaşmaları ile Çin enerji kaynaklarının %20 sini kullanıyor. Rusya’nın da Çinle yaptığı anlaşma ile Çin enerji konusunda büyük bir avantaj elde etmiş oldu. Bunların haricinde Kazakistan, Rusya, Çin ve Almanya arasında devreye giren ipek yolu projesi bölgeye büyük bir canlılık getirecek. Hal böyle olunca Ortadoğu da dini ve etnik yapıyı kullanarak kontrolünde tutan ABD gözünü Asya’ya dikti. ABD ile birlikte hareket eden Türkiye ‘nin Ortadoğu’da uyguladığı Esad’ın Esede dönüştüğü politika iflas etti. BOP olarak adlandırılan projede PKK ve PYD’yi destekleyen Amerika’nın tutumu karşısında arkadan vurulduğunu veya aldatıldığını söyleyen Türkiye yönünü Avrasya birliğine çevirdi. Suriye de Esadlı bir çözüm arayışına olumlu bakmaya başladı ve S-400 füzelerin alımı için Rusya ile yapılan anlaşma Nato’nun Türkiye’ye, Türkiye’nin ise Nato’ ya bakışını değiştirdi. İran, Rusya ve Türkiye birliği ABD’nin Suriye de başarısızlığa uğramasında en büyük etken olmuştur. Bu süreç içinde stratejik olarak en karlı çıkan Rusya,  Rusya’nın sıcak denizlere inme arzusu Akdeniz deki Tartus limanına yerleşmesi ile gerçekleşmiştir. Bu kısa bilgiden sonra gelelim bize;
·         ABD ile stratejik ortaklığımız kopma noktasına geldi.
·         İncirlik üssünün kapatılması tartışmaları
·         Nato dan çıkma konusu gündeme geldi
·         S-400 füzeleri anlaşması başta ABD ile Avrupa’yı tedirgin etti
·         Tekrar Esad’a dönüş yaptık ve Suriye’de Esad lı çözümlere evet dedik.
Bu gelişmeler ışığında
·         Astana görüşmeleri ile  PYD’nin barış sürecinde masaya oturmayacak
·         İran ile ortak hareket Suriye de PKK ve PYD büyük darbe vurdu.
·         IŞİD ve DEAŞ radikal İslam terör örgütleri çökertildi
·         ÖSO başarısız oldu. Işid  ve Deaş örgütü ile ABD  yeni bir ordu kurdu.
·         Amerika yaptırım olarak Türkiye’ye vize engelini getirdi.
ABD görülen Zarrab davasının kısa sürede çapraz sorgusu yapıldı . Zarrab davası  Türkiye’ye ceza yaptırımı getireceği kesin olmakla birlikte birilerin canı yanacağı ortada. Durum böyle olmasına rağmen ne hikmetse jüri on gündür karar veremiyor. Hal böyle olunca Afrika gezisi dönüşü Esad terörist ilan edildi, vizeler kalktı, ABD ile orta menzilli füze alım anlaşması imzalandı. Ne tesadüf değil mi? Kısaca birilerine dokunacağı için Zarrab’ın karşılığında dış politika söylemleri tamamen değişti.
Şimdi birde İran’a bir bakalım orada neler olmuş;
1950’lili yıllar soğuk savaşın yıllarının başıdır. İranlı aydınların ve Sovyetler birliğinin etkisinde kalan Tudeh partisi’nin etkisi ile İran’da Ulasalcı görüş hakim olduğu bir dönemde, ulusalcı  söylemleri ile Milli cephe grubunun lideri Muhammed Musaddık sahnededir. Musaddık, 1933 yılında imzalanan Anglo- İran Petrol şirketi( % 100 İngiliz petrol şirketidir, İsminde ki  İran kelimesinin bir anlamı yoktur) ile imzalanan petrol anlaşmalarına göre; İran’ın  elde edilen petrol den az kar aldığını iddia ederek , İran petrolün millileştirilmesi için propagandalar başlatmış ve halk gösterileri sokağa yayılmıştı. O dönemde ABD’li petrol şirketleri Suudi Arabistan ve Venezuella petrollerin işletme karşılığında karın % 50 sini petrol sahibi ülkelere vermesi,   Musaddık’ın bu kararı almasında etkili olmuştur. Musaddık 28 Nisan1951 yılında başbakan olur ve 30 Nisan’da, İran petrollerin millileştirilmesi tasarısın meclisten geçirmiştir. Bu durum ile şahın ülkeden kaçışı ve İngilizlerin darbe planları devreye girmeye başlamıştır. İngiltere o dönemde ekonomik ve askeri açıdan zayıfladığı için sahne önündeki rolünü ABD’ye bırakmıştır. Bu darbe planında ABD ile anlaşmıştır.
19 Ağustos 1953 yılında General Zahidi liderliğinde, ikinci defa gerçekleştirilen darbe başarılı olmuş, Musaddık düşürülmüş ve Şah Pehlevi  geri dönmüştür. Başbakan olan Zahidi İran ile İngiliz şirketi arasın da ki anlaşmazsızlık için ABD nin arabulucu olmasını istemiştir. Arabuluculuk sonucunda İran petrollerin işletilmesi Anglo- Iranian Oil Company, Royal Dutch, Fransız petrol şirketi ve  beş Amerikan şirketi tarafından paylaşılmıştır.  Pehlevî Hanedanı'nın ülkede yarattığı sosyo-ekonomik bunalım ve gelir adaletsizliği çeşitli birtakım karışıklıklara sebep oldu. 
1979 Yılında yaşanan İslami devrim( bana göre darbe); Şahı devirmek için, daha fazla demokrasi, özgürlük söylemleri  ilk önce  aydınlar arasında kulağa hoş gelen  bu sözlerle ve dış güçlerce  desteklenen Humeyni.
Sonuç; İran, Rusya ve Türkiye’nin ortak kararı Suriye’de muhalif güçler yenildi, IŞİD ve DEAŞ dan bölge temizlendi. PKK ve PYD etkisiz hale geldi. ABD Suriye’de hatta Orta Doğu’da kaybetti. ABD emperyalist politikalarını uygulayabilmesi için bu birlikte çatlak yaratmak durumunda. Bir Amerika’ya bir Rusya’ya yönelmemiz sonucunda tutarsız ve güvensiz ülke durumuna geldik. Afrika gezisinde terörist Esad söylemi üzerine Rusya masaya PYD oturabilir dedi. Bırakın B,C planlarını ileriye dönük coğrafyada söz sahibi olacak bir stratejik planımız bile yok. Günü kurtaracak dış politika…
Perslere dayanan köklü bir devlet ve güçlü bir orduya sahip İran da halk ekonomik sıkıntılardan dolayı sokaklar da. 2012 de uygulanan ambargo sonucunda İran’ın petrol gelirlerinde % 40 azalma var. Bu sadece iç karışıklık çıkarmak için başlatılan bir kıvılcım ki zaten Trump da ‘ "İran yönetimi, kendini ifade hakkı da dahil kendi halkının haklarına saygı göstermelidir.’’ açıklamasıyla doğruladığı gibi Beyaz Saray sözcüsü tutuklamaları kınıyor.
Ne kadar bazı liderler BOP bitti deseler de yanılıyorlar. Afrika ve Avrasya’yı içine alan daha büyük BOP devrede. Sahne de yaşanan oyunlar ve oyuncalarıyla birlikte emperyalist senaryo devrede.

