26 Eylül 2014 Cuma

YAŞAMIN İÇİNDEN

Her şehrin kendine has yaşam tarzı, zamanı ve koşuşturması vardır. Neredeyse tüm şehirlerin  özellikleri  az  çok birbirine benzer, hatta insanları bile. Oysa İstanbul öyle mi?  onu diğer şehirlerin dışında tutarım. Her şeyi ile farklıdır, hiç birine benzemez,  koşuşturması için bile daha fazla enerji harcarsınız. Aynı şehrin bir ucundan çıkar diğer ucuna ulaşmaya çalışırsın. Zamanı kovalayan şehirdir. Zaman şehri kovalar, sizse zamanı. Ne siz ona yetişebilirsiniz nede o sizi yakalayabilir. Bu kovalama içinde geçen ömrünüzün farkına bile varamazsınız.
İş çıkışıydı. Yazmaya daldığım için on dakikalık geç çıkışımın bedeli daha fazla koşuşturmacanın içinde olmam demekti. Mantomu kaptığım gibi kapağı sokağa attım.  Kapıcı iyi akşamlar derken, mantonun sol kolunu geçirmekle meşguldüm. Altı metrosunu kaçırırsam yanardım. Bir sonra ki 6.15 tıklım tıklımdı,  binmesi bir dert olduğu gibi, eve bir saat daha geç gitmemdi. Basamakları tüm hızımla indim ve akbilimi basıp turnikeleri geçtim. Adımımı atmamla metro’nun kapısı arkamdan ‘çat’ diye kapandı. Yetişmenin rahatlığı ile bir oh çekip ön tarafa ilerledim. Her zamankinden fazlaydı kalabalık.  Metrolar bana hep sıkıcı gelmiştir. Otobüste olsanız pencereden şehrin rengarenk yapay parıltısını seyre dalarsınız. Vapurda olsanız bir birine kavuşamayan iki yakayı ayıran gerdanın maviliğini martılarla seyredersiniz. Metroda seyredecek bir şey yoktur. Kulağımdaki müziğin eşliğinde iki vagonu birbirine bağlayan metal dairenin hareketindeki ahengine baktığım sırada hafif tozlu, bir kaç gün önce boyanmış kahverengi ayakkabı dikkatimi çekti. Hafifçe başımı yukarıya kaldırdım, diz izi belirgin kahverengi kadife pantolon ve üzerinde siyah kaşe bir kaban.  Kollar ise demire sıkı sıkı sarılmış.
Yüzü  göremiyordum. Görebilmek için sağa kaydım, olmadı önümde ki iri cüsseli bayan mani oluyordu. Amma da yapılı bayan, iki kişinin yerini kaplamış.
-Müsaade eder misiniz?
Kadıncağız, ‘Dur durduğun yerde geçecek ne var sanki’ der  gibi hafifçe öne eğildi.  İçimden ‘İzin isteyende kabahat, bu kımıldanmış halinse, kımıldanmamış halin nasıl acaba?’’ diye söylendim. Bir birimize yapışık vaziyetteyken geçmeye çalıştım, eh be biraz az yeseniz ölürsünüz. Kadının arkasından geçince presten geçmiş gibiydim. Adamı artık görebiliyordum. Başını önüne eğmiş, kır saçlı, hafif kel,  seyrek kırçıllı kirli sakalı vardı. Görebildiğim yüzünün sol tarafında ki kırışıklıklardı. Bir dirhem et olmayan kırmızımsı, beyaz yüzünde,  kırışıklıklar kulak memesinden başlayıp çenesinin altında bitiyordu. Aslında taş çatlasa 45 yaşlarında gibiydi. Bu yaşta bu kırışıklıklar, kim bilir neler yaşamıştır, geçim derdi belki, yılların yorgunluğu, beyaz ve kırışıklık olarak düşmüştür yüzüne..
Ne kadar süre seyrettiğimin farkın da değildim. Fakat adamcağız da tık yoktu, kolları demire kenetli, başı önde öylece duruyordu hala. Uyuyordu belki de. Bu kalabalığın içinde, yanından geçenlerin çarpmasına rağmen uyuyabiliyorsa pes doğrusu. Bir yandan da kendime kızıyordum sana ne el alemin adamından sen işine baksana, uyursa uyur. Merakımın nedenini bende bilmiyordum aslında. Bir anlık meraktı belki de.
Telefonun sesi ile başını kaldırdı,  kollarını çözüp telefonda konuşmaya başladı.  ‘Geliyorum yoldayım’’ diye cevap verdiğine göre karşıda ki nerede olduğunu soruyordu.  Kesinlikle eşidir. Biz kadınlar meraklı olduğumuzdan neler yapıldığını an be an bilmeliyiz.
-Ahmet tamam, yarım saat sonra oradayım. Hastaneden geliyorum. Çok sağ ol, bu gün biraz daha iyi. Patrona söyler misin? Şimdi bir de o söylenmesin. Kaç gündür idare ediyorsun, sağ ol kardeşim. Geliyorum hadi eyvallah.
Adamla telefonu kapatırken göz göze geldik. Kızarmış, iki pörtlek göz. Onu seyrettiğimi anladı galiba. Yoksa bu şekilde bakmazdı. Başını öne eğme sırası bendeydi. Allah’tan bir durağım kalmıştı. Durak anonsunu duyar duymaz kalabalığın koşuşturmasına karıştım, hızlı adımlarla
Benim için biten çalışma hayatı birileri için yeni başlıyordu..
Dedim ya size bu şehir uyumaz, sokakların, caddelerin yoğunluğu azalsa da yaşamaya devam eder. Sabaha daha çok zaman var. Biliyorum sana dinlenmek haram, ekmek kavgasının şehri…





