29 Kasım 2012 Perşembe

ORTADOĞU'NUN YAPISI


   


                

    Ortadoğu da barışın sağlanması nasıl olur. Bu sorunun cevabını bulabilmek için coğrafyanın dini ve etnik yapısını incelemek gerekir.  Ortadoğu ülkeleri; İran, Irak, Suudi Arabistan, Suriye, Yemen, İsrail, Lübnan, Ürdün, Filistin, Umman, Arap emirliği, Katar, Bahreyn, Kuveyt’tir. Bu ülkelerin  önce dini yapılarını sonra etnik yapılarını inceleyelim.

DİNİ YAPI
İran:   % 90’a yakın bir kısmı Şii müslüman(% 50 den fazlası Şii Fars, % 22 den fazlası Şii inançlı Azeriler den oluşur), % 8 Sünni, % 2 diğer dinler.
Suudi Arabistan: % 85 Sünni müslümanlar ( Selefi, Vehhabi, Hanbeli, Şafi  ve Malikiler den oluşur), % 15’İ Şii müslümandır.
Suriye: % 74 Sünni müslümanlar, % 12 Nusayri (Şiilğin bir kolu), % 10 Hiristiyan, % 3 Dürzi’ dir.
Irak: % 60 Şii müslümanlar, % 30 Sünni müslümanlar, % 3 Hiristiyanlar dan oluşur.
Yemen: % 55 Sünni müslüman( geneli Şafii mezhebindendir), % 45 Zeydi’ dir.
Ürdün: % 95 Sünni müslüman, % 5 Hiristiyan
Lübnan: Nüfusunun % 59 – 60’ı müslümandır. Bu müslüman nüfusun % 60 Şii müslüman, % 40 Sünni müslüman, % 7 Dürziler müslüman nufusun içinde gösterilir. Nüfusun % 20 sini Maruni hiristiyanlar( Arap katolikleri), % 5.5 Grek ortodokslar,  % 3.4 Grek katolikler, % 3.4 Ermeni ortodokslar dan oluşur.
Bahreyn: Halkın % 98’i müslüman dır. % 55 Şii müslüman, % 45 Sünni müslüman
İsrail:  % 76 Musevi, % 16 Müslüman
Katar:  % 77.5 Sünni müslüman, % 8.5 Hıristiyan, % 14 diğer dinler
Arap Emirlikleri: % 80 Sünni müslüman, % 16 Şii müslüman, % 4 Hindu ve Hıristiyan.
Kuveyt:  % 60 Sünni müslüman, % 25 Şii müslüman, % 15 Hıristiyan ve diğer dinler.
Umman: % 75 İbadi, % 25 Sünni, Şii müslüman ve Hindu
Türkiye: % 99 Sünni müslüman ve hanefi mezhebi olarak belirtilsede bu oranın % 20 yakını alevi,  % 1.6 civarı Şii müslümanların oluşturduğu yaptırılan sivil toplum araştırmalarına dayanıyor..

Yukarıda ki dini yapı incelendiğinde;  coğrafyanın % 56’ı Sünni müslüman, % 24.6 Şii müslüman, %5.8 Museviler, % 4.13 Hıristiyanlar, % 3.4 Zeydi,  % 1.5 Maruni, % 1.53 Aleviler, % 1.23 Diğer dinler, % 0.3 Hindu, % 0.77 Dürziler oluşturmaktadır.