Kaynak;  İran ve Türkiye turkankebeci.blogspot.com.tr/dip köşe
Bekir Güney; Yeni güç alanı Avrasya Birliği ve Türkiye



28 Kasım 2017 Salı






   



BİR ANKARA HİKAYESİ

Bir varmış bir yokmuş diye başlayan hikayede şehirde saltanat süren şehremini şehre dinozor anıtları, kapılar ve saatler yaptırır. Yaptırır da çağ bilişim çağında olduğunu unutur bu şehremini. Ceplerde zaman taşınırken kol saati bile taşınmazken saat kulesine gerek duyulmazken, beş saat kulesi diktirir. Milyarlarca para akıtır. Yıllarca şehreminlik yaptığı için kendisinden bir şey kalsın derdi ile halktan topladığı vergilerle saltanatı var olsun ister. İster ister de devran bu,  elden üstün el var.  Ve bu üstün el bir gün alı verir onu saltanat sürdüğü Ankara şehrinden. Yerine başka şehremini gelir ve tüm anıtları söktürür izi kalmaz bizim har vurup harman savuran şehreminden. Olan Ankara halkına olur da kimse önemsemez. Eee...Kıssadan hisse almak lazım üzerinde tüyü bitmemiş yetimin hakkı varken böyle har vurup harcanmaz. Harcayan varsa da hissesini alsın deriz biz bu hisseden.

Devran döner, keser döner, sap döner, gün gelir hesap döner. 

El den üstün el var...

16 Kasım 2017 Perşembe

TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN KÜLTÜR DEVRİMİ



Adı kültürümüzle asla silinmeyecek olan büyük insan Hasan Ali Yücel için hazırlanan bu kitaba benden de bir yazı istenince, büyük bir içtenlikle ona katılmayı kendime görev saydım. Kendisini iki kez görmek onurunu elde etmiştim. Birinde Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesine girdiğim ilk yıldı. Dersler için elimizde bir tek kitap yoktu. Profesörler Almanca söylüyor, biri onu Türkçeye çeviriyor, bizde not tutuyorduk. Ben eski yazıları uzun süre kullandığım için  çabuk yazıyor ve notlarımı onunla tutuyordum. Bir gün sınıfta yalnız olarak bu notlardan çalışırken, o zaman Milli Eğitim Bakanlığı Müfettişi olan Hasan Ali Bey sınıfa girip yanıma geldi. Önümde eski harflerle yazılar görünce ‘kızım yaşın ne, başın ne, nasıl bu yazıyı kullanıyorsun’ diye sitem etmişti. Ben de çok mahcup olmuştum.
Onu ikinci görüşüm, İstanbul Arkeoloji  Müzeleri  çivi yazılı belgeler arşivine gelmesi ile oldu. Büyük bir ilgi ile tabletler hakkında bilgi aldı. Yaptığımız işleri inceledi ve teşekkürlerle ayrılmıştı. 33 yıllık iş hayatım da ilk ve son olarak müzeye bir bakan gelmişti.
1923 yılında Cumhuriyet ilan edildiğin de, Ortadoğu’yu içine alan, Avrupa’nın  ortalarına kadar uzanan ve Afrika’nın kuzeyini kaplayan koca Osmanlı İmparatorluğun dan, Mustafa Kemal Atatürk’ün çizdiği sınırlar arasında ki bugünkü Türkiye toprakları kalmıştı. Diğer taraftan birbiri ardınca gelen savaşalar dan yorgun düşmüş bir millet, yanmış yıkılmış şehirler, Osmanlı Devletinin bıraktığı ve Birinci Cihan Savaşının yüklediği borçlar, yüzde doksan dokuzu okuma yazma bilmeyen bir halk vardı, yeni hükümetin elinde. Bunlara rağmen borçlar bir taraftan ödenirken , eğitim, sanayi ve imar alanında büyük atılımlar yapıldı. Borçlanmadan, paramızın değeri bir kuruş düşmeden, tren, karayolları, kumaş, şeker, çimento fabrikaları bir biri ardına yapılıyor ve yabancı şirketlerin elinde ki kurumlar  devletleştiriliyordu. Kısa sürede görülmemiş bir kalkınma idi bu.
Cumhuriyet devrinin en önemli atılımlarından biri eğitim reformu olmuştur. Atatürk ‘bir ülkenin kalkınmasın da ve özgür olabilmesin de en önemli etken eğitim ve bilimdir’ diyordu. Onun için din eğitimi yapan medreseler kaldırılarak tek düzeyde eğitim verecek ilkokullar, liseler açıldı (1).  Yüksek okul olarak İstanbul Üniversitesi vardı. Oda günün koşullarına göre bir eğitim vermiyordu. Gerek bu üniversite de başlatılacak çağdaş eğitim, gerek açılması düşünülen yüksek okullar için çeşitli alanlarda uzman yetiştirilmek üzere bir çok genç Avrupa’ya ,  Amerika’ya gönderildi.  Ayrıca, çocuklara ilkokul çağında uygulamalı ders gösterebilmeleri için Almanya’ dan uzmanlar getirtilerek el becerisi olan ilk okul öğretmenlerine kurslar açılmıştır. Elinden her iş gelen öğretmen olarak  babamın da  1926 yılında bu kursa katıldığını hatırlıyorum. Orada hayvanları doldurma (tahnit etme), alçı, tahta işleri, balık ağı örgüleri gibi işler öğretilmişti. 1920 yılından itibaren ilkokul çocuklarına okumaları için çeşitli masallar ve öyküler dilimize çevirtilerek parlak kuşe kağıtlarına bastırılmıştı. Şimdiki kitaplarımızı elime alınca hemen onlar gelir gözümün önüne, o günkü koşullar içinde bunlar büyük fedakarlıktı.

Yazının bir bölümü ve kendi el yazısı ve daktilo ettiği makalesini Haberde İstanbul'a vermesi bizi onurlandırdı.


Muazzez İlmiye Çığ 1996


4 Eylül 2017 Pazartesi

Minimalizm Nedir?



Son günlerde minimalizm kelimesini çok sık duymaya başladım. Kelime anlamı olarak daha az şeye sahip olmak anlamına geldiğini düşünüyordum ki yanılmışım.  Minimalizm felsefi  bakış açısına dayanan bir düşünce sistemi  olduğunu öğrendim. Bu düşünce sistemi; mutluluğun peşinden gitme şansına sahip olma düşüncesidir.  Günümüzde tüketim sistemi veya kapitalist sistem insanları mutlu olması için sürekli tüketime yönlendiriyor. Moda diye yakışsa da yakışmasa da alınan kıyafetler, her yıl piyasaya sürülen yeni model cep telefonları ve bilgisayarları almazsak olmaz, yada yeni model araba hırsımız, mantar gibi biten devasal alış veriş merkezleri, görsel basında sürekli tüketim için reklamlar bizleri çığırdan çıkararak tüketime yönlendirmektedir. Daha çok tüketmek için daha çok kazanmak zorundayız, bunun için daha çok çalışmalıyız. Kazanamazsak alamayacağız o zaman ne olacak?
Bireyin mutsuzluğu, depresyon, toplumdan uzaklaşma ve ulaşabilmek için bireysel suçlara
yönelme (hırsızlık, fuhuş, rüşvet vb) gelecektir.
Günümüzün insanoğlu değeri sahip olduğunuz şeyin ne kadar fazla olduğuna ve ne kadar pahalı olduğuna bakıyor. Yani değeriniz parayla ölçülüyor. Nasrettin Hoca bile’ Ye kürküm ye’ dediğine göre bu değer verme yıllar öncesinden paraya dayalıydı.
Oysa çağımız bilgi, bileşim çağını yaşarken bizler birey olarak hedeflerimizi gerçekleştirmeye odaklanmak yerine ne kadar parası olduğuna veya yeni çıkan şeylere sahip olup olmadığına odaklanıyoruz.
Oysa minimalist bir yaşamı benimsediğinizde, kıyafetlere veya hızlıca değişen stillere para harcamak yerine kendi ilgi alanlarınıza para harcamaya başlıyorsunuz. Minimalist yaşam size az ile mutlu olabilmeyi sağlıyor. Peki minimalist olmak için neler yapılabilir;
  1. Düzenli olarak para ve zaman harcadığınız şeyleri gözlemleyin.Kendinize “Bu harcamalardan vazgeçme şansım var mı” diye sorun.
  2. Sizi gergin yapan şeylerin farkına varın.Gerilimi artıran, bir şeyleri sürüncemede bırakmanıza neden olan, sabredemediğiniz şeyler neler? Bu şeyleri ve durumları azaltabilir misiniz? Ya da bu şeyler veya durumlarla ilgilenerek tamamen hayatınızdan çıkmasını sağlayabilir misiniz?
  3. Size zarar veren bir ilişkiye devam etmeyin.Eğer siz de birçok kişi gibiyseniz, kurduğunuz ilişkilerin yüzde 10’u sağlıklı, geri kalan yüzde 90’ı dramadır. Size iyi gelmeyen bu kişileri fark edin ve onlarla görüşmeyi kesin.
  4. İşinizi birkaç basit hedefe indirgeyin.Yaptığınız iş gerçekten ne ile ilgili? Gösterdiğiniz çabayı kendinizle özdeşleştirdiğinizde, işten kaynaklanan yükünüz yüzde 50 oranında azalır.
  5. Bir şey satın alırken çok amaçlı olmasına dikkat edin.Saatiniz tüm kıyafetlerinizle uyumlu olsun. Satın altığınız tişörtün tüm pantolonlarınızla uyumlu olmasına dikkat edin. Böylelikle hem daha az para harcamış hem de gardırobunuzun önünde daha az vakit geçirmiş olursunuz.
  6. Aldığınız elektronik bildirimlerin zaman aralığını artırın.Yeni gelen mesaj, mail, Twitter bildirimi, Facebook, yeni eklenen bir şarkı, arkadaşlık isteği, arayan bir tanıdık… Elektronik bildirimlerin sayısını azaltarak daha sakin bir hayata kavuşabilirsiniz.
  7. Başladığınız bir şeyi bitirin.Aynı anda 6 kitap okumak yerine elinize aldığınız kitabı bitirin, sonra diğerlerine başlayın.
Bu akım bana yıllar önce okuduğum Robin Sharma’nın ‘Ferrari’sini Satan Bilge’ kitabını hatırlattı.  Hayatınızda nelerden vaz geçebilirsiniz? Sizin de Ferrariniz olsa vaz geçebilir miydiniz?
Çılgınca tüketimden vazgeçin.
Türkân Kebeci Şahin
turkankebeci@gmail.com
kaynak: kaynak: http://www.uplifers.com

ARAKAN’DA NELER OLUYOR



Arakan  İslam ile Nasıl Tanıştı; Myanmar’ın yedi eyaletinden biridir. 8yy. da bölgeye gelen Arap tüccar tarafından İslamiyet ile tanışıyorlar. 1430 da Arkan İslam Devleti kuruluyor ve 1784’e kadar ayakta kalır ve Burma Krallığı tarafından yıkılır.  1989 askeri darbesi sonucunda Burma ismi Myanmar olarak değiştirilir.  1948 Yılına kadar İngilizlerin egemenliği altında kalır ve 1942 yılında Japon işgaline karşı mücadele ederler.
Peki Arakan Nerde;   261.218 km² yüzölçümü ile Güney Asya’da Endonezya’dan sonra en büyük ikinci devlettir. Ülke nüfusu 48.7 milyondur. Ülkenin resmi dili Birmanca olup resmi dil Budizm’dir. Hindistan ile Çin arasında yer alan ülkede her iki kültüründe izleri de görülmektedir. Resmi olarak 135 etnik grup yer almakta olup bu etnik grupların en büyükleri Şan (%8.5), Karen (6.2), Kaçin (%1.4), Rakhine (%4.5), Mon (%2.4), Çin (%2.2) ve Kayah (0.4)’tır.
Arakan Neden Önemli;

Dünyanın en hızlı büyüyen ekonomisi Çin bu özelliğini devam ettirebilmesi için daha fazla enerji kaynaklarını ihtiyacı var ve bu enerji kaynaklarını çeşitlendirmesi gerekiyor.  Hindistan da gelişen ekonomiye sahip. Ayrıca Arkan eyaletinin sahilinden başlayarak Myanmar boyunca yapılacak boru hattı ile Bengal körfezinin zengin petrol ve doğal gaz enerji kaynaklarının yanı sıra Ortadoğu ve Afrika dan tankerlerle gelen petrolün Çin’ taşınması sağlanacak. Buda hızla gelişen Çin ekonomisi için sağlanan enerji kaynakları büyümenin hızını kesmemiş olacak.
Petrol ve Doğalgazın yanı sıra Myanmar zengin maden yataklarına sahiptir. Dünya volfram üretiminin %20’si ve kobalt üretiminin %6’sı bu coğrafyada yapılmaktadır. BM Raporuna göre Myanmar’ın, dünyadaki haşhaş üretiminin yüzde 25’ini elinde bulunduran Afganistan’dan sonra en büyük üretici ülke olduğu kaydedildi.
Askeri darbesi sonrasında çeşitli Amerikan firmaları (Chevron, General Electric, Visa, 20th Century Fox gibi) ülkede yatırımlar yapmaya başlamış ve çeşitli imtiyazlar elde etmişlerdi. Çin’i kuşatmak ve kontrol etmek istemektedir.
Bütün bunlar olurken İngilizler boş durmayacak elbette İngiltere firması James Fisher and Sons ve Myanmar firmaları Arakanlı Müslümanların yaşadığı bölgede petrol ve gaz arama faaliyeti için ortak girişim başlattı.
Sonuç olarak; Çini kuşatmak ve ilerlemesini önlemek amacıyla bölgede kargaşa yaratılması en nihayetinde Çin’in boru hattını ve enerji güvenliğini tehlikeye sokmaktadır. Bu kargaşaların temelinde Müslümanlara karşı yapılan baskı ve zulme sessiz kalarak bölgeden uzaklaştırılmaları işine gelmektedir. ABD burada oluşan bir ayrıcalığı bölgede müttefiki durumunda bulunan ülkeler vasıtasıyla kaşıyarak derinleşmesi Çin’in enerji boru hattı için tehlike oluşturması işine gelmektedir.  Başta Cumhurbaşkanı Batının Arakan’a sessiz ve dilsiz kalması ve BM göreve çağırmakta. Bu göreve çağırma işi en nihayetinde Ortadoğu’dan tanıdık gelmektedir. İç karışıklığı bahane edilerek, getirilmek istenilen demokrasi, özgürlüklerin sonucunu Irak, Libya ve Suriye’de yaşamaktayız. Müslüman ülkeler bu zulme neden sessiz? Unutmayalım ki, sükut ikrardan gelirmiş. 
BOP Ortadoğu sınırlı değil genişletilmiş BOP’un sınırları Afrika ve Güney Asya’ya kadar uzanmaktadır.
Enerji için yayılmacı emperyalist düşünce insanlığın ezilmesini mubah görmektedir.
Türkân Kebeci Şahin

