28 Kasım 2017 Salı






   



BİR ANKARA HİKAYESİ

Bir varmış bir yokmuş diye başlayan hikayede şehirde saltanat süren şehremini şehre dinozor anıtları, kapılar ve saatler yaptırır. Yaptırır da çağ bilişim çağında olduğunu unutur bu şehremini. Ceplerde zaman taşınırken kol saati bile taşınmazken saat kulesine gerek duyulmazken, beş saat kulesi diktirir. Milyarlarca para akıtır. Yıllarca şehreminlik yaptığı için kendisinden bir şey kalsın derdi ile halktan topladığı vergilerle saltanatı var olsun ister. İster ister de devran bu,  elden üstün el var.  Ve bu üstün el bir gün alı verir onu saltanat sürdüğü Ankara şehrinden. Yerine başka şehremini gelir ve tüm anıtları söktürür izi kalmaz bizim har vurup harman savuran şehreminden. Olan Ankara halkına olur da kimse önemsemez. Eee...Kıssadan hisse almak lazım üzerinde tüyü bitmemiş yetimin hakkı varken böyle har vurup harcanmaz. Harcayan varsa da hissesini alsın deriz biz bu hisseden.

Devran döner, keser döner, sap döner, gün gelir hesap döner. 

El den üstün el var...

16 Kasım 2017 Perşembe

TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN KÜLTÜR DEVRİMİ



Adı kültürümüzle asla silinmeyecek olan büyük insan Hasan Ali Yücel için hazırlanan bu kitaba benden de bir yazı istenince, büyük bir içtenlikle ona katılmayı kendime görev saydım. Kendisini iki kez görmek onurunu elde etmiştim. Birinde Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesine girdiğim ilk yıldı. Dersler için elimizde bir tek kitap yoktu. Profesörler Almanca söylüyor, biri onu Türkçeye çeviriyor, bizde not tutuyorduk. Ben eski yazıları uzun süre kullandığım için  çabuk yazıyor ve notlarımı onunla tutuyordum. Bir gün sınıfta yalnız olarak bu notlardan çalışırken, o zaman Milli Eğitim Bakanlığı Müfettişi olan Hasan Ali Bey sınıfa girip yanıma geldi. Önümde eski harflerle yazılar görünce ‘kızım yaşın ne, başın ne, nasıl bu yazıyı kullanıyorsun’ diye sitem etmişti. Ben de çok mahcup olmuştum.
Onu ikinci görüşüm, İstanbul Arkeoloji  Müzeleri  çivi yazılı belgeler arşivine gelmesi ile oldu. Büyük bir ilgi ile tabletler hakkında bilgi aldı. Yaptığımız işleri inceledi ve teşekkürlerle ayrılmıştı. 33 yıllık iş hayatım da ilk ve son olarak müzeye bir bakan gelmişti.
1923 yılında Cumhuriyet ilan edildiğin de, Ortadoğu’yu içine alan, Avrupa’nın  ortalarına kadar uzanan ve Afrika’nın kuzeyini kaplayan koca Osmanlı İmparatorluğun dan, Mustafa Kemal Atatürk’ün çizdiği sınırlar arasında ki bugünkü Türkiye toprakları kalmıştı. Diğer taraftan birbiri ardınca gelen savaşalar dan yorgun düşmüş bir millet, yanmış yıkılmış şehirler, Osmanlı Devletinin bıraktığı ve Birinci Cihan Savaşının yüklediği borçlar, yüzde doksan dokuzu okuma yazma bilmeyen bir halk vardı, yeni hükümetin elinde. Bunlara rağmen borçlar bir taraftan ödenirken , eğitim, sanayi ve imar alanında büyük atılımlar yapıldı. Borçlanmadan, paramızın değeri bir kuruş düşmeden, tren, karayolları, kumaş, şeker, çimento fabrikaları bir biri ardına yapılıyor ve yabancı şirketlerin elinde ki kurumlar  devletleştiriliyordu. Kısa sürede görülmemiş bir kalkınma idi bu.
Cumhuriyet devrinin en önemli atılımlarından biri eğitim reformu olmuştur. Atatürk ‘bir ülkenin kalkınmasın da ve özgür olabilmesin de en önemli etken eğitim ve bilimdir’ diyordu. Onun için din eğitimi yapan medreseler kaldırılarak tek düzeyde eğitim verecek ilkokullar, liseler açıldı (1).  Yüksek okul olarak İstanbul Üniversitesi vardı. Oda günün koşullarına göre bir eğitim vermiyordu. Gerek bu üniversite de başlatılacak çağdaş eğitim, gerek açılması düşünülen yüksek okullar için çeşitli alanlarda uzman yetiştirilmek üzere bir çok genç Avrupa’ya ,  Amerika’ya gönderildi.  Ayrıca, çocuklara ilkokul çağında uygulamalı ders gösterebilmeleri için Almanya’ dan uzmanlar getirtilerek el becerisi olan ilk okul öğretmenlerine kurslar açılmıştır. Elinden her iş gelen öğretmen olarak  babamın da  1926 yılında bu kursa katıldığını hatırlıyorum. Orada hayvanları doldurma (tahnit etme), alçı, tahta işleri, balık ağı örgüleri gibi işler öğretilmişti. 1920 yılından itibaren ilkokul çocuklarına okumaları için çeşitli masallar ve öyküler dilimize çevirtilerek parlak kuşe kağıtlarına bastırılmıştı. Şimdiki kitaplarımızı elime alınca hemen onlar gelir gözümün önüne, o günkü koşullar içinde bunlar büyük fedakarlıktı.

Yazının bir bölümü ve kendi el yazısı ve daktilo ettiği makalesini Haberde İstanbul'a vermesi bizi onurlandırdı.


Muazzez İlmiye Çığ 1996