        ETNİK YAPI
İran: % 51 Fars, % 24 Azeri,  % 8 Gilaki veMazanderani , % 7 Kürt, % 3 Arap, % 2 Türkmenler, % 2 Lur, % 2 Baloklar
Suudi Arabistan: % 90 Arap, % 10 Afrika- Asyalı ve çeşitli milletler
Suriye: % 74 Arap, % 10 Kürt, % 4 Türk, % 2 Ermeni, % 1 Çerkez
Irak: % 75 Arap, % 18 Kürt, % 7 Türkmen, Asurlar, Ermeniler
Yemen: % 97 Arap, % 1 Güney Asyalı, % 1.2 Somali, % 0.2 Malaylar, % 0.04 Yahudiler
Ürdün: % 98 Arap, % 1.2 Çerkez, % 0.7 Türk
Lübnan: % 83 Arap, % 11 Grek
Bahreyn: % 97 Arap ( Bu nüfusun % 80 Bahreyn, % 5’i Ummanlıdır)
İsrail: % 76.4 Yahudi, % 23.6 Arap ve Yahudi olmayanlar.
Katar: % 60 Arap, % 18 Pakistanlı, % 18  Hintli, % 10 İran, % 14 Diğer
Birleşik Arap Emirliği: % 19 Emirlik halkı, % 23 Arap ve İranlı, % 50 Güney Asyalı, % 8 Diğer halklar
Kuveyt: % 84 Arap, % 15 Asya ülkesinden, % 0.8 Avrupalı, % 0.1 Afrikalı, % 0.1 Amerikalı
Umman: % 73.5 Arap, % 17 Beluci, % 3 Farsi,%2 Urdu( Pakistanlı)
Türkiye: % 84.5 Türk, % 9.02 Kürt ve Zaza,  % 0.75 Arap, % 0.28 Laz, % 0.27 Çerkez,  % 4 Türkiye Cumhuriyeti

Yukarıda ki etnik yapı incelendiğinde; coğrafyanın % 65.6 Arap, % 7.6 Asyalı, % 6.6 Türk, % 6.0 Fars, % 5.6 Yahudi, % 3.2 Kürt, % 1.26 Beluci, % 0.81 Grek, % 0.59 Azeri, % 0.51 Türkmen,  % 0.59 Gilaki, % 0.29 Ermeni, %  0.16 Çerkez, % 0.14 Lur, %  0.14 Balok, % 0.14 Amerika ve Avrupalı.

Görüldüğü gibi coğrafyanın hem etnik ve hem dini yapısı çok parçalıdır. Etnik yapı olarak coğrafyaya Arap, Asyalı, Türk( Türkmenler, Azariler dahil), Fars lar hakimdir. Bu etnik yapı içersinde % 3.2 orana sahip Kürtler için, Suriye, Irak, İran ve Türkiye’nin de içinde bulunduğu bop projesi dahilinde verilmesi planlanan toprak parçası düşünüldüğünde coğrafyanın gelecekte daha kanlı ve içinden çıkılmaz sorunlara gebe olduğunu göstermektedir. Gelecekteki karışıklıkları önlemek, bu coğrafyanın çocukların mutlu, huzurlu, savaş korkusu olmadan yaşayabilmesi için ülkelerin bir araya gelerek ortak hareket etmelidir. Bu topraklar kendi geleceğini kendi belirlemelidir.

Etnik yapı açısından coğrafyayı bir arada tutmak mümkün olamaz, çünkü % 65 orana sahip olan Araplar bile kendi aralarında anlaşamamaktadır. En iyi örneğini bu günlerde yaşamaktayız. Nüfusunun % 74 Arap olan Suriye deki olayları ve müdahaleyi Suudi Arabistan'ın desteklemesi Arap milliyetçiliğin birleştirici bir özellik olamadığının göstergesidir.

O zaman birleştirici unsur olarak geriye din kalmaktadır.Tüm ülkeler bir araya gelerek Orta doğu birliğini oluşturması gereklidir. Ortak ticaret, ortak hedefler, ortak stratejiler ve mahkemesini kurmalıdır.
Birlikte, her ülke dini yapısına göre temsilcisi bulunduracak. Mesela % 50 ve üzeri olan 3 üye, % 25 ve üzeri 2 üye ve % 10 kadar olan 1 üye. Ülkenin dini yapısına uygun olarak birlikte temsil edilme hakkına sahip olacaklar. Üç yılda bir ülkeler arası başkanlık değişecek, başkanlıkta da ülkenin din yapısına göre başkanlık ortak yürütülecek. Bu coğrafya da devlet yapısı kuvvetli ve devlet geleneğine sahip olan iki ülke Türkiye ve İran vardır. Birlik kurulamadığı için ülkelerin kimi kendisine Rusyayı, kimi Amerikayı, kimi Avrupayı arkasına alma telaşına girmiştir. Tabi bunun için verilen ayrıcalıklar ise farklı bir boyut.

Bu bölgedeki ülkeler sırf birbirlerinden çekindikleri için gün geçtikçe daha fazla silahlanma yoluna gitmektedir. 2011 yılında Dünya ‘da 85.3 milyar değerinde satış olmuş bunun % 66’ lık payını         Amerika almaktadır. Amerika’nın en çok silah sattığı ülkeler, Suudi Arabistan, Bahreyn, Katar, Kuveyt, B.Arap Emirlikleri gelmektedir.
Shapiro’nun ifadesiyle,  “(silah paketi) sadece İran’la ilişkili değildir. Suudilerin meşru güvenlik gereksinimlerine destek vermekle ilgilidir … (Suudiler) tehlikeli bir çevreye sahiptir ve biz onların güvenliklerini sağlamalarına ve korumalarına yardımcı oluyoruz…(Gollust, “US Confirms $60 Billion Arms Sales Package for Saudi Arabia”, s. 2.).

Suudi Arabistan kimden korkuyor, çevresinde ki tüm komşu ülkeleri Arap ve Irak haricinde ki tüm komşuları Sünni Müslümandır. El kaide oluşumundan çekindiği için silahlanıyor, El kaide’nin kurucusu, silah veren fakat sözde çatışan Amerika. Diğer ülkeler içinde durum bundan farklı değil, bu sefer düşman Sünnilerin, Şiiler oluverir. Suriye, Sünni, Şii ve Kürt bölgesi olarak üçe bölünme aşamasında. İran ise etnik yapı olarak parçalanması daha kolay olacaktır. Fars, Azeri ve Kürt olarak üç bölgeye parçalanması elzemdir. Tuzunun kuru olduğunu düşünen, Suudi Arabistan bugün değilse yarın parçalanma senaryolarına maruz kalacak. Etnik ve dini yapı olarak parçalanma olasılığı az görülmektedir. Fakat % 85 Sünni yapıyı oluşturan dini inanışı çok fazla mezheplere dayanmaktadır. Mezhepler arasında yaratılacak bir ikilem veya verilen fazla destekle en az dört bölgeye parçalanabilir.

Türkiye ve İran'ın öncülüğünde adımlar atılmalıdır. Bu coğrafyanın enerji kaynaklarını ele geçirmek için, bölmek ve korkutma psikolojisi ile istediklerini yapmakta ve yaptırmaktalar.
Türkiye’nin stratejik açıdan çok önemli bir konumdadır. Geçiş bölgesinde olmamızdan dolayı hem Ortadoğu' yu, hemde Türkiye cumhuriyetlerini bir arada tutacak güce sahibiz.

Yararlanılan kaynaklar:
İka ortadoğu raporu
ABD, Suudi Arabistan Silah anlaşması / Ferhat Pirinç
Orsam Raporu no: 32 Mart 2011
Ülkelerin tanıtım siteleri.



20 Kasım 2012 Salı

ORTADOĞU



            Evet, bu gün Ortadoğu da savaş çanları çalmakla kalmayıp, sesi sağır kulakları çınlatır hale geldi.  Suriye de Esad güçlerin, muhaliflerle(ÖSO) olan çatışmalarına, PKK ya yakınlığı ile bilinen Suriye Kürtlerinin bağlı bulunduğu PYD ile Özgür Suriye Ordusu,  güney sınırımıza yakın bölgede savaşıyorlar. İsrail’in Gazze saldırılarının üzerine birde,  Kerkük bölgesi için Irak ve Barzani kuvvetleri arasında da çatışmalarda eklenince bölge tam savaş alanına döndü. Tabir yerinde ise birileri tetiğe bastı denilebilir. 

Yapılan planlar Esad’ın kısa sürede gitmesi üzerine kurulmuştu. Esad’ı devirme görevini ÖSO grubuna ev sahipliği yapan Türkiye üstlenmekle kalmadı, ÖSO birlikleri Amerika, Arabistan, Katar ve Türkiye’nin yardımları ile desteklendi. Bir türlü istediğine ulaşamayan Amerika yanına Fransa’yı da alarak Katar da bir çatı altında toplanan muhalif birliklerini tanıdığını açıklıyor. Türkiye artık devre dışı.
Bu gelişmeler Amerika ve Türkiye’yi tedirgin etmeye başladı. Türkiye için kuzey sınırımız da oluşan güçlü Kürt oluşumları, Amerika için ise bu karışık ortamda radikal sağın(El kaide) güç kazanması. İki ülke de bu güçleri kontrol altında tutmanın derdinde.

Bu güçler kontrol altına alınmazsa, ne olacak?

*El kaide ve Taliban oluşumunu kuran Amerika, Afganistan da iktidara getirdiği Taliban gibi kontrol ettiği fakat sözde savaştığı bir oluşum için uğraşmaktadır. Kurduğu oluşumu kontrol altında alamazsa Sünni ve Şii radikal oluşumları birbirine karşı kullanarak (İran- Irak savaşında ki gibi her iki tarafı da destekleyerek) kargaşa ortamı yaratarak Esadı devre dışı bırakıp kukla bir yönetim oluşturacaktır.

*Türki ye ise her zaman bir Kürt oluşumuna karşı çıkar gibi görünmüş, fakat oluşumda ki her aşamayı desteklemiştir. Bağdat yönetimi yerine bir çok konuda Barzani ile görüşülmesi oluşumu desteklediğine örnek teşkil etmektedir. Türkiye Kuzey Irağı şu anda kontrol altında tutabiliyor. Daha büyük Kürt oluşumunu kontrol edemeyeceğinin farkında.
Irak, Suriye, İran ve Türkiy’nin de içinde bulunduğu bu alanda Kürtler arasında bir çatışmanın çıkması elzemdir.

Bu gelişmeler doğrultusunda bu coğrafya da Sünni- Şii ve Kürt çatışmaları kaçınılmaz görünmektedir.

Tüm bu kargaşa ortamından çıkar sağlayan tek ülke İsraildir.

17 Kasım 2012 Cumartesi

Sessiz Gemi


            Yazmanın en güzel yanı nedir bilir misiniz? Yazdığınız bir hikayeyi, şiiri herkesin farklı algılamasıdır. Çocuğunuz için yazdığınız bir yazıyı okuyucuların sevgililerinize yazdığınızı düşünmesi gibi.  Ünlü şair Yahya Kemal Beyat’lının sessiz gemi şiiri de böyledir. Şiirin ölümü çağrıştırdığını düşünürüz, oysa şair ayrılığı anlatmaktadır. Şiirin hikayesi  bir çok kaynakta yayınlanmıştır.

NAZIM HİKMET’İN ANNESİ CELİLE’NİN HİKAYESİ...

Celile Hikmet resimleri ile olduğu kadar güzelliği ile de tüm İstanbul’un diline destan bir kadındı... İstanbul sosyetesinin en çok konuşulan kadınları arasındaydı...

1900 yılında dillere destan bu güzel kadın, Osmanlı’nın meşhur valilerinden Nazım Paşa’nın oğlu Hikmet Bey ile evlendi...

Türk şiirinin dünya çapındaki en önemli ismi olan Nazım Hikmet de bu beraberlikten doğacaktı...

1916’ya gelindiğinde Celile Hanım’la eşi Hikmet Bey arasında şiddetli bir geçimsizlik başladı...


***


O günlerde Yahya Kemal, Bahriye’de okuyan genç Nazım Hikmet’in şiir hocası olarak eve gelip gitmeye başlamıştı...