16 Ağustos 2017 Çarşamba

SÖYLEMLER TOPLUMU GERGİNLEŞTİRİYOR


Bu hafta konuşulan olaylar ve sözler önümüzde ki günlerde ki gelişmelere gebe olacağı kesin.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 14 Ağustos Pazartesi günü Ankara’da AK Partinin kuruluşunun 16. Yılında yaptığı konuşmada CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nu hedef aldığı sözleri.  Konuşmanın ana teması MİT Tırlarından dolayı soruşturmanın ucu CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğluna dokunacağı ve Ceza evinde bulunan CHP Milletvekili Enis Berberoğlu’nun  cezaevinden çıkarılmazsa MİT Tırlarıyla ilgili bilgileri açıklayacağına dair açıklamalar yapacağını belirtti.  Buna benzer açıklamalar bir haftadır basında yer aldı, ilk başta bu açıklamalar Kılıçdaroğlu’na Adalet yürüyüşünden dolayı toplumun ilgisinin ve desteğinin arttığı için bu ilgiyi düşürmek maksadıyla yapılan karalama yazıları ve haberleri olarak bakmıştım. Lakin dün Cumhurbaşkanı da bu konuda ki iddialı tavrı karşısında olay hakkında gerekli tüm belge ve deliller mahkemeye sunulur ve yargı kararı verir. Yargıya intikal etmeyen herhangi bir durum olmadığına göre ana muhalefet partisinin lideri hakkında hedef gösterir açıklamalar toplumu gerginleştirir. CHP’yi karıştırmaya yönelik açıklamalar olmuş olsa dahi sert söylemlere CHP cephesinden de haklı olarak sert açıklamalar geliyor.  Biz halk olarak bir bu tarafı bir diğer tarafı seyrediyoruz. Bu ülkede hukuk varsa hukuk gereğini yapsın. Her iki tarafın sert söylemleri huzur ve barış için tehlikedir.
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Twiter resmi hesabında ki titrinde değişikliğe gitti. Türkiye Cumhurbaşkanı - President of Turkey, AK PARTİ Genel Başkanı - Chairman of the Justice and Development Party olarak değiştirdi. Sosyal medya hesabı olsa bile bu değişiklik Anayasada belirtilen devlet şeklini belirleyen ve değişmeyen ilk üç maddesine ters düşmektedir. Anayasamızın ilk üç maddesi
Devletin şekli
MADDE 1. – Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.
  1. Cumhuriyetin nitelikleri
MADDE 2. – Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.
III.  Devletin bütünlüğü, resmî dili, bayrağı, millî marşı ve başkenti
MADDE 3. – Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.
Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır.
Millî marşı “İstiklal Marşı”dır.
Başkenti Ankara’dır.
  1. Değiştirilemeyecek hükümler
MADDE 4. – Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.
Birde Cumhurbaşkanın Ak Parti yönetimi ve kadroları için dile getirdiği metal yorgunluk söylemleri var. Aslında metal yorgunluk dan daha ziyade kendisine karşı oluşabilecek muhalif kişileri ve eleştirileri engelleyerek 2019 seçimlerine sorunsuz girmek istiyor. Bu metal yorgunluktan değil güvensizliği ortadan kaldırarak zincirin zayıf halkalarını güçlendirdi.
Bu olaylar huzurumuzu, barışımızı ve birliğimizi bozar. Özellikle ateş çemberiyle çevrilen bir coğrafya da , savaşa dönen zamanda barışı bozan söylemler ve uygulamaların hiç bir yararı bireylerde, ülkeye de olmayacaktır.
Bu iki olay ileri ki günlerde olmadık olaylara gebe.
Türkân Kebeci Şahin
turkankebeci@gmail.com

18 Haziran 2017 Pazar

KATAR VE AMBARGO, SONUÇ SİLAH ANLAŞMASI





Bir krizin ortasındayız. Malum gündemi son günlerde meşgul eden Katar krizi. Katarın coğrafyada yaratmaya başladığı sıkıntının detayı aslında, Dünya doğal gaz rezervinin büyük bir bölümüne sahip olan Katar ve İran doğal gaz alanlarını üretime açma kararı,  bölgede dengelerin bozulacağı endişesi ABD’ yi harekete geçirdi.
İran ile yakınlaşma Suudi Arabistan ve İsraili endişelendirdi. Güçlü bir İran istenmiyor.
Katar Suriye’de Esad’a karşı muhalif güçleri destekledi. Yani taraflar belliydi. Sunni ittifak ve yanlarında Amerika,  karşıda Şii ittifak yanlarında Rusya…
Suudi Arabistanın öncülüğünde coğrafyanın güvenliği için Askeri İslam ordusunaTürkiye’de destek vereceğini ve asker göndereceği açıklamaları basında yer aldı. Peki kim var bu Askeri İslam İttifakında; Suudi Arabistan, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 33 ülkeyle birlikte ‘Teröre karşı İslam ittifakı’ oluşturduğunu açıkladı. Merkez Riyad olacak ve askeri güç kurulacak. İran ittifakta yer almıyor. Oluşturulan askeri ittifaka dahil olan ülkelerin arasında Türkiye, Mısır, Ürdün, Katar ve Pakistan yer alıyor ( 15.12.2015 internethaber.com).
Şimdi teröre karşı kurulan ittifakın içinde ki Katar teröre destek vermekle suçlanıyor. O zaman terör unsuru Katar mı oluyor? Bu durumda Katar Suriyede ki muhallif güçleri desteklemekten vaz geçecek anlamı mı taşıyor? Katar’a asker gönderdik ve Askeri İslam İttifakında yer alıyoruz.
Buraya kadar neyse diyelim Katara kaşı olan ve bu durumun sorumlularından biri olan ambargo ilan eden ABD iken BBC’nin haberine göre Katar ABD’den 12 milyar dolara’ F-15 savaş uçakları alacak.
Trump değil miydi terörizme destek vermekle suçlayan?
Donald Trump ise geçen hafta Cuma günü Katar’ı terörizmin “üst düzey sponsoru” olarak göstermedi mi?
Tüm bu olayların başını ABD ve Suudi Arabistan çekerken, Katar silahları ABD’den alıyor ve Suudi Arabistan ile 110 milyon dolarlık silah anlaşmasını imzalıyor. Silahların menşe-i USA,  kullananlar İslam ülkeleri ve Müslümanlar.
Hepinizin tepki vereceği başka bir durum bir iki gün önce;
Katar’ı abluka altına alan ülkelerin baş aktörü Suudi Arabistan’dan komik bir açıklama geldi. Suudi Arabistan Dış İşleri Bakanı, eğer ihtiyaç duyuluyorsa Katar’a gıda ve ilaç sağlayacaklarını söyledi.
Bundan sonra çanlar kimin için çalar derseniz birileri için çalacağı kesin ama çanlar Suudi Arabistan içinde çalacak.
Suudi Arabistan kimden korkuyor, çevresinde ki tüm komşu ülkeleri Arap ve Irak haricinde ki tüm komşuları Sünni Müslümandır. El kaide oluşumundan çekindiği için silahlanıyor, El kaide’nin kurucusu, silah veren fakat sözde çatışan Amerika. Diğer ülkeler içinde durum bundan farklı değil, bu sefer düşman Sünnilerin, Şiiler oluverir. Suriye, Sünni, Şii ve Kürt bölgesi olarak üçe bölünme aşamasında. İran ise etnik yapı olarak parçalanması daha kolay olacaktır. Fars, Azeri ve Kürt olarak üç bölgeye parçalanması söz konusu. Tuzunun kuru olduğunu düşünen, Suudi Arabistan bugün değilse yarın parçalanma senaryolarına maruz kalacak. Etnik ve dini yapı olarak parçalanma olasılığı az görülmektedir. Fakat % 85 Sünni yapıyı oluşturan dini inanışı çok fazla mezheplere dayanmaktadır. Mezhepler arasında yaratılacak bir ikilem veya verilen fazla destekle üç, dört  bölgeye parçalanabilir (2012, Ortadoğunun Yapısı; http://turkankebeci.blogspot.com.tr).

Savaşın eşiğinde bir coğrafya da bu olaylar yaşanırken ‘Tır Dosyası’ karara bağlandı.Olay sonucunda ana muhalefet partisi CHP Genel Başkanı ‘Adalet’ yürüyüşünü başlattı. Tüm dikkatler ülke içine toplandı. Gündem değişikliğine odaklanmışken başka gelişmeleri atlamayalım.
Birilerin elinde ipler, bir Katar bir Suudi Arabistan’ı çekip çekip duruyor. Aman güvenip de  taraf olmaya kalkmayalım, bizi ortada bırakıverirler.
Dünya Savaşa Dönerken Hukuk Herkes İçin Lazım Olacak.