20 Eylül 2014 Cumartesi

EVRENE ENERJİ


Son günlerde moda haline gelen bir düşünce akımı var. Geçenler de televizyon kanalların birinde iki akademisyen tartışıyordu. Dikkatimi çekti programı bir süre seyrettim. Düşüncenin özeti ‘’Evrene verdiğiniz enerji size geri dönüşü aynı şekilde olur. İyi ve olumlu enerji verirsek evren bize bu enerjiyi olumlu olarak yansıtır. Kötü karamsar enerjinin dönüşü ise kötü, üzücü olaylar olarak yansır’’. Sizin anlayacağınız işin özü bize polyannacılık oynayın demeye getiriyorlar. Ne kadar katılmasam da bilinç altımın bir köşesinde kalmış olacak ki dün yaşadığım olaya bu düşünceyi uygulayayım dedim.

Uzun zamandır yazı yazamamak bende sıkıntı yaratmaya başladığı sırada; dün birden mizahi bir hikaye sayfaya dökülmeye başladı. Bir yandan da bir dosta göstermek için acele ediyorum. Neyse hikaye bitti. Bilgisayara kaydet komutu verdim, acele ettiğimden bilgisayarın bekleme komutuna geçtiğini fark etmedim ve dosyanın kaydedildiğini düşünerek kapattım. Kapatış o kapatış dosya yok, ne yaptıysam bilgisayarın hiçbir yerinde yok..
Deli olacağım yetiştirmek için uğraşırken tamamen kaybettim. Bunun üzerine arkadaşım da bu süre zarfında aramadığım dan bana darılmış. Buyurun buradan yakın hangisine yanayım yazımı kaybettim ona mı ya da arkadaşın bana küsecek kadar darılmasına mı?

Bu iki üzüntü ile ben tıpış tıpış evin yolunu tuttum. Yol boyunca neden, nasıl ve niçin sorularına cevap aradım. Ben o üzüntü ile telefonun sessizde bırakmışım. Sabah telefonda çok sevdiğim birinin çağrısı. Duruma üzülsem de yapacak bir şeyim yoktu ve mesajla durumu izah ettim. Araçta aklıma geçen ki düşünce akımı geldi ve uygulamaya karar verdim. Yol boyunca kendi kendime ‘İyi düşün Türkan, bilgisayarını açınca dosyanı bulursun sen iyi düşün evrene iyi enerji yay o sana bunu yansıtacak diye diye kendimi telkin ederek geldim.