Nazım Hikmet’in annesi Celile Hanım’la, Yahya Kemal arasında filizlenen aşk kısa bir süre sonra Celile Hanım’ın anlaşamadığı eşinden boşanmasıyla sonuçlandı...

Tutkuyla, ateşle, kıskançlıklarla dolu tarihin sayfalarına gizlenen aşk böyle başladı...

Aşkın aktörleri sadece Celile Hanım ve ünlü şair Yahya Kemal değildi...

Nazım Hikmet, Necip Fazıl hatta Celile’nin yeğeni Oktay Rıfat, yani Türk şiir dünyasının bütün ustaları bir tarafından dahildiler o aşka...


***


Heybeliada’da okuyan genç Bahriyeli Nazım, hafta sonları okuldan çıkar annesinin yanına gelirdi...

Yahya Kemal o günlerde genç birer Bahriyeli olan Nazım Hikmet ve Necip Fazıl’ın bulunduğu öğrenci grubuna şiir dersleri verirdi...

Yahya Kemal hafta sonları “Nazım Hikmet’e Türkçe ile şiir dersleri” verirken, İstanbul’un en güzel kadınlarından olan, ressam Celile Hanım’la yakınlaştı...

Nazım’a verdiği derslerden arta kalan zamanlarda Celile Hanım ile Yahya Kemal sanat ve edebiyatla başlayan uzun sohbetlere başladılar...

Bir süre sonra bu ilişkinin kokusu Nazım’ın öğrencisi olduğu Bahriye mektebinde çıktı...


***


Dedikoduların ayyuka çıkması üzerine Yahya Kemal bir süre okula gelmekten vazgeçti...

Geldiğinde karşısına öğrencisi Necip Fazıl çıkacaktı...

Hocası olan Yahya Kemal’e şöyle diyecekti Necip Fazıl:

“Hocam, kibrit suyu içerek intihara kalkıştığınızı duyduk... Sınıfın bu durumdan duyduğu derin üzüntüyü size söylemek istiyorum...”

Hocasına yönelik bu alaycı, ironik, dalga geçen tutum Deniz Harp Okulu öğrencisi bir Bahriyeli için kabul edilmez bir davranıştı...

Necip Fazıl “Bu aşk ilişkisini alaycı bir şekilde ima eden” sözleri nedeniyle “Kodes” adı verilen tahta dolabın içinde cezaya gönderildi...

NAZIM HİKMET’İN, YAHYA KEMAL’İN CEBİNE BIRAKTIĞI NOTTA YAZILANLAR... “HOCAM OLARAK GİRDİĞİNİZ BU EVE BABAM OLARAK...”

Ancak bu olaylara karşın, Fransızca’yı ana dili gibi konuşan, piyano çalan, natürmort resimler yapan dünyalar güzeli, sanatçı genç kadın Celile ile Yahya Kemal’in aşkı alevinden bir şey kaybetmeden devam edecekti...

Olayı genç Nazım Hikmet de farketmişti...

Necip Fazıl’dan sonra bir gün Yahya Kemal’in siyah pardösüsünün cebine bir not bıraktı...

Kağıtta Yahya Kemal’e hitaben şöyle yazıyordu:

“Hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremeyeceksiniz...”

Bu not üzerine ünlü şair, tedirgin oldu...

Bir süre Celile Hanım’ın evine gitmedi...

Genç Nazım’la karşılaşmaktan çekindi...

Celile Hanım ise Yahya Kemal yüzünden kocasından boşanmış, bütün İstanbul’un kulaktan kulağa dedikodusuyla çalkalandığı bir aşka “evet” demişti...

Artık evlenmek istiyordu...

Yahya Kemal bir taraftan kadını deliler gibi kıskanıyor, diğer yandan ise bu evliliğe sıcak bakmıyordu...