17 Haziran 2017 Cumartesi

KORKMA? CANAVAR YEMEZ


Korkmak insani duygu. Ruh halimize bağlı olarak zaman gelir yerli yersiz korkuları oluştururuz. Yükseklik korkusu, karanlık korkusu, kapalı alan korkusu, hayvan korkusu, ölüm korkusu, yalnızlık korkusu, aldatılma korkusu gibi gibi gider korkular. Yaşanılan tüm korkular bireysel yaşanmışlıkların etkisi ile ortaya çıkan psikolojik durumların fizyolojik yansımaları ile yaşam alanlarımızı daraltarak ilişkilerimizi çekilmez kılarız.  Tür Dil Kurumu korkuyu; Bir tehlike veya tehlike düşüncesi karşısında duyulan kaygı, üzüntü olarak tarif ediyor.
Peki bireysel korkularımız ne zaman başlar? Çocukluk dönemlerimizde ilk temelleri atılır, bir çok anne babaya göre eğitimin ve yönetmenin bir çeşidi olarak görülür. Örneğin; yemeğini yemezsen arkandan kovalar, rüyana girer, canavarlar gelir, doktor amca iğne yapar. Uyumazsan seni çingeneler alır, bak köpekleri çağırırım gibi söylemler ile ilk temelleri atılır. Ölürüm beni göremezsin, seni hırsızlar alır, babana söylerim… Büyüdükçe bu korkulara uçak, ölüm, kaybetme, sözlü, sınav korkuları eklenir. İleri ki dönemlerde  aşk korkusu, iş korkusu ve gelecek korkusu eklenir de eklenir. Zaman içinde bu korkular yenilmez ise her şeyden tırsarız.
Buraya kadar olan tüm korkular bireyseldir ve psikolojik destek alınarak yenilebilir. Yada çocukluktan atılan bu korkulara neden olan anne, babalara veya adaylarına bu konuda eğitimek gerekir.  Bu korkulardan başak bir korku var ki işte o korku nasıl yenilir inanın bana bilmiyorum.
Şimdi diyorsunuz bu nedir? Devletin halk korkusudur. Koskoca devlet halkından korkar mı? Korkar hemde bal gibi korkar. Devletin korkuları…
Toplanma korkusu, türkü korkusu, yürüyüş korkusu, ıslık korkusu, kitap korkusu, açık alan korkusu, marş korkusu, karanlık ve insan korkusu.
İşte size örnek; Ankara valiliği hava kararmaya başladığı andan itibaren sesli türkü söyleme yasağı ve eylem yasağı getirdi. İçimden ıslık çalıp sesli sesli türkü söylemek geliyor mesela Selanik türküsü ne güzel gider ‘Çalın Davulları Çaydan aşağı’ve ‘Benden selam olsun Bolu bey’ine’. Allah’dan İstanbul’da yaşıyorum. Ankara’da yaşasam sesli söyleyemezdim. Türkü de sessiz söylenmez ki birde ‘Lorke’ çalarsa…
Devlet bir dönemde kitap toplamıştı. Korkudan  az mı kitaplar yakılmadı bu ülkede. Korku imparatorluğu kurulmaya çalışılıyor. Ağzımızı açmaya, iki satır yazmaya korkar olduk.
Beyler, korkunun ecele faydası yok.
Bizler türküde söyleriz, halayda çekeriz.
Türkân Kebeci Şahin

7 Mayıs 2017 Pazar

FARKINDA MISINIZ?




Farkındalık çağımızın kelimesi. Farkındalık yarat, farkındalık yaratmıyor sun  sıradan sözler, sıradan olaylar, sıradan kitaplar gibi gibi sözlerle çok karşılaşırız. Peki farkındalık nedir? Yada farkındalığın ne demek olduğunu biliyor muyuz? Çağımızda birbirine karışan tanımlar silsilesinden biri mi?
Farkındalık; Yargısız bir şekilde şimdiki ana odaklanabilmek amacıyla,dikkatinizi toplayabilmektir (John Kabat-Zinn).
O zaman farkındalık bir şeye karşı dikkatin toplanması ve yaşanan anın farkına varılmasıdır. Neden sık sık bu kelime ile karşılaşıyoruz, neden farkına varamıyoruz? Bizim kendimizi tanımadığımızı, kendimizden başka kimseyi düşünmediğimizi, her şeyin kolay ve çabuk tüketilen zamanın çarkları içinde yaşayıp gitmemiz neden olarak gösterilebilir. Bireysel farkındalıkdan daha ziyade toplumsal farkındalığa değinmek istiyorum.
Dikkat toplamak veya dikkat çekmek için çeşitli konularda bir çok reklam kampanyaları, faaliyetler yapılmaktadır. Özellikle sanal ortamlarda dikkat çekmek veya dikkat toplamak için bir çok anket, uygulamalara denk geliriz. Öyle olur ki çığ gibi büyüyen bu uygulama amacından, iyi niyetinden saptığını bile görürüz. Size örnek meme kanseri için kadınlar arasında başlatılan doğum ay ve güne göre değişen yiyeceklerin kullanılarak belirlenen zaman içinde yemedim uygulaması. Mesela 15 haftadır çilek yemedim.  Bu olaydan haberdar olmayan erkeklerin çoğu bu uygulamaya haklı olarak kendilerine göre cevap veriyorlar ve olay komik boyut alıyor. Yargılamadan, düşünmeden yada amacına hitap edip edilmediğine bakılmadan çığ gibi büyüdü. Meme kanseri ile yemenini ne ilgisi var. Yada bu kampanya ile ne kadar bayan mamografi çektirdi, yada erken tanı konuldu belli değil sadece eğlenceye dönüşen bir kampanya olmaktan ileri gidemedi.Neden böyle bir şey denendi? Meme demek ayıp mı? Neden kadınlar arasında? Meme kanseri bir hastalık değil mi? Sadece kadınlarda mı görülüyor?
Meme kanseri bir hastalık, Meme de vücudumuzun bir organı anne olmanın var oluşu. Hastalığa dikkat çekilmesi esnasında erkeler tarafından  cinsel obje olarak görülüyorsa onlarada denilebilecek en güzel cevap Allah akıl fikir versin olur. Meme kanseri sadece kadınlarda değil erkeklerde de meme kanseri görülmekte hatta daha riskli.
Gelin açık açık yazın meme kanserin de önemli olan erken tanı, memenizi kontrol ettirin diye.
Yaratmak istediğiniz farkındalık yani dikkat çekme veya dikkat toplama olsa bile neye nasıl hizmet ettiği, faydalık oranı vb. sorulara cevap verip akıl süzgecinden geçirilmelidir.
Hadi insan oğlu hastalıklarda erken tanı için memenizi kontrol ettirin.
Farkındalığınız insan olmak olsun.
Sağlıcakla kalın.
Türkân Kebeci Şahin
turkankebeci@gmail.com

2 Mayıs 2017 Salı

ÇELİŞKİLİ TOPLUM OLDUK!


