5 Ağustos 2016 Cuma

KOMŞU KIZI
Yıllar sonra geldiğim mahallenin daracık sokaklarında ki, dik yolu çıkarken yolun solunda kalan ve bir zamanlar bahçesinde oyun oynadığım iki katlı ahşap evi arıyordu gözlerim. Yerine dikilen beton binalar gökyüzünü delercesine yükseliyordu. Kat kat evler daracık yaşam alanları. Eskiler böyle küçük yerler için bakla sofa derlerdi. Bakla sofanın bir sıcaklığı vardı. Oysa bu betonlarda sıcaklıkta yok diye geçirirken aklım dan, o ahşap evin komşu kızı yani çocukluk aşkım aklıma düşüverdi, ansızın. Yıllar sonra evden dolayı hatırladığım düşüncesine kapılsam da, son zamanlarda geçmişe gittikçe sık sık aklıma geliyordu. Nedensiz yere Yolun ortasında beş taş, kuka oynadığım sokakta vızır vızır işleyen arabalardan karşıdan karşıya geçmekte zorlandım. Eskiden kaldırımlar daha alçaktı, şimdi ise neredeyse iki katı. Kesinlikle çocuklar rahat oynasın diye düşünürken Neşe’nin düşüp dizini kanattığı yerdeydim. O gün ağladığını duyunca nasılda koşmuştum yanına, gözyaşı süzülürken yeşil gözleri daha bir yeşile dönmüştü zaten ilk o gün fark ettim o çimen rengi gözleri. Zaten diğer kızlardan farklıydı, mağrur, sakin bir yapısı vardı. Bir koşu evden pamuk ve tentürdiyot getirip dizini silerken bir yandan naif sesiyle ‘teşekkür ederim, Kemal’ sesi çınladı kulağımda. Yıllar geçse de her şey ince ayrıntısına kadar aklımda. Zaten bir aşk acısı üzerine geldiğim baba evinde birkaç gün kafa dinlemek ve bu evin satış işlemleriyle uğraşıp tekrar çekip gitmek derdindeydim. Nedense şansım yoktu kadınlardan yana. Anlayamadığım bir ruh halleri oluyor ve çöz çözebilirsen. Oysa ne var, bir şey ya siyahtır ya beyazdır. Ama sevmenin acısı yakıyor işte bir anda hayatıma giren iki kadın düşündüm. Evet ikisi de farklı farklı huylarda idi. İlki Nazlı, adı gibi nazlıydı. Buğday tenli, açık kahve saçlar, yeşil gözleri ile gerçekten çok alımlıydı. Zaten unutması da zor oldu. İkincisi Seda; onunla bir seminerde tanışmıştım, akademisyen, zeki bir bayandı. Bembeyaz yüzündeki belirgin ince damarlar yüzüne kırmızılık katar. Hele kızarınca daha bir güzel olurdu. Beyaz tenine rengini hiç sevmediğim çok açık sarıya boyattığı saçlarına eşlik eden yeşil gözlere o koyu farı çekmese ölürdü. O kadar söylesem de yine yapardı. Boyunun kısalığını her zaman sorun yaptı. Boyuma denk olsun diye sivri topuklu ayakkabılara çok katlandı. Uzun bir birliktelik hiç yoktan noktalanmıştı. Unutmak zor olacak benim için. Neyse anılarımın arasında zaman geçirmek iyi gelir düşüncesiyle geldim baba evine. Yıllardır açılmayan kapıyı açarken biraz zorlansam da eve girdim en nihayetinde. Bir zamanlar annem açardı. Her şey beyaz örtülerle örtülü. Her kaldırdığım örtünün altından tozlarla birlikte bir anı şamar gibi çarpıyordu yüzüme. Tozlar Yürek acısını unutmaya gelmişken yeni bir yürek acısı açılıyordu bağrımda. Bu boğuşma içinde kapının zili çaldı gibi geldi. ‘Bana öyle geldi’ diyerek büfenin üzerinde ki resime uzandığımda tekrar zil sesi. Evet yanılmamıştım bu zil sesiydi. Ama kim basar zile, diyerek kapıyı açtım. Karşımda çimen yeşil gözler.
- Kemal sen mi geldin.
Farkında olmadan bu çimen yeşilini aramışım…
Türkân Kebeci
Fotoğraf: Akçiçek Fahri

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder