YAŞAMIN İÇİNDEN
Her şehrin kendine has yaşam
tarzı, zamanı ve koşuşturması vardır. Neredeyse tüm şehirlerin
özellikleri az çok birbirine benzer, hatta insanları
bile. Oysa İstanbul öyle mi? onu diğer şehirlerin dışında
tutarım. Her şeyi ile farklıdır, hiç birine benzemez, koşuşturması
için bile daha fazla enerji harcarsınız. Aynı şehrin bir ucundan çıkar
diğer ucuna ulaşmaya çalışırsın. Zamanı kovalayan şehirdir. Zaman şehri kovalar,
sizse zamanı. Ne siz ona yetişebilirsiniz nede o sizi yakalayabilir. Bu
kovalama içinde geçen ömrünüzün farkına bile varamazsınız.
İş çıkışıydı. Yazmaya
daldığım için on dakikalık geç çıkışımın bedeli daha fazla koşuşturmacanın
içinde olmam demekti. Mantomu kaptığım gibi kapağı sokağa attım. Kapıcı iyi akşamlar derken, mantonun sol
kolunu geçirmekle meşguldüm. Altı metrosunu kaçırırsam yanardım. Bir sonra
ki 6.15 tıklım tıklımdı, binmesi bir dert olduğu gibi, eve bir saat daha
geç gitmemdi. Basamakları tüm hızımla indim ve akbilimi basıp
turnikeleri geçtim. Adımımı atmamla metro’nun kapısı arkamdan ‘çat’ diye
kapandı. Yetişmenin rahatlığı ile bir oh çekip ön tarafa ilerledim.
Her zamankinden fazlaydı kalabalık. Metrolar bana hep sıkıcı gelmiştir. Otobüste
olsanız pencereden şehrin rengarenk yapay parıltısını seyre dalarsınız. Vapurda
olsanız bir birine kavuşamayan iki yakayı ayıran gerdanın maviliğini martılarla
seyredersiniz. Metroda seyredecek bir şey yoktur. Kulağımdaki müziğin eşliğinde
iki vagonu birbirine bağlayan metal dairenin hareketindeki ahengine baktığım
sırada hafif tozlu, bir kaç gün önce boyanmış kahverengi ayakkabı
dikkatimi çekti. Hafifçe başımı yukarıya kaldırdım, diz izi belirgin kahverengi
kadife pantolon ve üzerinde siyah kaşe bir kaban. Kollar ise demire sıkı
sıkı sarılmış.
Yüzü göremiyordum.
Görebilmek için sağa kaydım, olmadı önümde ki iri cüsseli bayan mani oluyordu. Amma
da yapılı bayan, iki kişinin yerini kaplamış.
-Müsaade eder misiniz?
Kadıncağız, ‘Dur durduğun
yerde geçecek ne var sanki’ der gibi hafifçe öne eğildi. İçimden ‘İzin isteyende kabahat, bu
kımıldanmış halinse, kımıldanmamış halin nasıl acaba?’’ diye söylendim. Bir
birimize yapışık vaziyetteyken geçmeye çalıştım, eh be biraz az yeseniz
ölürsünüz. Kadının arkasından geçince presten geçmiş gibiydim. Adamı artık
görebiliyordum. Başını önüne eğmiş, kır saçlı, hafif kel, seyrek kırçıllı kirli sakalı vardı.
Görebildiğim yüzünün sol tarafında ki kırışıklıklardı. Bir dirhem et olmayan
kırmızımsı, beyaz yüzünde, kırışıklıklar
kulak memesinden başlayıp çenesinin altında bitiyordu. Aslında taş çatlasa 45
yaşlarında gibiydi. Bu yaşta bu kırışıklıklar, kim bilir neler yaşamıştır,
geçim derdi belki, yılların yorgunluğu, beyaz ve kırışıklık olarak düşmüştür
yüzüne..
Ne kadar süre seyrettiğimin farkın da değildim. Fakat adamcağız da tık yoktu, kolları demire kenetli, başı
önde öylece duruyordu hala. Uyuyordu belki de. Bu kalabalığın içinde, yanından
geçenlerin çarpmasına rağmen uyuyabiliyorsa pes doğrusu. Bir yandan da kendime
kızıyordum sana ne el alemin adamından sen işine baksana, uyursa uyur. Merakımın
nedenini bende bilmiyordum aslında. Bir anlık meraktı belki de.
Telefonun sesi ile başını kaldırdı,
kollarını çözüp telefonda konuşmaya
başladı. ‘Geliyorum yoldayım’’ diye
cevap verdiğine göre karşıda ki nerede olduğunu soruyordu. Kesinlikle eşidir. Biz kadınlar meraklı
olduğumuzdan neler yapıldığını an be an bilmeliyiz.
-Ahmet tamam, yarım saat
sonra oradayım. Hastaneden geliyorum. Çok sağ ol, bu gün biraz daha iyi.
Patrona söyler misin? Şimdi bir de o söylenmesin. Kaç gündür idare ediyorsun,
sağ ol kardeşim. Geliyorum hadi eyvallah.
Adamla telefonu kapatırken göz
göze geldik. Kızarmış, iki pörtlek göz. Onu seyrettiğimi anladı galiba. Yoksa
bu şekilde bakmazdı. Başını öne eğme sırası bendeydi. Allah’tan bir durağım
kalmıştı. Durak anonsunu duyar duymaz kalabalığın koşuşturmasına karıştım,
hızlı adımlarla
Benim için biten çalışma
hayatı birileri için yeni başlıyordu..
Dedim ya size bu şehir
uyumaz, sokakların, caddelerin yoğunluğu azalsa da yaşamaya devam eder. Sabaha
daha çok zaman var. Biliyorum sana dinlenmek haram, ekmek kavgasının şehri…