Hayat çelişkilerle dolu diyerek yazıya başlarsam yanlış olmaz. Aslında hayat değilde hayatı anlamlı kılan insanların neden olduğu olaylar çelişkiyi yaratıyor. Benim için çelişkilerle başlayan bir gün,  aslında çelişkileri aklıma doladığım bir gün desem daha doğru olacak. Çelişki denilince farklı anlamları yüklememek adına çelişkinin Türk Dil Kurumunun tanımına bakalım. Çelişki; Söylenilen sözlerin, yapılan davranışların birbirini tutmaması, tenakuz, paradoks.
Demek ki söylenen ile uygulamanın tutmaması çelişki ise bu gün çevremize baktığımızda ne kadar çok çelişkili uygulamaların olduğunu yada çelişkili insanların olduğunu görürüz.
Bana göre çelişki olarak yorumladığım durumları sizle paylaşacağım ve kararı size bırakacağım.
  1. Bu ülkenin ve 20.yy dünya lideri Mustafa Kemal Atatürk’tür. Bunu ‘Yüzyıllar nadir olarak dahi yetiştirir. Ne yazık ki bu yüzyılın dahisi (Atatürk’ü kastederek) Türkler’e nasip oldu ve o da bizim karşımıza dikildi! Lloyd George sözünün pekiştirici olduğunu düşünüyorum. Peki Atatürk milli sermayeye önem vermiş ve milli sermayenin gelişimi için üretime ağırlık veren lideri anlamak için yerli üretime ağırlık vermek gerekir. Üretmek üretmek; fikir üretmek, emek üretmek, ülke ekonomisine girdi sağlamak bunlar için çalışmak çalışmak çok çalışmak gerekir. Atatürk’ü savunmak bu şekilde olabilir. İthal edilen arabaların üzerine Atatürk’ün imzalı stickerlarını yapıştırmak demek onu anlamak veya sevmek değildir. Hem Atatürk’ü seveceksiniz ama hazır ithal arabalara bineceksiniz. Nerde üretim ve nerede milli sermaye nerede düşünen üreten nesil.
  2. Aynı durum ‘Huzur İslam’da’ diye yazacaksınız ama hak yiyeceksiniz, hukuku çiğneyeceksiniz, din adı altında insan öldürceksiniz. İnsanlara fakirliği imtihan diye sunarken lüks içinde yaşayacaksınız.
  3. Gelelim 1 Mayıs’a, işçinin hakkı, emeğe saygı diyeceksiniz sendikalar tüm emekçileri alanlara dökeceksiniz, bağırıp çağırarak konuşacaksınız. Davul, zurna, oyun halay ve fotoğraflara parti liderleri ve partinin ileri gelenleri bir sonra ki seçim için kravatlı gülen yüzlerle poz vereceksiniz. İşte size emekçinin 1 Mayıs’ı diyeceksiniz. Kıdem tazmintı, taşeronluk, ücretler, fazla çalışma saatleri, çalışma koşulları, sigortasız, kayıt dışı çalıştırma, asgari ücretten kesilen vergi yükü, işçi sağlığı ve iş güvenliği olmayan ortamlar, iş kazaları ve işsizlik oaranlarında artış vb. İşçinin yukarıda ki sorunlarına  çözmeyen, çözemeyen veya sendika çıkarlarını önde tutan, işveren ile danışıklı döğüş içinde olanlar yüzünden  hakkını alamayan emekçi kardeşlerim bumu bayram… Ama sendikalar  bağıra bağıra konuştular senin karşında. Sendika başkanları işçilere, emekçilere gerçek bayramı haklarını alarak yaşatmalıdır. Bayram neşedir, sevinçdir, huzurdur. Acının içinde bayram yaşanmaz.
Bu olaylar bireysel ve toplumsal çelişkilere örnek olarak verilebilir. Peki neden diye soracak olursak; Çıkar ve menfaatlerimizi her şeyden önde tutma hırsı, kolaycılık, rahat yaşamak için hukuku, adaleti toplumun üst kademesinden  en alt kademesine kadar çiğnenmesi ve cezaların caydırıcı olmaması gelmektedir. Birde içsel alanımızla, dışsal alanın uyuşmaması çelişkileri doğuran ana nedendir diyerek bu örneklerin çelişki arz edip etmediği kararını size bırakıyorum.
turkankebeci@gmail.com

22 Nisan 2017 Cumartesi

SON GÜNLERİN MODASI ALDANMAK VE ALDATMAK



Aldanmak ve aldatmak birbirine bağlı bir olgu mu acaba?
Bu sorunun cevabını bulabilmek için olgunun temelini algılamak oluşturduğundan, algının tanımını doğru yapmak gerekir. O zaman gelin algıyı tanımlayalım.
Algı;  Bir nesnenin, bir olayın geçtiği mekan içinde uygun yere yerleştirildikten sonra çevresiyle birlikte bir bütün olarak algılanmasına denir.  O zaman algının sağlanabilmesi için çevrede oluşan olayların veya nesnenin tanınması gerekir. Tanıma işlemini beş duyu organımızla yapılır ve son aşama düşünce süzgecinden geçirildikten sonra karar aşamasına gelir. Karar algısının son aşaması eyleme geçmedir. İşte aldanma ve aldatma  bu noktada başlıyor eğer  duyu organları tarafından iyi algılanmamışsa düşünce de yanlış karar veriyor. Yada duyu organlarının algısı düşünce süzgecinden geçerken düşünce ile çarpışıyor burada ki çelişkilerde yanlış karar neden olmaktadır yani aldanma ve aldatmaya meyilli olunuyor.  Peki algıyı etkileyen faktörler yok  mu?
  • Dikkat ve Yoğunluk
  • Büyüklük
  • Renkler
  • Olayın görme merkezine yakınlığı veya uzaklığı
  • Olayın durgunluğu veya hareketliliği
  • Toplumun gelenek ve görenekleri
  • Kişinin eğitimi ve öncelikleri
Bu maddelere farklı bir çok unsur eklenebilir. Fakat bu unsurlar içinde bana göre büyüklük üzerinde durulması gerekir.  Bu büyüklük nedir ve nasıl olur? İsterseniz bu soruya cevap bulalım. Sorunun cevabı toplumun aldanmasına veya aldatılmasına ışık tutacaktır.
  • Mesela her zaman uzun veya cüsseli insanlar dikkat çeker.
  • Küçük Harfle yazılan bir dosya kağıdının tek bir yerinde kullanılan büyük harf hemen dikkat çeker. Büyük gruplar, küçük gruplara göre daha çok dikkat çeker.
  • Bağıran, hiddetli ve saldırgan gruplar, sakin gruplara göre daha çok dikkat çeker. Örneğin satırla bağıran grup ile kitap, gazete ellerinde yürüyen iki gruptan satırlı grup hemen dikkat çeker ve tüm insanlar pencereye koşup seyreder. Zayıf karakterli insanlar bu grupların içinde gücün algısından dolayı kendilerini güçlü görmeye başlar.
O zaman insanlar kendilerinden daha üstün  gücün ve büyüklüğün etkisine çok kolay girebiliyorlar. Genelde büyük partiler daha güçlü göründükleri için daha çok tercih edilmelerinde ki sebepte bundan kaynaklanmaktadır. Büyüklük kavramına göre toplum, cüsseli, uzun, bağıran liderleri güçlü gördüklerinden peşlerinden gitmekteler.  Yani  görme, duyma  ve sürekli insanlara dokunan lider ise dokunma duygusu da devreye girer ve güç algısı yaratılmış olur. Aslında göründüğü kadar güçlü lider olmanıza gerek yoktur, liderlerinde her insan gibi zaafları var.  Lideri güçlü olarak algılanması ona inanmayı getirir. Onunla birlikte bireylerde güç kazanır. Ne zaman lider güç yitirirse toplumda ki her birey kandırıldığının farkına varır.  Gelelim liderlere  onlar içinde durum pek farklı değildir. Kendilerinden daha büyük güçlü devletlerle bir araya geldiklerinde  onların güçlerini duyusal olarak algıladığı ve güce erişme egosuyla birlikte düşünce devreye girdiğinde algı büyük gücün yanında olmayı gerektirir ve sonuçta hüsran ve aldanmış olurlar.
Dikkat ederseniz az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerin liderleri ABD başkanın elini sıkma sevdası içinde olurlar. Bu kendilerini güçlü sanma ve gösterme derdidir. Nerede bir lider yada daha üst kademede birilerini görsek hemen resim çektirir ve sosyal medyadan yayınlarız. Buda bizim çevremizde ki insanlara kendimizi güçlü gösterme algısı yaratmak istememizden kaynaklanıyor.
Tüm bu açıklamalar doğrultusunda liderler aldanır ve aldatabilirler. Yanlış algı aldanmalarına, kendilerini güçlü gösterme algısı da aldatmaya girer.  Ama şunu unutmamak da fayda var sürekli aldanma ve aldatılma varsa o zaman bu adet haline gelmiştir diyebiliriz.
Türkân Kebeci Şahin
turkankebeci@gmail.com