***


Yahya Kemal, Nazım’ın annesi Celile’ye olan aşkını yaşadığı bir olayı şöyle anlatırdı:

“1916 yılından 1919 yılına kadar bir kadına deli gibi aşık oldum...

Bu kadın yazın adada otururdu...

Ben de orada idim...

Deli divane olmuştum...

Sonbahar’da Nişantaşı’ndaki evini düzenlemek için İstanbul’a inerdi...

1916 Sonbahar’ında yine İstanbul’a iniyordu...

Ben müthiş muzdariptim...

Artık vapur giderken iskeleden mendil sallamalar, ağlamalar...

O gidinceye kadar Ada dopdolu idi...

Gider gitmez benim için boşalıverirdi...

Tam o günlerde Berlin büyükleçisi Hakkı Paşa İstanbul’a dönecek lafı çıktı...

Hakkı Paşa, benimkinin uzaktan akrabası oluyordu ve İstanbul’a geldiğinde geceler düzenler, İstanbul’un bütün güzel kadınlarını çağırırdı...

Benimki de oralara gidecek diye içim burkuluyordu...

Hatta kendisine bu endişemi söylemiştim...

Gitmeyeceğine yemin etmişti...

Bir gece Ada Oteli’nde otururken, yandaki iki kişinin “Berlin büyükelçisi bu gece davet veriyor... İstanbul’daki bütün güzel kadınlar davetli” lafını ettiklerini duydum...


***


Müthiş bir acıyla yerimden kalktım...

İskeleye doğru gittim... Son vapur çoktan kalkmıştı...

Sert bir lodos esiyordu... Deniz karmakarışıktı, ancak ne olursa olsun, sandalla Maltepe’ye geçmeye karar verdim...

Sandalcılara gittim, yanaşmıyorlardı...

Çok para verince biri ikna oldu...

Açıldık, bir süre sonra lodos büsbütün arttı...

Denizde çalkalanıp duruyorduk... Sandalcı bana küfretmeye başlamıştı...

Ölmek üzereydik, ama ben sadece sevgilimin katıldığı geceyi düşünerek müthiş bir kıskançlık duyuyor ve biran önce orada olmak istiyordum...

Sırılsıklam Maltepe’ye gelebildik...

Hemen bir kahvehaneye gidip, araba bulmaya çalıştım...

Yoktu...

Bunun üzerine Maltepe’den Bostancı’ya yürümeye karar verdim...

Tren yoluna çıkarak koşmaya başladım...

Maltepe Bostancı arasının bu kadar uzun olduğunu o zamana kadar farketmemiştim...”


***


“Kan ter içinde Bostancı’ya geldim...

Vakit hayli geçti...

Karakola gittim. “Bana bir araba bulunuz hastam var” dedim...

Aradılar taradılar birini buldular..

Yine bir sürü para verdim...

Arabayla yola koyuldum...

Kadıköy, oradan Üsküdar... Karşıya geçtim. Doğru Nişantaşı!.. Sevgilimin oturduğu apartmanın kapıcısı ahbabımdı. Penceresini vurarak onu uyandırdım. ‘Benimki evde mi diye sordum?’

Adam halime bakıp şaşırdı: ‘Evde, bu akşam çıkmadı!’ dedi ‘Ne diyorsun diye bağırdım?’ Bütün katettiğim mesafe sanki başıma yıkılmıştı. Eve kaçta geldiğini araştırttım...

Sözüne inanamıyordum. ‘Çık bir bak! Evde mi?’ diye adamı zorladım...

Adam çarnaçar çıktı. Bir münasebetle hizmetçisine sormuş uyuyor! demiş... Geldi haber verdi... Sanki dünyalar benim oldu...

Apartmanın karşısında bir arabacı meyhanesi vardı. Orada sabaha kadar içtim...

Sabahleyin, doğru eve çıktım... Benim halim berbat. Toz toprak içinde olduğumu görünce şaşırdı ve hemen anladı... Sarmaşdolaş olduk...”


***


Yahya Kemal deli gibi aşıktı, ama evlenmekten hayatı boyunca korkmuştu...