Bilgisayarı açmaya çalışıyorum açılmıyor. Bir ara açılır gibi oluyor kapkara bir ekran. İçimden ‘Hoca senin evrenle benim evren farklı demek ki’ diye söylenmeye başladım.. Neyse bir şekilde bilgisayara çözüm bulundu.
Yemekte hikayeyi yeniden yazacağıma karar verdim. Geldim bilgisayarın başına yeni bir word dosyası açıldı birde ne göreyim yan çubukta dünkü hikaye..
Çok sevindim ‘Hoca haklıymışsın senin evren benim evren aynıymış’..

11 Eylül 2014 Perşembe

11 EYLÜL



11 EYLÜL 
11 Eylül petrol coğrafyasının şekillendirildiği gün. 
Radikal İslam ile tanışmamız dolaylı yollarla olsa da kesin tanışma soğuk savaş döneminde Rusya’ya karşı Afganistan da kurulan Taliban ile oldu. Söylemleri dinsizliğe karşı mazlum insanları din adı altında korumaktı. Maddi ve silah yardımları ve lider kadronun eğitimleri CIA tarafından verildi. Radikal İslam örgütü de istekler doğrultusunda kurucu sisteme hizmet etti tabi bütün bunlar din adınaydı.
Hiçbir zaman bu oluşumun lav edilmesi düşünülmediği için aşırı faaliyetlerine ve eylemlerine göz yumuldu. Göz yumulmasında ki amaç bu yapı başka bölgelerde kullanma ve kontrollerinde olması düşüncesiydi.
11 Eylül planlarıyla Radikal İslam örgütünü hedef göstererek, petrol coğrafyasına postallarıyla, füzeleri ile silahları ile demokrasi, özgürlük söylemleri ile girdiler. Etnik, dini yapıyı kullanarak paramparça ettiler. Bundan sonra ne demokrasi toplar nede özgürlük söylemleri. Nede bu söylemlerle başka yerlere girebilirler.
Suriye parçalanmayan ve bizimde girip iki saatte alamadığımız yanı başımızda ki komşumuz da sıra. Demokrasi ve özgürlük söylemi olmayacağına göre bir süre önce El- Kaide uzantısı olan Işid bölgeye sürüldü ve Başbakan Maliki’yi devre dışı bırakıldı, demografik yapıyı değiştirildi, petrol bölgesi Kürd oluşuma bırakıldı. Bu gelişmeler tamamlanana kadar Amerika’dan kayda değer bir ses gelmedi. İlk söylemleri Irağın sorunuydu.
Bu gün 11 Eylül ve Amerika açıklama yaptı ve 475 askerini Irağa gönderiyor, ancak bu askerler muharip görevde yer almayacak. Amerika’yı tehdit eden teröristleri yenme stratejilerinin yıllar boyunca Yemen ve Somali'de de başarıya ulaştığını söyledi. İslam Devleti’nin önemli bir terör tehdidi olduğunun altını çizen Obama, bu grubun ne ‘İslami’ ne de ‘devlet’ olduğunu, kurbanlarının da ağırlıklı olarak Müslüman olduğunu söyledi. Esad rejimi meşruluğunu kaybetmiş. Obama'dan inciler nedense 11 Eylülde döküldü..
İşte size demokrasi sandık diyenlere, seçim diyenlere. Esad’a halkı evet dedi. Hem de %50 filan değil. Işid bahanesiyle hedef Suriye.. 475 askerle bunu başaramayacağına göre Türkiye bu yolda en istekli ülke olduğuna göre Amerikan askerlerini koruma görevine talip olmasın..
11 Eylül ve Suriye…
Gücün devam etmesi, karşısında ki düşmana bağlıdır. Düşman yok ise süper güçte yoktur. Rusya artık tehdit olmadığına göre süper gücün karşısında ki düşman kendi yarattığı Radikal İslam terör örgütleridir.
Radikal İslam terör örgütünü temizlemek için conin ayak sesleri Suriye ye doğru ve tarih 11 Eylül.. 
11 Eylül Amerika için niye önemli…