17 Nisan 2017 Pazartesi

REFERANDUM'UN SONUÇLARI VE GELECEK GÜNLER



16 Nisan 2017 ülkemiz için tarihi önem taşıyan halk oylaması % 51 EVET, % 49 HAYIR ile neticelendi. Bu durum bazı çevrelerin umudunu kırmış olabilir aksine benim umutlarımı arttırdı. Evet de, Hayır da  bizim dedik ve bu günden itibaren kol kola günlük yaşamımızı sürdürmeye devam edeceğiz.  Daha büyük umutlarla…
Şimdi büyük umutları da nereden çıkardın diyebilirsiniz? Gelin sıralayalım.
  1. İstanbul kalesi çatladı. İstanbul sonuçları her zaman biraz farklılıklarla Türkiye genelini yansıtır. Eyüp, Üsküdar ilçeleri kale iken bu ilçelerimizde Hayır dediğine göre yönetimden ve uygulamalardan rahatsızlar. Bu rahatsızlık gün geçtikçe büyüyücektir.
  2. Ağrı, Diyarbakır, Ardahan, Van, Siirt, Şırnak, Hakkari, Iğdır, Batman ve Mardin illerimizin hayırı çok önemli. Anayasa değişiklikleri cumhurbaşkanı danışmanlarında belirttiği gibi eyalet sisteminin zeminini hazırlıyor bu sebepten Diyarbakır başta olmak üzere Hayır’ın anlamı eyalet sisteminin istenmediği ve ayrılıkçılığa hayır anlamına gelmektedir.
  3. Şaibeli oylar göz önünd ebulundurulsa da bulundurulmasa da oaran fifti fifti sayılabilir. Bu sebepten mücadele ruhumuzu kaybetmeden çalışmaya daha bir azimle sarılmamıza neden olacaktır. Arada ki fark yüksek olsaydı çalışma ruhunu ve umudunu toplamak biraz zaman alacaktı.
  4. %51 Gösteriyorki MHP katkı sunmadı yada MHP nin katkısı kadar AKP fire verdi.
  5. Halk oylaması sırasında bütçenin ağzı açıldı ve esoes veren bütçe de açık arttı. Ekonomik kriz halk oylamasından dolayı bastırılan kriz, ağır faturalarla kapımızda. İstihdam diye işe alınanların çıkarılması ve devletin işverene yaptığı yardımlar kesintiye uğrayabilir.  Ocak ayında %13 lere ulaşan işsizlik oranı arttışlarla kapımıza dayanacak görünüyor.  Başımızda bir terör belası var ve kaldığı yerden devam edecek. Suriye çıkmazına girme hevesimiz bakalım bizi nerelere götürecek.  Tüm bu yaşanan olumsuzluklar Hayırlar yüksek çıksaydı halkımıza ‘’İşte Hayır’ı istediniz bu oldu’’ veya ‘’Size kaos çıkar dedik, terör artar dedik, işsiz kalırsınız dedik vb’’ olumsuz söylemler başta CHP olmak üzere diğer partilere ve  hayır veren vatandaşlar sorumlu gösterilerek kucaklarına bırakılacaktı. Bırakılsa ne olur? 2019 Seçimlerin de daha da güçlü olmaları demektir.
  6. Oranın yakın olması yeni kurulacak partilere umut oldu. Yeni oluşumlara gebe. Yeni sağ merkezli bir parti elzemdir.
  7. Eğer sözlerinde dururlar seçim barajı düşerse, seçim barajı altında kalan partilerin oy oranlarının  artışı demek.
  8. CHP bundan sonra İç Anadolu’da ve Karadeniz’de oylarını yükseltmek için çalışmalara başlamalı, burada ki teşkilatların eksiklikleri ve artıları masaya yatırmalıdır.
Her şeyden önemlisi görsel, basılı medya ellerinde, bütçenin anahtarı ellerinde, kamu görevlilerin görevleri ile tehdit edilmesi, muhtarların toplanması, yapılan para yardımlarını düşününce alınan sonuç başarıdır. İki sene sonra seçimler ve şimdiden  tutuştular.
Tüm olumsuzluklar Hayır’ın kucağında patlasaydı inanın 2019 seçimleri büyük fark olurdu, şimdi tüm sorumluluk omuzlarında ve 2019 seçimlerinden başka bir parti çıkarsa hükümeti kurmak görevini üstlenme ihtimali çok yüksek ve bu ihtimalin tedirgenliğini şimdiden yaşıyorlar.
Birlik beraberlik içinde çalışmaya devam.
Önümüzde 23 Nisan var, büyük bir coşkuyla sokaklarda, meydanlarda, okullarda kutlayalım…
Türkân Kebeci Şahin
turkankebeci@gmail.cm

12 Nisan 2017 Çarşamba

SİYASET VE TANIMLAMASI




Siyaset;  Siyaset sözlük anlamı ‘’Devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatıyla ilgili özel görüş veya anlayış’’ olarak tanımlanır. Köken olarak Arapça’dan gelmektedir ve anlamı  Arapça’da siyāsa,  seyislik, at bakıcılığıdır.  Tabi bu tanımlamalar literatürde geçen gerçek tanımları bir de sözlükte verilen mecazi anlamı da var tabi.  
Mecaz anlamı ; Bir hedefe varmak için karşısındakilerin duygularını okşama, zayıf noktalarından veya aralarındaki uyuşmazlıklardan yararlanma vb. yollarla işini yürütme’
Politika sözlük anlamı;  Eski Yunanca politikē: Devlet yönetme sanatı,vatandaşlara dair olan  Eski Yunanca pólis: Devlet.

Siyasetin incelenmesi Eflatun ve Aristo ile başladığı kabul edilir ve MÖ 400- 300 yıllara dayanır ve kamu yararına yönelik faaliyetler şeklinde tanımlamışlardır. Kamu çıkarlarını özel çıkarlardan üstün tutmuşlardır. Aristo insanı siyasi düşünen bir hayvan olarak tanımlamıştır. Buraya kadar yapılan tanımlamalarda bir terslik görülmemekte lakin zaman içinde siyasetin anlamı boyut değiştirerek farklı anlamlarla anılır oldu. Kargaşa yaratma, aldatma- aldanma ile yalan ve şiddetle anılır hale geldi. Bunda da en önemli neden siyasetçilerin devletten yani kamudan daha ziyade partisi için veya kendi  menfaat ve çıkarlarını gözetmesinden kaynaklandığı gibi olayların üzerini kamu çıkarları ve ideoloji ile örtmesinden kaynaklanmaktadır. Özellikle iletişim araçlarında, sosyal medyada ortaya çıkmasıyla toplumda güvenirsizliği gün geçtikçe artmaktadır. Siyaset kendi çıkarına hizmet eden, iki yüzlülük olarak algılanmaktadır. Makama oynamak olarak da bakılmaktadır .

H. Laswell: Kimin nerede , ne zaman ve ne elde edeceğinin otorite tarafından belirlenmesidir.
Lord Butler: Siyaset, mümkün olanın sanatıdır.
Benjaminİsraeli: Siyaset, insanları aldatma yoluyla yönetme sanatıdır.
Adolf Hitler :Siyaset, Bir milletin dünyadaki varlık mücadelesini yönetme sanatıdır.

Yukarıda ki tanımlamalar da siyasetin bu günkü durumunu açıklamaktadır. Bu sebepten günümüzde yaşanan olayların doğrultusunda siyasete yeniden tanımlama getirmek durumundayız.