Belki, böylesi bir kadına hiçbir zaman sahip olamayacağını bilmekten, belki o beraberlikte ters bir olaydan ürkmekten, belki de genç Nazım Hikmet’ten ve etraf ne der diye ürkmekten?..

O günlerde Celile Hanım, Yahya Kemal’e bir mektup yazdı, şöyle diyordu:

“Bugün Pazar belki gelirsin diye üç vapurunu pencerede bekledim...

Gelmedin mahzun oldum...

YAHYA KEMAL, NAZIM HİKMET’İN HAPİSTEN KURTULMASI İÇİN İMZA VERMEDİ...

Verdiğin konferansa gelmedim, kalabalıktır memnun olmazsın diye, fakat hep aklım sende idi...

Çok çok göreceğim geldi...

Beni niye aramadın...

Sana gücendim canımın içi, pek göreceğim geldi... Ben o günden beri yani Salı gününden beri evdeyim, dikiş dikiyorum... Evimiz için çalışıyorum...”

Hiçbir zaman o evlilik olmadı...

Yahya Kemal hep kaçtı o evlilikten ve beraberlikten...

Uzun yıllar geçti bu olayın üzerinden...

Nazım Hikmet büyük bir şair olmuştu...

Sosyalistti...

Dönemin iktidarı tarafından hapislerde süründürülüyordu...

Celile artık yaşlanmıştı...

O güzelliğinden eser kalmamış üstüne üstlük kör olmuştu...

Oğlunun hapislerden kurtulması için Galata Köprüsü’nde açlık grevine başlamıştı o görmeyen gözleriyle anne yüreği...

Tuhaf bir rastlantı sonucu, Celile açlık grevi yaparken, Yahya Kemal Galata Köprüsü’nden geçiyordu...

Büyük aşkını gördü...

Ama yanına gitmedi...

Bir zamanlar “Hocam olarak girdiğin eve babam olarak girmeni istemiyorum” diyen genç Nazım Hikmet’in kurtulması için kör gözlerle açlık grevi yapan Celile’ye destek imzasını vermedi...

Hızla uzaklaştı oradan...


***


SESSİZ GEMİ...

Öldüğünde evraklarının arasından içinde kurumuş iki yaprak bulunan bir zarf çıktı Yahya Kemal’in...

Şöyle yazıyordu:

“Bu zarfın içindeki hatıra, 19 Ağustos 1930’da Sirkeci Garı’nda gece saat 10’da veda ettiğim aziz bir kadının göğsündeki çiçektendir... Koparıp verdiği bu iki yaprağı daima muhafaza edeceğim...”

Celile muhtemelen bu aşkın devam etmeyeceğini anladığı gece Paris’e giderken, Sirkeci Garı’nda vermişti Yahya Kemal’a göğsünde duran o iki yapraklı çiçeği...

Yahya Kemal’in Sessiz Gemi’si “hep ölüme yazılmış bir şiir olarak” bilinir...

Oysa demir alıp bu limandan kalkan gemi...

Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol dizeleri...

Yahya Kemal’in hayatındaki en büyük aşkı olan Celile’sinin Ada’dan gemiyle İstanbul’a uzaklaşışı esnasında yaşadığı çaresizliği anlatır...

Ölümdür elbette Sessiz Gemi’nin konusu...

Ama aşkta aranan ölümdür ve Celile’nin ardından ada limanında bakakalan Yahya Kemal’den esintiler içerir...


***


“Artık demir almak günü gelmişse zamandan...

Meçhule kalkan bir gemi kalkar bu limandan...

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol...

Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol...

Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli...

Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli...

Biçare gönüller!.. Ne giden son gemidir bu...

Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu...

Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler...

Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler...

Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden...

Birçok seneler geçti dönen yok seferinden...”


Bu hikaye Vatan Gazetesi yazarı Reha Muhtar’ın 06.10.2012 tarihli köşe yazısından alınmıştır