Siyaset; İnsanların bir arada yaşayabilmeleri için sosyal statü, etnik ve dini yapılarına bakılmaksızın işbirliği içinde eşit hak ve hukuka dayalı olarak toplumun etik değerleri göz önünde tutularak bir arada tutabilme sanatıdır tanımını yaparsam günümüzün normlarına uygun bir tanımlama olacaktır.


Bunun içinde siyasetin çatışma kültüründen uzak uzlaşmacı olması gerekir. Tarafsız, bağımsız hukuk anlayışının geliştirilmesine ihtiyaç vardır.

Hiçbir kurum ve kuruluş hukuk dan üstün olamaz. Bu siyasetçi olsa da. Hizmet için gelen kişinin dokunulmazlığı diye bir şey mümkün olamaz.

7 Nisan 2017 Cuma

Lider Aranıyor


Dün,  Haberde İstanbul’da Suriye’de ”kimyasal saldırı” suçlamasına Rusya’dan flaş yanıt’’ Başlıklı haberin girişinde bu senaryonun benzerini Dünya sahnesinde sahnelendiğine  değinmiştik. Hatırlarsanız ki Irak işgal edilirken de müdahale sebebi kimyasal silahların olmasıydı. İdbil’de yaşamını yitiren çoğunun kadın ve çocukların klor gazından zehirlendiği dünya basınında yer aldı.  Trump yaptığı açıklamalarda gerekenin yapılacağı açıklamasının üzerinden bir gün geçmeden ABD bu saldırıya karşılık olarak Suriye’nin Şayrat hava üssüne 59 Tomahawk füzeleriyle vurduğunu açıkladı. Tump’ın sözlü açıklaması üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Teşekkür ederim ama lafta kalmasın. Eğer bu hakikaten icraat ortaya konulursa, biz de Türkiye olarak, bize ne düşüyorsa, biz bunu yapmaya hazırız. Biz bundan asla çekinmeyiz, kim olursa olsun çekinmeyiz’’ açıklaması basında yer aldı.
Rusya Dışişleri Bakanlığı, Suriye’deki ”kimyasal saldırı” suçlamasına yanıt vererek, Suriye’deki tüm kimyasal silahların 2014’te ABD yardımıyla ülkeden çıkartıldığını hatırlattı.
Sputnik’in haberine göre yapılan açıklamada bunun ABD’nin yardımıyla yapıldığına da dikkat çekildi.
Bu gelişmelerin ışığında madem Suriye’de kimyasal silahlar ABD’nin yardımıyla ülkeden çıkarıldıysa bu kimyasal silahları kim getirdi yada  bu kimyasal silahları kim verdi? Gerçekten bu silahlar mualiflerin miydi? Seçimlerde ABD askerinin Suriye’de işi ne, Suriye’den çıkacağız diyen müdahale olsa bile bunun için kongrenin onayı gerekli diyen Trump’a ne olduda bir anda karar değiştirerek 360 derece dönüş yaptı. Müdahale ile dengeler ABD nin lehinde, Rusya buna nasıl karşılık verecek? Türkiye müdahale konusunda  neden bu kadar ısrarlı?, Bu olaylar zaten planlanmıştı da o yüzden mi Fırat Kalkanı Operasyonu bir anda durduruldu? Halk oylaması sonunda yeni harekatlar olacak açıklamaları hükümet tarafından yapıldı, kastedilen harekat ABD’nin müdahalesine kara desteği mi?
Tüm bu soruların cevabını bulmak mümkün değil. Bir muammanın içinde yaşıyoruz. Önümüzde ki süreçte gelişmelerin neticesine göre sorulara cevap bulabileceğiz gibi. Fakat Irak müdahalesi ile benzerlik gösterdiği aşikar, müdahale sonucunda üçe parçalanmış bir Irak oluştu coğrafyada. Muhalif güçlerle yıkılamayan Suriye müdahale ile parçalanması hedeflendiği bariz bir şekilde ortada. Coğrafya’da üçe bölünecek Suriye’nin sancıları yaşanan.
Bu olayların neticesinde savaşın en karanlık yüzünü çocuklar ve kadınlar yaşayacak. Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi ”Savaş zaruri ve hayati olmalıdır. Milletin hayatı bir tehlikeye maruz kalmadıkca savaş bir cinayettir.”
Evet, coğrafya’da yaşanan olaylar medeniyetlerin çatışması, mezhep çatışmaları ve etnik çatışmaların daha büyüğüne gebe. Buna zemin hazırlayan, destek veren tüm güçlerin hepsi cinayet işliyor, cinayete ortaklık ediyorlar.
Bu coğrafyada yaşayan çocukların hakkı gülmek. Çocukların yüzünü güldüren, coğrafyayı birleştiren lider aranıyor…
Türkân Kebeci Şahin
turkankebeci@gmail.com

4 Nisan 2017 Salı

Halk Oylaması Ve Yeni Bir Parti





On iki gün sonra ülke olarak bir halk oylamasına gidiyoruz. Tüm siyasiler sahaya indi. Konuşmalar, mitingler, toplantılar, paneller ve  hiddetli söylemler ile her gün yazılı ve görsel basında yer almaktalar.  Bu anayasa değişikliği ile başkanlık sistemine evet veya hayır diyeceğiz. ‘Hayır ’ diyenler terörist ilan edildi, ‘Evet’ diyenler denize döküldü. Siyasilerin  kin, nefret söylemleri topluma bu şekilde yansımıyor.  Siyasiler,  sizler en ağır hitaplarla konuşup yargılasanız da bir birinizi günün sonunda oturup meclisin kafesin de yada salonlarında birlikte çay ve kahvelerinizi yudumluyorsunuz kırk yıllık dost gibi kahkahalarla yada maaş, emeklilik, ikramiye yada ödenekleriniz söz konusu olduğunda milliyetçi, sağcı, solcusun demeden elleriniz birlik olup havaya kaldırıyorsunuz.  Bizler ise sizin bu söylemlerinize inanarak birbirimizi ötekileştiriyoruz. Aramıza hırsın kini, öfkesi giriyor. Allah dan nifak tohumlarınız toplumun tabanında filizlenemiyor. Halkımız sizden daha duyarlı, daha hassas ve daha hoş görülü. Atmayın bu nifak içeren tohumları,  Maazallah biri olsun tutunursa toprağa,  işte o zaman çırpınışlarınız fayda vermez. Kontrol edemediğiniz gücün sonuçları ülkemiz için ağır olur.
Ey Halkım,  Sen İstanbul ve Ankara’ da Türk bayrağının yanında  göndere çekenlere, Kerkük’de Türkçe’yi yasaklayan Barzani’ye; On Sekiz  adamızdaki Yunan bayrağına asılmasına izin verildiği için ses ver . Senin gibi olan diğerine ötekileşme.
                                                       ***
Gelelim merkez sağ misyonunu üstlenen AK Partiye; Bir önceki dönemlerde görev alan bakanları, başkan yardımcılarını ve eski kurucuları halk oylaması için göreve sahaya çağırdılar. Abdullah Gül Kayseri mitingine katılmadı, Bülent Arınç ve diğer kurucular toplantıya katıldı ama sahada aktif değiller. Davut Güloğlu ise toplantıya da katılmadı. Durum böyle olunca parti içinde yeni parti kurulmasının sinyalleri halk oylaması sonunda devreye girecek. Eski sağ siyasi partilerde de hareketlenmeler var. Yeni sağ partilerin kurulmasıyla Akp’nin oy oranın düşmesi anlamına gelecek. Acaba bu yüzden mi Başbakan Binali Yıldırım sürekli Koalisyon hükumetleri diyor, ne dersiniz?
Belki de kuranlar misyonunu tamamladığını düşünüyorlardır.